Bu mudur?

117

Ufalanıyor memleketimiz günden güne

2019’u yolcu edip, 2020’yi karşılarken yarınlara dair umutlarımızı diri tutmaya çalıştığımızı, iyi dileklerimizi dillendirdiğimizi hatırlıyorum da, çoğumuz bu dileklerin ülkemiz için pek de mümkün olmadığını bile bile kötüyü çağırmamaya çalışmışız aslında diye geçiriyorum aklımdan. Pek tabii sabahtan akşama kadar satın alınmış televizyonlardaki çadır tiyatrolarını izlemeyenlerin veya 3-5 kuruş harçlıkla çalışan yazımatiklerin yazılarını okuyup coşmayanların bugüne dair umut beslemeleri de olacak iş değildi. Coşamayan açgözlü nankörler (!) olarak tüm rezilliklere rağmen güzellikleri telaffuz etmeye çalıştık bu seneyi karşılarken. Sizi temin ederim ki yanılmayı tercih ederdim, iktidarın ülkemizdeki sorunları çözmesini ve bu zamana kadar konuştuklarımı boşa çıkarmasını bu ulus için yürekten dilerdim. İçimiz yanarak hep birlikte görüyoruz ki zaman benim yazdıklarımı doğruluyor, içimiz yanarak hep birlikte görüyoruz ki Türkiye günden güne makamlarının bekasından başka hiçbir şeyi düşünmeyenlerin darbeleriyle daha da pejmürde hale geliyor. Fakültesinin yemekhanesinde öğle yemeyi yiyecek parayı denkleştiremediği için kendisini denize atan Sibel’in öyküsünden sonra ciğerlerimizi buz gibi tuzlu suyun acıtmasıyla başladık seneye, Elazığ depremiyle hep birlikte sallandık karlı bir karanlıkta ve İdlib’deki hain pusuyla hep birlikte yetim kalıverdik bir Şubat gecesinde. Acıdır ki yarınlara yetecek kadar iyi dilek kalmadı artık dilimizin altında, kalamadı. Memleketimiz tarihinin en küçültücü dönemini yaşıyor ve vicdansız, donanımsız, terbiyesiz ve seviyesiz bir tiranın avuçları içinde yavaş yavaş ufalanıyor günden güne.

Rizeli müteahhit mantalitesiyle devlet yönetmek

Tüm bu felaketler sanki bizlere yeterince ağır gelmiyormuş gibi Tropico oynarmışçasına bizleri idare etmeye kalkanlar Türkiye’yi yepisyeni bir belanın içine fırlatıp attılar. Zihinlerimizin arşiv raflarını azıcık kurcalarsak muhalefet partilerinin neredeyse tamamının Suriyeli mülteciler konusunda yürüttüğü çalışmalarını gözümüzün önüne getirebiliriz. Türkiye’de aktif olarak siyaset yapan neredeyse bütün partiler mülteciler konusunda iktidarı defaatle sertçe uyardılar. Gelişmiş bir ulus devletinin mültecilere yaklaşımının ‘’’Müslüman kardeşlerimiz’’ kadar zırva olmaması gerektiğini izah edebilmek için sadece meclis kürsüsünde konuşmakla yetinmediler, paneller, konferanslar, çalıştaylar düzenlediler. Sosyolojiden, psikolojiden, istatistikten, siyaset biliminden, tarihten ve çeşitli prensiplerden de faydalanarak kapsamlı raporlar hazırlayıp hem kamuoyu ile hem de iktidar ile paylaştılar. Bu raporları eylem planlarına dönüştürüp çeşitli önerileri meclise sundular, iktidara ilettiler. Türkiye’nin imkânlarını, demografisini, şartlarını, sosyoekonomik bileşenlerini de göz önünde bulundurarak 4-5 milyon mülteciyi sırtlayacak yükü olmadığını iktidarın kafasına sokmaya çalıştılar. Çalıştılar ama ne fayda ki? Bir insanın anlatabildiği, karşıdakinin idraki kararınca mümkündür; bizimkilerin birilerini dinlemek gibi bir kaygısı olabilir mi? Rizeli müteahhit mantalitesiyle koskoca devleti yönetmeye kalkanlara sosyolojiymiş, tarihmiş, demografiymiş falan bir anlam ifade edebilir mi? Bu iktidarı ancak ve ancak kendi dünyalarında karşılığı olan kavramlar harekete geçirebilirdi ve geçirdi de. Bakınız, saygıdeğer idarecilerimiz mültecileri almamız karşılığında Avrupa’dan gelecek paranın kokusunu duyar duymaz sınır kapılarını açıverdiler. Hem de ne açmak, ne açmak! Giralomo’nun gönül kapıları bizim sınır kapıları kadar gevşememiştir emin olun.

 

 

 

 

Devletler insanları silah gibi kullanamazlar

Hasılı hepimizin bildiği gibi hiçbir hesap kitap yapılmadan, hiçbir detaylı hazırlık yapılmadan kapılarımız açıldı ve 5 milyon tane Suriyeli, mülteci statüsüyle ülkemize alındı. Dünyada sayılan, gelişmiş ulus devletlerinin tamamının ciddi bir göç politikası vardır ve bu politikada öyle oportünist hamlelerle değişiklikler yapılmaz. Göç politikası birilerinin seçim meydanlarında oy toplayabilmek için diline pelesenk ettiği 2-3 satır karalamadan ibaret değildir ve olmamalıdır. Herkes kabul etmelidir ki Ortadoğu’nun lideri olma hayalleriyle, Neo-Osmanlıcılık fantezileriyle, insanları bir eşya olarak görüp; insan hayatını siyasi arenada pazarlık unsuru haline getirmekle devlet yönetilemez. Bugün sınırların açılmasına dair eleştirileri getirdiğimizde, yandaşlar hemen tek bir ağızdan ezberletilmiş cümlelerini sıralamaya başlıyorlar ve ‘’Hani Suriyeliler gitsin istiyordunuz, Reis gönderiyor işte siz yine memnun olmuyorsunuz.’’ diyorlar. Evet, biz Suriyeliler gönderilmelidir dedik, dedik ama biz konuya dair hassasiyetimizi onlar ülkeye girdikten sonra dillendirmedik. En başında Suriyeli mülteciler hiçbir kriter olmadan böyle ellerini kollarını sallayarak ülkemize girememeliler dedik. Biz bu sürecin en başında devletimizin bu kumar masasına oturtulmaması gerektiğini de söyledik. Çünkü bu bataklığa bulaşmak demek, sürecin aktörlerinden biri haline gelmek demektir dedik. Söylediklerimizi kale dahi alma gereği duymadılar ve Türkiye’yi bugün ipe sapa gelmez, akıl sır almaz adımlarıyla bu pis çukurun en dibinde debelenir vaziyete getirdiler. Haydi bir basiretsizlik yaşandı, bu işe bulaşıldı deyip bunu da kabul ettik ve sonra uluslararası arenada geçerli argümanlarla, kıvrak hamlelerle bu işi lehimize çözülecek hale getirin ardından makul bir mutabakata varıp Suriyelileri ülkelerine sağ salim gönderin dedik. Neden mi sağ salim gönderdin dedik? Sağ salim gönderin dedik çünkü Türkiye neredeyse 10 senedir mültecilere ev sahipliği yapıyor ve 10 senedir Suriyelilere 50 milyar dolar para harcıyor. Sağ salim gönderin dedik çünkü Türkiye bu mültecilere ev sahipliği yapmak için bedeller ödüyor, kendi vatandaşlarını Suriyeliler için belli konularda ihmal ediyor. Sağ salim gönderin dedik çünkü masum bebeklerin, masum gençlerin ve hepsinden öte masum insanların; mesuliyetini aslında hiç üstlenmememiz gerekirken üstlendiğimiz masum insanların hayatlarının Avrupa’ya bir tehdit olarak kullanılmasının insan hak ve özgürlüklerine aykırı olduğunu düşünüyoruz. Sağ salim gönderin dedik çünkü devletlerin insanları silah misali birbirlerine doğrultmalarının insan hak ve özgürlüklerine aykırı olduğunu düşünüyoruz!