Tarihten Bir Yaprak

110

(Yaşanmış bir insanlık öyküsü)

15 Temmuz 1974…

Kıbrıs adasında Yunan Cuntası destekli bir askeri darbe gerçekleşmiş, adanın her yanında kanlı olaylar yaşanmaktadır. Bu arada ‘Türk Kasabı’ lakaplı Nikos Samson, ‘Helen Cumhuriyeti’ adıyla yeni bir devlet kurulduğunu ilan etmiştir. Eli kanlı bu terörist adanın yönetimini ele geçirmiştir ama esas hedefi Kıbrıs Türklerinin yok edilmesidir. Kanlı silahların namlusu adada yaşayan soydaşlarımıza çevrilmiş; çok geçmeden adadan hiç de iç açıcı olmayan katliam haberleri gelmeye başlamıştır.

İşte Kıbrıs’ta böylesine kritik bir süreç yaşanırken, Anavatan Türkiye’deki Ecevit-Erbakan koalisyon hükümeti olayları yakinen takip etmektedir. Türkiye, 1960 yılında kurulan ‘Kıbrıs Cumhuriyetinin’ temelini teşkil eden uluslararası antlaşmalar gereğince adanın üç garantör ülkesinden birisidir. Bu garantörlük hakkı; adada yeniden güvenlik ve asayişin sağlanabilmesi için Türkiye’ye hem tek başına, hem de diğer garantör ülkelerle birlikte Kıbrıs’a müdahale hakkı da tanımıştır.

Kıbrıs’ta yaşanan sıcak gelişmeleri yakinen takip eden Türk Milleti ayaktadır. Kıbrıs adası, 307 yıl boyunca Osmanlı Devletinin hâkimiyetinde kalmış ata yadigârımızdır. Lozan’da kurulan Türk-Yunan dengesinin Akdeniz’e yansımasıdır. 90 bin civarında soydaşımızın yaşadığı bu önemli ada; Türkiye’ye 65 km mesafede, konumu itibariyle ülkemiz için çok önemlidir. Çünkü adayı elinde bulunduran tarafa Türkiye’yi güneyden kontrol etme üstünlüğü sağladığı gibi,  Türkiye’nin uluslararası sulara açılan tek penceresidir. Ayrıca uçak gemisi konumuyla, adayı üs olarak kullanacak ülkeye tıpkı İngiltere’ye sağladığı gibi önemli avantajlar da sağlamaktadır.

Böylesine kritik bir dönem yaşanırken; ülkemizin milli menfaatlerini yakından ilgilendiren bu gelişmeler dikkatle takip edilmekte, yaşanan gelişmeler üzerine tedbirler alınmaktadır. Başbakan Ecevit, adada yaşanan tedhiş hareketlerinin durdurulması için diğer garantör ülkelere işbirliği çağrısında bulunmuş ancak beklediği yanıtı alamamıştır!

Yunanistan’da bulunan ”Cunta Yönetimi”, adadan gelen haberlere göre yaşanan olayların baş sorumlusudur. İngiltere’ye gelince; konunun müzakereler yoluyla halledilebileceğini ileri sürerken, ada üzerindeki hak ve menfaatlerini,  adadaki üslerini barış yoluyla koruyabilmenin peşindedir.  Zaman giderek buradaki soydaşlarımızın aleyhine gelişmekte, adadan Türklere yönelik toplu katliam haberleri gelmeye devam etmektedir. Türkiye ya büyük ülke olma vasfını yerine getirerek Kıbrıs’taki hakkını, hukukunu savunmaya devam edecek; ya da ata yadigârı Kıbrıs adasıyla birlikte, burada yaşayan soydaşlarını kaybedecektir.

Adanın Ortadoğu’nun enerji yataklarını kontrol eden stratejik konumu; emperyalist ülkeleri ilgilendiren en önemli şey olup; yıllardan beri ada çevresinde var olduğu iddia edilen zengin petrol-hidrokarbon yataklarının tespiti, işletilmesi de bu ilginin ekonomik odak noktasıdır.

Kıbrıs’ta gelişen bu olaylar üzerine A.B.D, adada BG (Barış Gücü) askerleri bulunduran BM derhal devreye girmiş; Türkiye’ye itidal çağrısında bulunmuşlar, adaya yapacağı askeri bir müdahale sonuçlarının Türkiye için hiç de iyi olmayacağı mesajını vermişlerdir! Ama adanın ve bölgenin kaderini, binlerce kilometre ötede yaşayanların telkinleri, baskıları değil; Kıbrıs’ta kazanılmış hakkını, hukukunu savunmaya kararlı Türkiye belirleyecektir.

Savaşlar, savaşta yaşanan acılar, neredeyse insanlık tarihi kadar eskiye dayanır. İnsanlık âleminin bu yaşlı gezegende yaşadığı binlerce yıllık mazisine bakıldığında; yaradılışın o mucizevi gerçeğinden bugüne iki büyük dünya savaşının yaşanmasına rağmen insanlık, hiçbirinden yeterince ders almamış, alamamıştır.

Hala dünyanın pek çok yerinde ama özellikle de ülkemizin yanı başındaki coğrafyada, Ortadoğu’nun bilinen ülkelerinde, sınırlarımızın hemen dibinde yaşanan savaş denen vahşetin ne olduğunu, insanları nasıl etkilediğini, savaştan kaçarak ülkemize sığınan milyonlarca Suriyeli mültecinin yaşam şartlarına bakarak anlamak mümkündür.

Savaşın getirdiği insanlık dışı trajik görüntüler; yüreklerimizi derinden yaralayan insanlık ayıpları dünyanın gözü önünde yaşanmaktadır. İnsanlık âlemi böylesine bir sürece tanıklık ederken; bu savaş ortamında yaşama tutunmak adına mücadele eden insanlar olduğunu unutmamak gerekir. Kimi insanlar savaş şartlarında birbirlerini acımasızca katlederken, kimi insanlar da insanlık adına gurur veren sıcacık davranışlara imza atabilmektedirler.

‘İnsan-Savaş-Vahşet’ üçgeninde dahi insan kalabilmeyi, insanca davranabilmeyi becerenlerin yaşadığı, yüreklere dokunan öylesine çarpıcı öyküleri var ki! Bu öyküler, nadiren de olsa tanıklık edenler ya da olayların kahramanları tarafından yıllar sonra da olsa anlatılmaktadır.

Şüphesiz savaşın kendisi başlı başına bir olaydır. Savaş denen canavar; insanlık değerlerini acımasızca yok eder, ezip geçer. Ne acıdır ki, savaşı yaratan da, yaşayan da insandır. Ama savaşın içinde ölüm olduğu gibi; aşk da, sevgi de, hasret de, yaşamak arzusu da vardır.

Zaman, tarih sayfalarına not düşen gerçeklerin hafızasıdır. Günü gelir o sayfalar açılır, gerçekler birer, birer söz alır. Öylesine gerçekler vardır ki; tarihe ışık tutacak pek çok olayı da hatırlatır. Hele ki o gerçeklerin her birisi unutmayan yüreklere, beyinlere kazınmışsa… O gerçekler; savaşın tam da ortasında kalan çocukların, kadınların, yaşlıların, emzikli bebeklerin, hamile annelerin hayata tutunabilmek, özgürlüğe kavuşabilmek için verdikleri mücadeleyi anlatıyorsa…

Kıbrıs adasında savaşın karanlık yüzünde özellikle Kıbrıs Türk Halkına yönelik pek çok insanlık ayıpları yaşanmış; tarih sayfalarına bunları yapanların sadece utancı kalmıştır. 20 Temmuz- 16 Ağustos 1974 tarihleri arasında adada yaşanan savaşın tüm acımasız koşullarına rağmen, orada öyle bir gece yaşanmıştır ki, o süreci koynunda barındıran toprak ana bile; ”işte insanlık budur” demiştir.

O gece, savaşın tam da orta yerinde kalanların önünde yürüyebilecekleri iki yol vardır: İlki savaşın tüm acımasızlıklarıyla dolu ölüme giden çıkmaz sokaktır. İkincisi ise; insan olmanın tüm erdemlerini barındıran, hayatın güzellikleriyle dolu özgürce yaşama giden yoldur.

İşte böylesi bir savaş ortamında; Bu iki yolun başlangıcında, hayatla-ölüm arasına sıkışıp kalanlar; bilinmeyen sona doğru adım, adım yaklaşmaktadırlar…

Ama hayat onlara öylesine bir sürpriz yapar ki! Onlar, o gece ölüme giden çıkmaz sokakta son nefeslerini vereceklerini sandıkları anda; kendilerini özgürce yaşayacakları topraklara giden yolda bulur, yaşama yeniden merhaba derler…

Kırk beş yıl önce Kıbrıs’ta o gece yaşananların her anı gerçektir, hepsi insancıl yüreklere dokunuştur. Savaşın tüm acımasızlıklarına, yaşadıkları onca acıya rağmen düşmanına dahi insanca davranmayı başaran Türk askerinin, nesiller boyunca anlatılacak hikâyesidir…

(O GECE isimli romanımın ön sözü olan bu yazım, Kıbrıs’ta yaşanan o insanlık öyküsünün unutulmaması için kaleme alınmıştır.)

 

 

Önceki İçerikZoruma Gidiyor (2)
Sonraki İçerikCumhuriyetin Yaş Günü Nasıl Kutlanır?
Avatar photo
1967 yılında Teğmen rütbesiyle T.S.K da göreve başladığı zaman, Kıbrıs olayları adada tüm hızıyla devam ediyor, Yunanistan’ın da desteğini alan Rum’lar; adada yaşayan Kıbrıs Türk’üne her türlü mezalimi yapıyor, gerçekleştirdikleri toplu katliamlar, uyguladıkları ekonomik ambargolarla Kıbrıs Türk Halkını adadan göçe zorluyorlardı… O dönemde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin 1960 yılında imzalamış olduğu, BM’ler tarafından da onaylanmış garantörlük anlaşması gereğince, ada da bulunan ‘Şanlı Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayında’ görev almak için defalarca dilekçe veren Teğmen Çilingir; 1974 yılının 20 Temmuz Cumartesi sabahı kendisini Kıbrıs’ta savaşın içinde buldu. Bölük komutanı olarak Kıbrıs Savaşlarının her iki safhasında da bu görevini başarıyla sürdürdü, ‘Gazi‘ unvanı ile onurlandırılarak Türkiye’ye döndü. 1974–1975, 1985–1987 yıllarında Kıbrıs’ta görevli olduğu yıllardan sonra da, adada yaşanan olayları yakinen takip eden Çilingir; 2004-2011 yılları arasında Kıbrıs Türk Kültür Derneğinin İstanbul Şubesi yönetim kurulunda da görev yaptı. Bu uzun süreçte ’mili davamız’ olarak bilinen Kıbrıs konusuna sahip çıkarak, Kıbrıs Türk Halkının kazanılmış tarihsel ve hukuksal haklarını savunmak adına değişik platformlarda görev aldı. Sempozyumlara, panellere, televizyon programlarına konuşmacı olarak katıldı, makaleler yayınladı. Yakinen takip ettiği Kıbrıs konusu başta olmak üzere, ülke meseleleriyle ilgili güncel yazılarına, konferanslarına devam etmektedir. T.S.K.’dan 1990 yılında, kendi isteği ile emekli olduktan sonra; Kıbrıs konusuyla ilgili kaleme almış olduğu; ’’Özgürlük Nefesi (K.K.T.C Cumhurbaşkanlığı yayını 1995)’’, ‘’Girne’den Doğan Güneş (1997)‘’, ‘’Unutanlar Unutturulanlar ya da Hatırlayamadıklarımız (2004)’’, ‘’Elveda Kıbrıs Ama Bir Gün Mutlaka (2006)’’, ‘’Andımız Olsun ki Bu Topraklar Bizim (2007)‘’,’’Tarihten Gelen Çığlık (2010)’’, Kıbrıs ‘’Yes Be Annem’’ 2002-2016 (Eylül-2016) isimli kitaplarıyla; Ülkemizin son 65 yılında öne çıkan, yaşanmış önemli olayları anlatan: ‘’10’ların İzleriyle Türkiye (2014)’’,’’Kırılmadık Ne Kaldı?-Zaman Asla Kaybolmaz (2015)’’, ‘’Önce Vatan (Eylül 2017) isimli kitapları da bulunmaktadır… Sivil iş hayatına ‘Türkiye Sigorta Sektöründe’’başlayan Atilla Çilingir Koç YKS bünyesinde uzun yıllar görev yaptıktan sonra, halen dünyanın 18 ülkesinde hizmet veren, sağlık bilişim şirketlerinden birisi olarak ülkemizde de faaliyet gösteren; ‘’CompuGroup Medical Bilgi Sistemleri A.Ş’’ bünyesinde, görevine devam etmektedir. Pek çok üniversitenin ‘Bankacılık-Sigortacılık Fakültelerinde, Yüksek Okullarında, vermiş olduğu seminerler, konferanslar ile sektöre bu yönde de hizmet vermeye devam eden Çilingir’in: Sigorta sektöründe 27 yıldan beri vermiş olduğu hizmetlerini anlatan; ‘’Sigortalı Hayatın Gerçekleri’’ (2012) isimli bir kitabı daha bulunmaktadır. Atilla Çilingir; bugüne değin kitaplarından elde etmiş olduğu telif gelirleriyle; Sosyal sorumluluk projeleri kapsamında: 2010 yılında ‘K.K.T.C Lefkoşa Şehit Aileleri ve Malul Gazileri Derneğine’ ‘Tarihten Gelen Çığlık’ isimli kitabının telif gelirini bağışlamış, 19 Şubat 2012’de Van’da yaşanan büyük depremden sonra Van’ın Muradiye İlçesi Akbulak Köyü İ.M.K.B. (İstanbul Menkul Kıymetler Borsası) Yatılı Bölge İlk Öğretim Okulunda içinde 20 adet bilgisayarı bulunan ve kendi adını taşıyan bir BT (bilgi teknolojisi) sınıfı açmış. 02 Haziran 2017 tarihinde de Samsun’un Tekkeköy ilçesi Büyüklü İlköğretim okulunda da adını taşıyan, içinde 2500 kitabı, 2 adet bilgisayarı bulunan bir kütüphanenin açılışını sağlamıştır.