Cumhurbaşkanı
Tayyip Erdoğan, “AB’nin Türkiye’ye yönelik herhangi bir yaptırım kararı Türkiye’yi
çok fazla ırgalamaz” dedi.
Böyle
bir cümle fanatik taraftarları mutlu edebilir. AKP Genel Başkanı olarak
taraftarını mutlu etmenin iç siyaset açısından bir getirisi olacağını düşünmüş
olabilir.
Ama
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin ekonomi ve dış politikada bu kadar
sıkıştığı bir ortamda, Avrupa Birliği ile ilişkilerin bozulmasının
maliyetini biliyor olmalıdır. Bu yüzden AB’nin Türkiye’ye yaptırımlar
uygulaması karşısında sarf ettiği bu ve benzeri cümlelerin Türkiye için yararlı
olmayacağını hesap etmesi gerekirdi.
AB
dış ticaretimizin yüzde 70’ini yaptığımız, içinde 6 milyon vatandaşımızın, 400
bin öğrencimizin yaşadığı ülkeler birliği. AB ile ilişkilerin yaptırım
uygulanması boyutunda bozulmasını önemsizleştirme çabası inandırıcı olamaz.
Zaten çok kısa bir zamanda yaptırımların ağır sonucunu halkımız yaşayarak
görecek.
“Diplomatik
zarafet” örneği “ırgalamak” gibi tabirlerin yer aldığı bir
üslup yapıcı değil.
Daha
geçen hafta bu ülkelerden “Türkiye’ye yatırım yapmalarını” isteyen,
dışarıdan para girişini sağlamak için “hukuk reformu” vaatlerinde
bulunan sözleri taptaze.
Görünen
o ki, vaat edilen hukuk reformu, “yatırımcının güvenini kazanmak için
her türlü adımı atacağız” gibi sözlerinin etkisi olmamış.
AB’den
yaptırım kararlarının çıkması ihtimali kesinleşmiş olmalı ki içeriyi teskin
etmek daha öncelikli hale gelmiş.
****
Cumhurbaşkanı
ile Bakanın Üslubu Farklı
İstifa
eden Damat Bakan Berat Albayrak “Sayın Cumhurbaşkanımız ‘Ay’a dört
şeritli yol yapacağız’ dese inanacak seçmenimiz var” demişti.
Bu
anlayış Türkiye’yi ekonomik açıdan iflasın eşiğine, dış politikada
ise yalnızlığa getirdi. Üstelik her dediğine inanan seçmenlerin oranı hızla
düşüyor.
Damadın
yerine gelen Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan daha makul, daha
mantıklı ve daha diplomatik bir dil kullanıyor: “Her problemi piyasa
ekonomisinin kuralları çerçevesinde şeffaf, hesap verebilir, rasyonel ve
öngörülebilir bir şekilde çözeceğiz.”
Elvan
bu dille ve ciddiyetle batının parası için Türkiye’nin “güvenilir liman”
olduğuna ikna etmeye çalışıyor.
Erdoğan, Lütfü
Elvan’ı bakan yaptıktan sonra, kısa bir süre aynı olumlu üslubu benimser gibi
yaptı. Fakat “can çıkmayınca huy çıkmıyor.”
AB
liderlerine sataşmalar, “Hiçbir zaman AB dürüst davranmamıştır. Hiçbir zaman AB
verdiği sözün arkasında durmamıştır” gibi sözler, AB ülkelerinin halklarını
aşağılayan cümleler ve “bizi ırgalamaz” üslubu yeniden baskın hale
geliyor.
****
Irgalamanın
Şiddeti
AB
ülkelerinde
kurumlar oturmuştur, kurallar yöneticileri de bağlar. “Yaptırım kararları”
gibi kararlar kolay çıkmaz ama çıkarsa liderler arası ikili ilişkilerle
düzeltilemez.
AB’nin
yaptırım kararları çıkarsa Türkiye’yi öyle bir ırgalar ki…
“Ağır
bir ekonomik krizin” üstüne, dünya ekonomisini de sarsan bir “salgına” yakalandığınızda
Hazine’nizin kasası tamtakır, Merkez Bankası rezervleriniz eksi 50 milyar dolar
ise ve 450 milyar dolar dış borcunuz varsa öyle bir ırgalar ki…
Türkiye
ithalat yapamaz, iç ihtiyaçlar ve ihracat için üretim yapamaz, ürettiğini de
satamaz hale gelirse ırgalamanın şiddetini görürüz.
***************************
Yönetim
Güven Vermiyor
AKP
iktidarlarının ilk on yılında, AB standartları yönünde yaptığı reformlar
sebebiyle, demokrasisine, hukukuna, kurumlarına güvenilen bir ülke olarak
görünüyorduk. AB ülkeleri de Türkiye ile işbirliği yapmak
istiyordu.
Çünkü
bu dönemde devletin kurumları büyük ölçüde çalışıyordu. Kuralların
uygulanacağına inananlar çoğunluktaydı. Bağımsız medya ve STK’lar vardı.
Bu
dönemde 220 milyar dolar mertebesinde yatırım sermayesi ülkemize
gelmişti.
Son
8 senede her şey tersine döndü.
Şimdi
yapılması gereken aynı güven ortamını sağlamak.
Bunun
için “demokrasiye ve hukukun üstünlüğüne” içtenlikle inanmak gerekiyor.
İşe
yargıyı bağımsız ve tarafsız hale getirmeyle başlayabiliriz.
Merkez
Bankası, YSK, BDDK, AA, TRT, YÖK gibi kurumların gerçekten
bağımsız olmasını, ehliyetli ve liyakatli insanların yönetiminde çalışmasını
sağlayabiliriz.
Sayıştay’ın
etkin olduğu dürüstlüğüne güvenilen bir idare oluşturabiliriz.
DPT’nin
etkin olduğu, bilgi ve tecrübeye dayanan planlı programlı kalkınma modellerini
geliştirebiliriz.
Yani
AB’nin yönetim ilkeleri çerçevesinde kurumlarımızı güçlendirir,
kuralların herkes için eşit uygulandığı, şeffaf, hesap veren bir anlayışı benimseyebiliriz.
Bunlar
yapabilirsek yaptırım uygulanan değil, işbirliği yapılan, iş ortağı sayılan saygın
bir ülke oluruz.
Ekonomisi
sağlam, adaletle yönetilen, halkı huzur ve refah içinde olan bir ülkede yaşamak
ülkümüz var. Dışa karşı itibarını, lüks ve şatafatta arayan değil, gücünden
alan saygın bir devlet istiyoruz.
Bunun
yolu yordamı belli. Ama bir de uygulayabilsek…
Mevcut
sistemle uygulamamız da mümkün görülmüyor.
“Kuvvetler
ayrılığı” ile “denge ve denetim mekanizmalarının”
oluşturulmadığı bir sistemsizlikte bir kişinin günlük ruh haline göre devlet
yönetilir.
Bu
tarz bir yönetime de kimse güvenmez.
Nitekim
kimse güvenmiyor. Güvensizliğin maliyeti de çok ağır oluyor.