“Devlerin omuzlarına tırmananlar, devlerden daha fazla uzağı görürler.”
Newton
Avrupa ve Asya da birçok ünlü
esere imza atmış Mimar Ahmet Vefik Alp, ikibinli yılların başında: “ben Mimar Sinan’ı aşmalıyım” dediğinde
bu sözünü ilk önce hayretle karşılamıştım, koskoca Mimar Sinan nasıl aşılabilir
böyle bir şey olabilir mi diye. Sonra düşündüm ki neden aşılmasın, eğer
aşılamıyorsa dünya Sinan’dan bu yana mimari konuda bir adım ileriye gidememiş olmalı
kanaatine vardım.
Mademki dünya sürekli kendini
yenilemede, fen ve ilimde daima ileri gidiliyor, bir sonra gelen nesil, bir
öncekini aşmalıydı.
Ama vefatının üzerinden seksen
iki yıl geçmesine rağmen, Mustafa Kemal Atatürk’ü: “ben aşmalıyım arkadaş”
diyen bir yiğit hala çıkmadı. Nasıl çıksın ki; kurumlar, her gelen iktidar
tarafından darmadağın edilip yıpratıldıkça, makamlar liyakatli insan yerine; kifayetsiz
insanlar tarafından dolduruldukça, taraftarlarını arka bahçesi görüp
karşısındakileri ötekileştirdikçe hangi insan evladı çıkıp ta bu cesareti
gösterebilir?
Osmanlı döneminin özellikle son
yıllarında Anadolu’nun aydın-vatansever gençleri birazda işgalci İngilizlerin
baskısıyla, İstanbul’a yanaştırılmıyorlardı. Tekirdağlı Namık Kemal,
Diyarbakırlı Ziya Gökalp, Mehmet Emin Yurdakul, Süleyman Nazif gibi isimler,
Malta sürgünleri olarak isim yapmışlardı. İstanbul da saray ve padişahın çevresine
bu gün olduğu gibi yanaşma düzenine methiyeler düzenlerden başka kimseler
yanaşamıyordu. Tevfik Fikret bu durumu gördükçe: “Yiyin efendiler yiyin, aksırıncaya, tıksırıncaya kadar yiyin!” diye
feryat ediyordu.
Aydınlar Ocaklarının her yıl
düzenli olarak yaptığı ŞURA toplantılarının sonuncusu geçtiğimiz yıl ekim
ayında Amasya da gerçekleşti. Şehir gezimizde Kocaeli ekibinden Dr. İbrahim
Kahraman ile tarihi bir camiinin külliyesine takıldı gözlerimiz. Başlarında
takkeleriyle yüzlerce çocuk, taş duvarların oyuklarına diz çökmüş, Kuran ezberliyorlardı.
Anladık ki, vakıflara ait bu tarihi eser, bir kuran kursuna verilmişti.
Yanımızdan geçen bir çocuğa seslenen İbrahim Bey sordu: “evladım siz burada ne yapıyorsunuz, burayı bitirdikten sonra ne
olacaksınız?” dediğinde çocuk utangaç ve mahcup bir tavırla: “Kuran öğreniyoruz hafız olacağız efendim.”
Diye cevap verdi. İbrahim Bey devamla: “evladım
hepiniz de hafız ‘mı olacaksınız, doktor, mühendis, öğretmen olmak istemez
misiniz?” diye sorduğunda, çocuktaki yüz ifadesini görmek gerekirdi.
İbrahim Bey’in bu saydığı meslek dalları çocuk için o kadar yabancı ve
uzağındaydı ki.
İşte yazımın başlığını “Atatürk aşılamaz mı” diye yukarıda
saydığım sebeplerden dolayı koydum. Nevton’nun şu sözü çok önemliydi, “devlerin omuzuna tırmananlar, uzağı
devlerden daha fazla görürler.” Atatürk’ün önünde omuzuna tırmanıp daha
uzağı görmek için bir dev yok tu ama volkan gibi tutuşan bir yüreğe sahipti: “manevi yönden benim iki babam var,
vatanseverlik konusunda Namık Kemal, Türkçülük konusunda ise Ziya Gökalp”
demiştir.
Yıllardır Türk gençliğinin önü,
imam hatip okullarıyla, kuran kursları ve özel yurtlarda millet ve
milliyetçilik ruhundan bihaber sürü mantığıyla yetiştirilen gençlerle Atatürk’ü
aşmanın imkânı olabilir miydi?
Hâlbuki yıllar önce rahmetli Arif
Nihat Asya yazdığı şiirinin bir beytinde:
“Yürü halâ ne diye oyunda oynaştasın,
Kızım sende fatihler doğuracak yaştasın!”
Mısralarıyla işaret fişeğini
çakmıştı.
Türk çocuğuna, Türklüğünün
verdiği gurur ve şuurla “andımızın” okunmasını dahi yasaklayan böyle bir eğitim
sisteminden çıksa çıksa siyasilerin arka bahçesi çıkar ve gelmiş geçmiş
hükümetlerin yetmiş yıldır uygulaya geldikleri eğitim politikası ile geldiğimiz
nokta ve seviye işte buraya kadardır.
Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramınız kutlu olsun!
Kalın sağlıcakla.