Neden Sorun Olsun ki?

103

Batının; hiç teknoloji üretmeyen, rekabet gücü
olmayan, bağımsızlık ve demokrasi diye, anayasa ve hukuk diye bir derdi olmayan,
dışa bağımlı İslam ülkeleriyle ne sorunu
olabilir ki. Hele de bu bir hanedanlık, krallık ya da bir emirlikse tadından
yenmez. Ne güzel işte, süper güç imparatorluğu daha ne yapsın. Bundan daha iyisi
ne olabilirdi.

Katar-El-Udeyd hava üssü, 13 bin ABD askerini
barındırmakta. Zaten iki milyon kadar nüfusu var. El insaf yani. Bu, adı
konulmamış ahlâksız bir işgal değil
mi?  Katar yönetimi bundan utanacak mı? Ya
da böylesi şaibeli üslere “go home!”
diyebilecek ve bizi şaşırtacaklar mı?. Öyle bir onurlu yönetim olsaydı,  üssü inşa etmekle kalmayıp üsse 1.8 milyar
dolar daha ek ödenek verir miydi? Yanılmayı
çok isterdik. Görünen o ki onlar artık “seleyi
suya vermiş
”ler. Onur ve haysiyetin takası-tekrarı olmaz. Bir kez giderse
gerisi “bir kereden bir şey olmaz” anlayışıdır.

 

Kuveyt mi? Onun sicili
daha da bozuk. Çorum kadar bir ülkede 13 bin askerin işi ne. İşgalse evet
postmodern kıvamında bir işgal. Ta bilmem kaç bin fitten uçarak okyanus aşıp
geleceksiniz. Babanızın çiftliği gibi üslere. Hiç bir uluslararası hukuk
tanımadan yerleşip ortalığı darmadağın edeceksin. Sonra da kırıp döktüklerini
onlara toplatacaksın. Ne âlâ değil mi?  Emperyal
güçler için böyle “münbit ortam
neden sorun olsun ki?. Niza çıkarmaya değer mi?. Hem ne gerek var. “Otur” dersen
oturur, “kalk” derse kalkar. Zamanı gelince “sürün!” derse kim bilir, belki o
da olur maazallah.    

 

Sormak lazım, cevabı
asla verilmese dahi; “ yahu, ilahî kitabımızda vatan mukaddes değil midir ki
toprağınızı ehli salibe teslim
ediyorsunuz?” diye. “Peygamberimiz köleliğe, tefeciliğe, evlat katliamlarına,
hukuksuzluğa karşı cihanşümûl bir onur mücadelesi vermedi mi?. Dâvâsından bir
milim geri çekildi mi, hayır. Size ne oluyor?” diye bu efendilere sormak lazım.
Halkının geleceğini ipotek ettiklerini tarih kaydediyor. Demokrasi, seçim,
sandık, anayasa bilmeyen bir anlayışa oturup özgürlüğü anlatmak mümkün mü?. Yani
arap lisanıyla; “kellûm kellûm lâ-yenfa! (konuş konuş faydasız)”.

 

İşte
Bahreyn’de 7 bin davetli asker. Hepi topu 1,5 milyon (iki yüz kişi başına bir
paralı coni). Orta Doğu’nun en büyük deniz gücü 5. Filo mevzilenmiş durumda. Kısaca;
Birleşik Arap Emirlikleri’nde 5 bin, Ürdün’de 3 bin, S.Arabistan’da 3 bin,
Suriye’de 8 yüz,  Afganistan’da 14 bin
Amerikan askeri yerleşmiştir.

Bu üsler kimi koruyacak?
-Onları davet edenleri. Kime karşı? – Bir başka müslüman ülkeye karşı. Hangi
güç ile? -Yine onlardan satın aldıkları savunma gücüyle. “Kuşatma” şöyle işliyor: önce müttefik
ve hâmî kılığındadır ve oraya yerleşir.
Sonra bir siyasî pürüz oluşturur, kaos çıkartır. Etnik ya da mezhep ayrılığını
körükler. Sonrası malûm, bilinen serüven: Başı sıkışan ülkeyi koruma hamlesi
aslında bir “altın vuruş”tur. Artık
bir daha iflâh olmaz. Konuşlandığı ülkeye de silah sistemleri satışıyla bütçesini
çökertir (yani ikinci vuruş). Benzer bir parti de “karşı yaka”daki –sözde- hasım
düşmana yüklü bir koli yapar, etti
üç. Sonrası malûm; “Allahû ekber, ve boommm!”.  Bir seri katil düşünün, puslu havada katliam
yapıp, cenazede hüzünlü duruş göstererek humaniter
dualar
yapar. İşte öyle.

Takdir edersiniz ki, sabah-akşam
Amerika düşmanlığı ile yatıp-kalkarak hamâset yapmak değil derdimiz. Ayrıca bir
despot yönetimin kötülüğünü halkına mal etmek kalaycılığı da değil. Bunu
acizlik sayanlardanız. Zaten emperyalizmin zulmü yeni değil ki, dün de vardı.
Mazlumun ahları dün de gök kubbeye yükselmişti. Vahşetin kol gezdiği, kızıl
hıçkırıkların insanlığı sağır ettiğine tarih şahittir, tanıktır. Asıl
üzüntümüz; i
slam dünyasının,
şûrâ, istişâre ve işbirliği” gibi kur’anın
temel ilkelerini takip edemeyişleridir. Bir peygamber evladı Hüseyn’in o
izzetli, onurlu duruşundan bir dirhem de olamaz mıydı? Ne yazık ki yoktu. Elbette
bunun birçok sebepleri analiz edilmektedir. Ancak görünen o ki, son yüz yıldan
bu yana ortadoğu İslam dünyasındaki siyasî akımlar ve içtihat kargaşaları, bu
günkü kaosa zemin hazırlamıştır.

Bir safiyane düşünce
akımından da söz etmek lazım, dolaşıp duruyor; dünya islam birliği (ittihad-ı
islam tesîsi). Ticari ilişkileri olmayan, siyasi birlikleri asla uyuşmayan, mezhep
taassubuyla egemen güçlere payanda olan hangisiyle bu hayâl kurulabilir. Mümkün mü?. Daha dün Yemen’i, mümkün olsa
ceziret-ül arab’dan kazımak isteyen bir vahabî hiddetiyle mi?, Hakîm güce sadık ve eğitilmiş bir Mısır rejimiyle
mi? Vladimir rejimine teslim olan Baasçı bir Suriye ile mi, henüz yaralarını
saramayan Irak, Afganistan, Sudan, Libya ve diğerleri ile mi islam birliği?.
Ayetullah kurumsal kimliğini putlaştıran despot fars rejimiyle mi?. Yapmayın
arkadaşlar.

Meşrûiyetçi olmadan,
demokratik hukuk esasına dayalı yazılı metni olmayan ve aslında demokrasiden nefret eden ve putlaşan bu
krallıklarla “amaçta-gayede-işte birlik” nasıl olsun ki. Şu Yemen’e ölüm
yağdıran bir anlayışla, Hucurat-10’u yan yana koyabilir misiniz? (müminler
ancak kardeştir). Allahtan korkmak lazım. İnanın emperyalist kızıl çinle bile sınırlı
birlik kurulabilir “sen kazan, sen kazan” teorisiyle.

 

İslâm barış demektir, selam kökünden geliyor.
Barışla husumeti bir arada tutmak, eşyanın tabiatıyla uyuşmaz. Ya doğrudan, ya
da dolaylı zulme vasıta olmak var. Kaldı ki, zulümden rahmet çıkaran
olmamıştır. Abâd olan da. Bunu iyi okumak lazım. Ömrümüz böyle yere basmayan
ütopik hayallerle geçti. Yapmayın! Dönüp-dolaşıp aynı nağmeyi terennüm etmek
biraz sıkıcı sanki. Hani adama anlatırsınız; işte Mecnun’un sevgilisi için
neler çektiğini. Adeta çöllerde süründüğünü falan. Sonra dönüp size der ki; “
..tamam da, şimdi bu Leyla Mecnun’un nesi olur?” diye. İşte onun gibi.

Sonuçta, “derdi bizi mi
aldı” deyip geçemiyoruz. Aldırıyoruz. Kaldı ki, bu vahim gidişat insani bir
durumla, bağımsızlıkla ilgili. Ülkelerin Müslüman olmaları batıyı pek rahatsız
etmez. Neden olsun ki.