Ene ve Felsefe

110

Ene’nin bir veçhini / yönünü din tutmuş gidiyor. Diğer
tarafını felsefe tutmuş gidiyor demiştik.

     Menfî, inançsız
felsefe; Ene / Ben ve Benliğe mâna-yı ismiyle /

     Kendisini tanıtan
mâna ve anlamıyla bakmış.

     Ene “Kendi kendine
delâlet eder / işarette bulunur.” der.

     Ene’nin mânası
kendindedir. Kendi hesabına çalışır, hükmeder.

     Menfî felsefe;
Ene’nin vücûd ve varlığının aslî ve zâtî olduğunu telâkki ve kabul eder.

     Ene’nin “Zâtında
bizzat / kendinden ibaret, bir vücudu vardır.” der.

     Menfî felsefe,
Ene’nin bir hakk-ı hayatı / hayat hakkı olduğunu savunur.

     Daire-i
tasarrufunda / idare ve hükmettiği yerlerde;

     Hakiki / gerçek
bir malikiyet ve sahipliği olduğunu zu’meder / zanneder.

     Ene’yi bir
hakikat-i sâbite / sâbit, değişmez bir gerçek sanır.

     Vazife ve
görevini, hubb-u zâtından / kendi şahsını sevmesinden neş’et eden / ileri
gelen;

     Bir tekemmül-ü
zâtî olduğunu / kendi kendine gelişip olgunlaştığını bilir.

     Hakeza / bunun
gibi çok esasat-ı faside / bozuk prensip, yanlışa götüren esaslar /

     Asıllar üstüne;
mesleklerini / yol ve sistemlerini bina etmiş / kurmuşlar.

     O esasat / o
prensip ve esasların, ne kadar esassız / temelsiz ve çürük olduğunu söyler.

     Hattâ silsile-i
felsefe / felsefe zincirinin en mükemmel / en yetkin fertleri;

     O silsilenin / o
zincirin dâhîleri / harika zekâ ve anlayış sahipleri olan;

     Eflâtun, Aristo,
İbni Sina ve Farabî gibi filozoflar:

     “İnsaniyetin /
insanlığın gayetü’l-gayatı / asıl amaç ve son gaye ve hedefleri:

     ’Teşebbüh-ü
bilvacip’ dir. Yani Vacibü’l-Vücud’a / varlığı zarurî ve vacip olan,

     Başkasına muhtaç
olmayan Allah’a benzemektir.” diyerek firavunâne / firavuncasına,

     Firavun gibi bir
hüküm vermişler.

     Enaniyeti / Ene ve
Benliği kamçılayıp, küfür ve Allaha eş koşma demek olan;

     Şirk derelerinde
serbestçe koşturup durmuşlar.

     Esbapperest /
sebeplere tapanlara, sanemperest / puta tapanlara,

     Tabiatperest /
kâinattaki varlıkların ve olayların faili / yapanı olarak;

     Tabiatı kabul eden
tabiatçılara, nücumperest / yıldızlara tapanlar gibi,

     Birçok enva-ı şirk
/ çeşitli şirk içinde bulunan taife ve topluluklara meydan açmışlar.

     İnsaniyetin /
insanlığın esasında / temelinde münderiç / içinde yer alan acz ve zaaf /
âcizlik,

     Güçsüzlük,
zayıflık, fakr ve ihtiyaç / gereksinim, naks / eksik ve noksanlık gibi,

     Kusur kapılarını
kapayıp; ubudiyetin / kulluğun yoluna set çekmişler.

     Kâinat ve
içindekileri, canlı cansız varlıkları, madde âlemini teşkil eden tabiata
saplanıp;

     Şirkten / Allaha eş
koşmaktan tamamen çıkamayıp, şükrün geniş kapısını bulamamışlar.

     Oysa din:

     “Gaye-i insaniyet
/ insanlığın amacı, hedefi ve vazife-i beşeriyet /

     İnsan olmanın
gerektirdiği işler, vazife ve görevler; ahlâk-ı İlâhiye /

     Allahın razı olacağı
davranışlardır.

     Secaya-yı hasene /
güzel huylar ile tahallûk etmekle / ahlâklanmakla beraber;

     Aczini bilip
kudret-i İlahiye / Allahın kudretine iltica etmek / sığınmaktır.

     Zaafını /
âcizliğini, zayıflığını görüp kuvvet-i İlahiye /

     Allahın gücüne istinat etmek / dayanmaktır.

     Fakrını / fakirlik
ve ihtiyacını görüp Rahmet-i İlahiye /

     Allahın sonsuz
merhametine itimat edip / güvenmektir.

     İhtiyacını /
gereksinimini görüp, gına-i İlahiyeden /

     Allahın zenginliğinden
istimdat etmek / medet ve yardım istemektir.

     Kusurunu görüp,
aff-ı İlahiye / Allahın affediciliğine inanarak, istiğfar etmek / af
dilemektir.

     Naksını / eksiklik
ve noksanlığını görüp, kemal-i İlahiye / Allahın sonsuz mükemmelliğine /

     Tamlığına
tesbihhan / Allahın mükemmel isim, sıfat ve fiillerini öven,

     Metheden bir kul
olmaktır.” diye, ubudiyetkârâne / kulluğa yakışır şekilde hükmetmiş.

     İşte, dine itaat
etmeyen / boyun eğmeyen menfî felsefe ise, yolu şaşırmış.

     Bunun içindir ki, Ene, Ben ve Benlik kendi
dizginini eline almış.

     Dalâletin / hak
yoldan sapkınlığın, inançsızlığın her bir nev’ine / çeşidine koşmuş.

     İşte şu vecih / şu
yöndeki Ene’nin başı üstünde, bir şecere-i zakkum /

     Cehennemdeki günah
ağacı neşvünema bulup / büyüyüp gelişerek, âlem-i insaniyetin /

     İnsanlık âleminin
yarısından fazlasını kaplamış.

     İşte, o şecerenin
/ o ağacın kuvve-i şeheviye-i behimiye / hayvanî şehvet duygusu dalında,

     Beşer / insanın
enzarına / nazarlarına verdiği meyveler ise,

     Esnam / putlar ve
âlihe / batıl ilâhlar, tanrılardır.

     Çünkü: Menfî,
inançsız felsefenin esasında / temelinde, kuvvet müstahsen / güzeldir.

     Öyle ki, “El-hükmü
lil-galip!” onun bir düsturu / prensip ve kuralıdır.

     “Galebe edende bir
kuvvet var!” “Kuvvette hak vardır!” der.

     Zulmü mânen
alkışlamuş, zâlimleri teşci etmiş / cesaretlendirmiş!

     Cebbarları /
zorbaları ulûhiyet / ilâhlık dâvasına sevketmiş / yöneltmiştir!

     Oysa din: “Kuvvet
haktadır. Hak kuvvette değildir.” der. Zulmü keser, adaleti temin eder /
sağlar.

     Yine menfî,
inançsız felsefe; masnudaki / sanat eserlerindeki güzelliği,

     Nakışlardaki /
sanatlı işlemelerdeki hüsnü / güzelliği;

     Masnua / sanatla
işlenmiş ve sanatla nakşedilmiş olanın kendisine mal eder.

     Sâni ve Nakkaş’ın
/ her şeyi sanatla yapan ve nakış nakış işleyen Allah’ın mücerret / soyut,

     Hiçbir şeye muhtaç
olmayan / gereksinim duymayan, mukaddes / kutsî, kutsal,

     Her noksandan uzak
olan cemalinin / güzelliğinin cilvesine / görünme

     Ve yansımasına
nispet / kıyas etmeyerek “Ne güzel yapılmış.” yerine, “Ne güzeldir!” der.

     Perestişe /
tapılmaya lâyık bir sanem / put hükmüne getirir!

     Yine menfî,
inançsız felsefe; herkese hodfüruş / kendini beğendiren,

     Riyakâr / gösteriş
meraklısı bir hüsnü / güzelliği; istihsan ettiği / güzel bulduğu,

     Beğendiği için
riyakârları / gösteriş budalalarını alkışlamış!

Önceki İçerikAramızdan Ayrılışının 101. Yılında Ömer Seyfettin’i Rahmetle Anıyoruz
Sonraki İçerikDünya Kadınlar Günü-1-
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.