Kur’an: Bütün esas / asıl, mühim / önemli bahis, mesele ve
konulardan söz eder.
Tüm kâinatı /
evreni bir saray gibi nazara verir.
Sanki dünya ve
ahiret; bu sarayın iki odası gibidir. Birbirine karşı açılıp kapanır.
Yeryüzü ise bu
sarayın bahçesi hükmünde.
Semayı / göğü ise,
yıldız denen lâmbalarla süslendirmiş ve aydınlatmıştır.
Mazi / geçmiş ve
müstakbel / gelecek; gece ve gündüz yerindedir.
İnsanın fiil,
hareket ve işlerinin zaptu rapta / kayda alındığı iki levhadır.
Ezel ve ebed, dün
ve yarının karşılığıdır.
İşte insan, geçmiş
ve geleceğin, yani dün ve yarının ortasında, yani bugünde / hâlde bulunmakta.
İşte Yüce Allah,
bütün bunları Kur’an’da şânına lâyık ve uygun bir şekilde beyan etmekte.
Evet Kur’an; şu
kâinatı yapan, idare eden, işlerinin fihristesini / listesini,
Bir bakıma
programını yazan, gösteren bir Zâtın / Allahın beyanına yakışır bir tarzdadır.
Ve bu yazış, beyan
ediş ve İlahî anlatışta,
Hiçbir cihetle
yapmacık ve gösterişli bir ifadeye rastlanmıyor.
Böyle bir
zorlamaya hayat hakkı tanınmıyor. Taklit şüphesi de akla gelmiyor.
Başkasının hesabına
da -haşa- kaleme alınmış değil.
Onun yerine
kendini koymuş gibi, bir hilenin de en ufak emaresine rastlanmıyor.
Kur’an’ın
tamamında, tam bir ciddiyet hâkim. Safvet / temiz oluş ve arılık var.
Özellikle saf,
berrak, parlak beyanı açık seçik ortada.
Nasıl ki, gündüzün
ziya ve ışığı: “Güneşten geldim.” der. Kur’an da:
“Ben Hâlik-ı
Âlemin / Âlemin Yaratıcısının beyanıyım ve kelâmıyım.” demekte.
Dünya âdeta antika
sanatlarla süslendirilmiş olarak vasfedilebilecek,
Her biri bir ilmin konusu olabilecek
şaheserlerin yer aldığı İlahî bir sergi.
Allah, dünyayı
lezzetli nimetlerin sunucusu olan meyve ve sebzelerle donatmıştır.
Bunu yapan Zât;
büyük ve eşsiz bir sanatkârdır.
Nimetler ihsan
edici, nimetler verici ve çok kerîmdir.
İşte bu
vasıflarından dolayı acip sanatlarını, kıymetli nimetlerini, dünya yüzünde
sergilemekte.
Güzelce düzmekte
olan bir Sâni’ yani sanatkârca yaratandır.
Tüm bunları yapan;
Mün’im / Nimet Verici bir Zâttan başkası olabilir mi?
Evet Kur’an’ın
nazarında dünya bir zikirhane, bir mescit, İlahî sanatların temaşa ve seyir
yeri.
Dünyayı, kâinatı
böyle niteliyen; beyanı mucize olan Kur’an acaba kime yakışır?
Kimin kelâmı
olabilir?
Allah’tan başka
kim bunlara sahip çıkabilir?
Ve bunları nazara
veren Kur’an kimin sözü olabilir?
Dünyayı aydınlatan
ziya / ışık, Güneş’ten başka hangi şeye yakışır?
Kâinat tılsımını
keşfedip âlemi ışıklandıran Kur’an’ın beyanı da,
Ezelî Şems yani ezelî
Güneş hükmünde olan Allah’tan başka kimin nuru / ışığı olabilir?
Kimin haddine
düşmüş ki ona bir nazîre / benzer getirebilsin.
O’nun taklidini
yapabilsin.
Çünkü, Amerikalı
Filozof Karlayl (Carlyle)’in dediği gibi:
“Kur’anı bir kere
dikkatle okursanız, O’nun hususiyetlerini izhara (belli edip göstermeye)
başladığını görürsünüz. Kur’anın güzelliği diğer bütün edebî eserlerin
güzelliklerinden kabil-i temyizdir. (Kur’an’ın farkını, üstün ve diğer edebî
eserlerden çok yüksek, eşsiz ve benzersiz bir eser olduğunu hemen anlarsınız.)
“Kur’an’ın başlıca
hususiyetlerinden biri, O’nun asliyyetidir. (Allaha ait oluşu O’ndan gelişi,
O’nu anlatışı, O’ndan haber verişidir.) Benim fikir ve kanaatime göre Kur’an;
serapa (baştanbaşa) samimiyet (içtenlik) ve hakkaniyet (gerçekler ve
doğrular)la doludur. (Çünkü) Hz. Muhammed’in cihana tebliğ ettiği davet, hak ve
hakikattir.”