Milliyetçilik ve demokrasi

80

Hâkimiyet milletinse, bunun başka yolu yok. Hâkimiyetin
milletten başka birinin olduğuna, gökyüzünün onu birilerine verdiğine de bugün
kimseyi inandıramazsınız.

Hâkimiyet milletinse, demokrasiden başka yönetim tarzı
düşünülemez.

Hâkimiyet milletin değilse kimindir? Aramızda süpermen mi
var? Bir prens falan mı tanıyorsunuz? Demokrasi tramvayından indiğinizde
bineceğiniz aracı lütfen açıklar mısınız?

Hâkimiyeti Tanrı birilerine mi vermişti?

Fransız ihtilali’nin 14. Lui’si öyle söylüyordu, Bilge Kaan
da. Bütün hanedanlar, yetkiyi Tanrı’dan aldığını söyler, belki de inanırlardı.
O zamanın insanları da inanırdı. Bizimkiler mavi gökte kut bulur, Çinliler
gökten yetki (manda) alırdı.

(Sizde de öyle mi oldu? Okulda Millî Mücadele’de mandacıları
anlatırlarken kimse bize bu kelimenin anlamını öğretmedi. Benim ilk aklıma
gelen sütünden kaymak yaptığımız halka boynuzlu koca hayvandı. O, İngiliz veya
Amerika’da yetiştirilmişi!)

Bizde çezaropapizm

Peki şimdi? Yetkisini Tanrı’dan aldığına inandığınız biri
var mı? Reformdan önce Papa, imparatora, krala taç giydirirdi. Hükümdarı olan
ülkelerde taç giydirme işinde hâlâ papazlar istihdam ediliyor. Fakat artık
ülkeyi taçlar yönetmiyor. Bugün hükümdarlar egemenliğin sembolü gibi. Millî
bayrağın işlevine yakın bir görevleri var.

Bizim mahallede hiç taç giydiren Papa veya papaz olmadı.
Şeyhülislama büyük hürmet gösterilir, fermanlar Bab-ı Meşihat’tan geçerdi ama
tıpkı günümüzdeki Merkez Bankası Başkanı’nı gibi laf dinlemezse değiştirilirdi.
Devlet din adamlarına hâkimdi. Buna siyaset biliminde “Çesaropapizm” deniyor.
Hakanın din teşkilatını da yönetmesi…

Altmışlarda, yetmişlerde arabaların camlarına “Hâkimiyet
Allah’ındır” yazarlardı. Erbakancıların sloganıydı. Rahmetli Dündar Taşer
ağabeyimizin buna cevabı vardı. Genel olarak “teokrasi”ye, yani Tanrı
idaresine: “Ben teokrasi taraftarıyım. Kim itiraz edebilir ki Tanrı’nın
idaresine? Ancak, vekil kabul etmiyorum. Bunlar ‘Hâkimiyet Allah’ındır’
dedikten sonra, ‘Biz de onun vekiliyiz, itaat edin bakalım!’ diyorlar.

Tıpkı kralların, hakanların iddiası gibi!

Yazılım değişti- donanım hep aynıydı

Fransız ihtilalinde ne oldu? Hâkimiyetin ilahî hakları
olduğunu iddia edenlerin bu iddiasına artık kimse inanmaz oldu. Ne kralların,
ne de kontların veya düklerin. Siyasette hâkimiyet asıl sahibine teslim edildi:
Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir! (O kadar çabuk değil tabi. Sırada
Napolyon falan var… Diyelim ki bu teslim, tesellümün süreci başladı.)

Millet ve milliyetçilik Fransız ihtilali ile doğdu denir.
Yanlış denir. Fransız milleti 13 Temmuz gece yarısına kadar yoktu da 14 Temmuz
1789 Bastil Günü uyanıp, “Ha ben Fransız milletiymişim!” mi dedi? Bu konuda
doğru olan siyaset bilimci Azar Gat’ın tespitidir: Devlet varsa millet
de vardır.
 Gat bu hipotezini zaman ve mekân içinde, eski Mısır’dan
milat öncesi Çin’e kadar uzun bir dünya turuyla ispatlar. Bu turda Babür
devletine, Osmanlı’ya da uğrar ve bunların Türk egemenliğine dayanan
imparatorluklar olduğunu gösterir. Bizde egemenlik Hakan’la fiile geçer.

İşte Fransız ihtilalinin yaptığı, temsil işini, prensten,
kraldan, hakandan alıp doğrudan asıl sahibine, millete vermekten ibaretti. Bunu
yaptığınız anda da demokrasi, yani halk, yani millet iradesi mecburi hâle gelir.
Ama on, ama yirmi yıl sonra demokrasiye gidersiniz. Osmanlı da Meşrutiyet’le
oraya yönelmişti, İngiltere daha önce oraya varmıştı.

Millet donanım gibiydi. Ona hükmeden “yazılım”,
hükümdarlıktı. Fransız ihtilali ile donanım değişmedi. Yoktan da var edilmedi.
Sadece idare şekli, yani yazılım değişti.

Birbirinin yerine geçebilen vatandaşlar

Millî hâkimiyet, demokrasi, insanların tebaa olmaktan çıkıp
vatandaş olmalarıdır. Her birinin diğerine eşit olmasıdır. Sosyolog Gellner bu
hâli, “Biri diğerinin yerine geçebilen fertler” diye tarif ediyor. İşte
Fransız ihtilaline kadar mevcut olmayan şey buydu. Louis, Albert’e eşit midir?
Olur mu canım. Biri kral, öbürü esnaf. Peki George, John’a? Ne münasebet, o
kont öbürü adî vatandaş. Veya o papaz, öbürü serf.

Ve işin püf noktası: Eğer millet vatandaşlardan ibaretse ve
bu vatandaşların her biri yekdiğerine eşitse; biri diğerinin yerine
geçebiliyorsa… İktidar da öyle olmalı. Bir iktidar vatandaşların çoğunluğunun
desteğini kaybettiğinde, onun yerine bir başkası geçebilmeli. Popper’in dediği
gibi demokrasinin mihenk taşı seçimle gelmek değil, seçimle gitmektir.
Hâkimiyet milletinse, bunun başka yolu yok. Hâkimiyetin milletten başka birinin
olduğuna, gökyüzünün onu birilerine verdiğine de bugün kimseyi
inandıramazsınız.

O zaman tek çare var. Belli aralıklarla ve eşit şartlarda
yapılacak seçimlerle, o bir birine eşit ve biri diğerinin yerine geçebilen
vatandaşların, biri diğerinin yerine geçebilen iktidar taliplileri arasında
seçim yapması. Seçim demokrasinin gerek şartı ama yeter şartı değil. İki seçim
arasında iktidar ve muhalefetin hakları, hürriyetleri, basın ve adalet gibi
kurumların hürriyetleri ve daha bir dizi gereklilik var.

Yoksa dünyada ne seçimler gördük, aslında yoktular. (Alıntı:
Milli Düşünce Merkezi)