KÜBA ÜZERİNE Bu denemede “Komünizm” sözcüğü hiç geçmeyecektir. Bunu, kabaca, gizliyor değilim. Tersine, bunu, olası önyargıları engellemek için, bilerek, açıkça yapıyorum. Evet bu girişten sonra başlıyorum. İnsanın bir birey ve toplum olarak evrimi, araştırmacıların en büyük merakı olmuştur ve bu araştırmalar halen devam etmektedir. Bunların başında İbni Haldun (14.yy) gelmektedir. “Mukaddime” adlı eserinde, toplumların evrimini ele almış bundan öteye insanın biyolojik ve anatomik evrimine de değinmiştir. Bu yüzden, Darwin, Montesquieu ve Marx’ ın öncülü olarak görülmüştür. Toplumların evrimi konusunda ilk ve en büyük-en farklı önermeyi, Amerikalı Henry Lewis Morgan (19.yy) yapmıştır. Hukukçu, Senatör ve Sosyolog olan Morgan, Kızılderili kabilesi Irauka’ların kan kardeşi olarak otuz yıl onlarla birlikte yaşamış ve akrabalık ilişkilerini, gelişme yasalarını araştırmıştır Ancient Society (Eski Toplum) adlı eserinde, toplumsal evrimi, üretim araçlarındaki gelişmeye koşut olarak, birbirini izleyen üç aşamada – Vahşet, Barbarlık ve Uygarlık – ele almış ve evrimi insanın bilinçli olarak, doğayı değiştirme ve denetleme çabasının bir ürünü olarak görmüş olan Morgan, mesela, farklı teknik gelişme aşamasındaki üretim araçlarına, farklı aile tiplerinin denk geldiğini öne sürmüştür. Morgan, “Eski Toplum” eserindeki “Tarih Teziyle” kendinden sonraki bütün sosyal bilimcileri etkilemiş ve yol haritalarını çizmiştir. Bunlardan biri de dönemdaşı Friedrich Engels’tir. Engels, aslında, yüzde seksen “Eski Toplum” yapıtı üzerine, özellikle Almanya’ daki “gens” üzerindeki araştırma ve yorumlarını ekleyerek , “Ailenin Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni” isimli yapıtını yazmıştır. Bunlar Marxizmin “Tarih Tezini” oluşturur. Marx, özetle, “mademki eski toplumların gelişim yasaları bunlardır, o zaman toplumlar gelecekte bu biçimlere evrilecektir” demektedir. Bütün yapıtları bunun altını doldurmaya yönelik araştırmalardır. Bu tez, sadece doğrudur, yanlıştır, önemlidir, değerlidir, değildir vb diye ele alınabilir, “insanlık düşmanı bir tez” dir diye, ele alınamaz. Dr. Hikmet Kıvılcımlı, araştırmaları sonucunda, toplumların gelişiminde, “tarihin” de önemli bir üretici- etken bir güç olduğu tespitiyle, evrensel tarih tezine, dünya çapında bir katkı yapmıştır. Mesela benim, gazetemizde “Türk Ulusu’nun mayası” başlıklı denemem, aşağıdaki cümleyle bitmektedir. “Evet, Türk atalarımız, mala mülke değer vermeyen, özü sözü doğru, yalan dolan bilmeyen, eşitlikçi, adaletli, yani Barbar ve gözü pek, korku nedir bilmez, yılmaz savaşçılar idi. Bu topraklar daha çok şeye gebe” Bu tespitimi, tamamen Dr. Hikmet Kıvılcımlı’ nın “Tarihin üretici gücü” önermesi doğrultusunda yapmıştım. Başta dediğim gibi bireyin ve toplumların gelişimi hakkında, herhalde binlerce araştırma ve eser yayınlanmıştır. Ben herhalde bir amatör olarak, öne çıkanları görebiliyorum. Bunların bence önemlilerinden birisi, günümüz araştırmacısı , “Desmond Morris” in , “Çıplak Maymun” adlı eseridir. Morris bu eserinde halen bir çok davranışımızın, maymunlara benzer olduğunu iddia ederek bunun göstergelerini sunar. Diğeri de, yine günümüz araştırmacısı “Daniel Coleman” ın “Duygusal Zeka “ adlı eseridir. Coleman bu eserinde, organik bilgisayar diye tanımladığı insan beyninin, toplumun gelişimiyle birlikte evrimini ele alır. Ve daha çok bu evrelerdeki psikolojik gelişimi ile ilgilenir. Yapıtında empati kavramını, insanlığa bir katkı olarak sunar, depresyon üzerinde çok durur. Sevgili dostlar, İnsanlık alemi olarak, tarihsel planda, nerelerden gelip nerelere gittiğimiz ve kim olduğumuz çok önemli. Bunları biraz bilebilirsek, karşı karşıya kaldığımız sosyal travmalarda, fazlaca şoka girmeden, “demek ki bunlar, bana özgü değil, biz insanlara özgü, hal ve durumlar imiş” deyip durumumuzu daha sakin karşılayabiliriz.. Örneğin “Coleman”, “Duygusal Zeka” eserinde, bir yerde şöyle der: “Depresyon hakkında ne kadar çok bilgi sahibi olursak, depresyon karşısında direncimiz o kadar çok artar” Bu nedenle, yukarıda adı geçen kitapları okumamızda, yakınlarımıza okutmamızda fayda var. Şimdi yavaş yavaş Küba’ya gelelim mi ? Yine Coleman’ın Duygusal Zeka” eserinde ve “Empati” kavramındayız. “Empati” yi, başkalarının ne hissedebileceğini anlama kapasitesi ve bu anlayıştan sonra kendini, başkasının yerine koyabilip, onun gibi sevinebilme ve üzülebilme yeteneği olarak tarif edebiliriz. Bir çok okurumuz bunu zaten biliyordur. Şimdi “Psikopati” rahatsızlığına gelelim. Coleman, bunu, bir örnekle, şöyle açıklıyor. (burada kitaba dönmediğim için aşağı yukarı demem gerekiyor) Yoksul bir hayat kadını, bir otelde müşteri ağırlıyor. Talihsiz bir bebe dünyaya getirmiş ve bebe evinde ve bir odada tek başına. Karnı aç ve susuz, altına yapmış, kaka tenini yakıyor. Çaresiz bebe, ağlıyor, ağlıyor, ağlıyor. Bu ağlama değil artık, yardım çığlığı. Anne, ancak üç beş saatte bir, kontrole geliyor. Bu günlerce, aylarca sürüyor. Bebe bir noktadan sonra artık ağlamıyor, bebe böylece büyüyor. Bebede şöyle bir kavram gelişiyor. “Beni kimse duymuyor, hiç kimse, çığlıklarıma yardımıma gelmiyor, demek ki insanların hepsi böyle imiş. Bebeğimiz hiçbir empati kırıntısı edinmeden büyüyor. Ve bir psikopat adayı oluyor, çaresiz. Artık, başkalarına kötülük ve işkence yapmaktan hiç çekinmeyecek. Hatta işkence yaptıklarının, hiçbir acı hissetmediğini bile farz edebilecek. Evet Küba’ya eski günlere gelelim artık.. 1959 yılına yakın bir süreçte, ABD İşbirlikçisi, Faşist Diktatör Batista yönetimindeki Küba’da tarım arazilerinin % 70i, şeker üreten toprakların ve şeker sanayinin tümü ABD nin elinde idi. Burada çalışan ve uyuşturucu müptelası yapılan köle erkekler, kazandıkları üç beş kuruş parayı Amerikalı uyuşturucu tacirlerine kaptırıyorlardı. Kadınları ise ABD li zengin piçlerinin seks kölesi idi. Küba tümüyle çok büyük bir batakhane idi. Hastalıklar kol geziyordu. Halk fakrü zaruret içinde idi. Ve 1959 yılında halk ayaklandı, Küba devrimi yapıldı. Küba o günden beri, başta ABD olmak üzere bütün kapitalist komşuları tarafından, hunharca bir ambargo altındadır. Gelelim ABD ye. Haberlerini hep okuyoruz. Biliyorsunuz. ABD de periyodik olarak diyelim ki altı ayda bir, psikopat bir lise öğrencisi, veya başka birisi, bir okuldaki bir sınıfa dalıp, onbeş, yirmi kişiyi pompalı tüfekle katletmektedir. Niye acaba? ABD de en az üç milyon evsiz, yarı aç, yarı tok yaşamaktadır. Ve ABD nin vahşi kapitalizmi, bunu önlemeyi istememektedir. Emekçi sınıf ve tabakalara, “bakın işte sonunuz böyle olur“ diye hep gözdağı vermek istemektedir. Ve kapitalizm, sahte demokrasisini, sahte özgürlük tacıyla yüceltirken, insanların tümüyle karnının doymasını, bunun hedeflenmesini, insanı hayvanlık düzeyine indirerek, küçümsemektedir. Ben burada kibarca “çüşünüz” demek zorundayım. Çünkü, bir insanın aç kalmaması, insan olabilmesinin ilk şartıdır. Açlık, insanın geldiği bu dünyada, en yüksek düzeyde aşağılanmasıdır. Çaresizliktir. Kişiliğin, benliğin tutsak edilmesidir, örselenmesidir. Açlık, köleliktir. Zulümdür. Bütün kötülüklerin anasıdır. Önce açlık yok edilecek arkadaş! Her şey ondan sonra gelebilir. Tekrar gelelim Küba’ya. Küba’ da açlık ve barınma sorunu yoktur. Her ailenin kira ödemediği bir evi vardır ve evine geçim için asgari bir para girer. Ve her Kübalı vatandaş için, sağlık ve eğitim hizmetleri parasızdır. Tabi ki Küba’da kapitalist frapan bir renk cümbüşü yoktur. Bunu doğuran sınıf farkları yoktur. Ama genel bir yoksulluk görüntüsü, dünyaya sürekli servis edilmektedir. Bu doğru mudur? Peki dünyada çapında gelişmiş tıp hizmetlerinden ücretsiz yararlanmanın, çok kaliteli ücretsiz bir eğitimin, dünyanın diğer ülkelerindeki ederi nedir acaba. Ferhan Şensoy’un Küba da çektiği “Şans Kapıyı Kırınca” filminden sonra gerek kendisinin gerekse ekibinin Küba hakkında izlenimlerini internette bulabilirsiniz. Örneğin ben, o zamana göre son iki yılda sadece bir cinayet işlendiğini, suçlunun da Küba yı ziyarete gelmiş ABD asıllı biri olduğunu bu izlenimlerden okumuştum. Kübalı bir bebe, dolardan, kürkten, mersedes arabadan anlamaz, bebenin anlayıp ta etkilendiği, soğukta üşümemesi, karnının doyması ve mutlu, güler yüzlü bir anne babadır. Tabi ki karnı tok, sırtı pek Kübalı anne baba mutludur. Bebelerine sevgiyle, şarkılarla bakmaktadırlar. Bu nedenle, belki de Dünyanın tek bu parçasında, depresyonsuz, psikopatik tohumlar edinmemiş, en sağlıklı bebeleri, çocukları, gençleri yetişmektedir. Ben, insan onurunun çiğnenmediği böyle bir toplumda yaşamaktan mutlu olurum, onur duyarım. Bunun için ne kadar usta bir avcı olursam olayım, avımı, o gün şansı yaver gitmemiş türdaşlarımla paylaşmak isterim. Çünkü kendi karnımın tıka basa doyması yerine, herkesin karnının eşit şekilde doymasını isterim. Hatta karnım tam olarak doymasa ne çıkar, yeter ki, bebelerin karnı tam doysun, karınları aç diye çaresiz ağlamasınlar, üşümesinler, mutlu büyüsünler, mutluluğu sevsinler,
Serçenin kanadını kırmasınlar,
Karıncaya hor bakmasınlar,
Karacanın yavrulusunu vurmasınlar,
İnsana kıymasınlar.
Sevgiyle ve mutlulukla kalın.