Aile: S.O.S

102

Önce homurtu şeklindeydi, yakınmalar; sonra dile geldi, mevcut sorun. Şimdi çığlık oldu; ama dinleyen yok. İşin ehemmiyetini bilen düşünürlerin, vicdan sahibi yazarların, haber peşine koşan muhabirlerin söyledikleri, yazdıkları şunlar: “Aile bitiyor, evlenmeler gecikiyor, boşanmalar artıyor…”

Yıllar önce, Batı’da aile kurumunun zayıfladığı hatta çöktüğü, anne ve babanın çocuklar üzerinde bir otoriteden ve yetkiden mahrum olduğu, huzur evlerinin hızla arttığı anlatılardı da biz hep bunu tuhaflardık. Bize göre ailesiz bir hayat olamazdı, annesiz ve babasız bir hayat ölümden beterdi. Geniş aile olarak adlandırdığımız dedelerimiz, ninelerimizle birlikte biz hayatı kucaklar, sever ve hayata karşı direnirdik. Bunlardan her birinin bir yeri ve değeri vardı aile ortamımızda; birinin eksikliği, düzenimizin bozulması demekti.

Boşanma nedir, bilmezdik; büyüklerini huzur evlerine gönderenler ayıplanırdı. Seküler hayat tarzıyla birlikte aile düzenimiz bozuldu, dün “günah” dediklerimiz “mübah” oldu. Batı’da görüp güldüğümüz durumlara kendimize bakıp ağlayacak haldeyiz. Aileyi güçlendirmek iddiasıyla oluşturulan resmi ve akredite edilen özel kurumlar, kaş yapayım derken göz çıkarıyor, güya desteklenen aileyi daha da çökertiyor. Yıkılan, çöken, dağılan ailelerdeki çığlığı sağır sultanlar duyuyor; ama her nedense bizdeki etki ve yetki sahipleri duymuyor.

Kılavuzu karga olanların gideceği yer bellidir. Psikolog olarak görev yapan aile danışmanların çoğu aile deneyiminden yoksun, sıkıntı yaşayan ailelere sundukları formüller de toplumsal gerçeklerimizden ve yetişme kültürümüzden uzak.

Bu böyle gitmez, bir çare bulmak lazım. Model ailelere ihtiyaç var. Bir tarihte bir öykücük okumuştum: Kadın, kocası vefat ettikten sonra, eşinin adı evde anılmaya devam etsin diye vefat eden kocasının ceketini askıya asar. Her ay bir miktar parayı ceketinin cebine koyar. Çocukları annelerinden para istediklerinde,  “Yavrum, gidin babanızın cebinden alın.” der. Çocuklar alır, anne der ki “Hadi bakalım, şimdi babanıza dua edin.” Çocuklar Fatiha okuyup analarına sarılır, “Rabbim ondan razı olsun.” derlermiş.

Bu bir kültürdür, bu bir değerbilirliktir, bu bir vefadır. Aileyi yaşatan da içinde vefa, değerbilirlik, sevgi, saygı, fedakârlık, sadakat, ketumiyet, mahremiyet, hakkaniyet gibi değerleri barındıran ahlak değil midir? Sekülerlik, bu değerlerin hepsini reddeder. Sekülerlik, bir değersizleştirme anlayışıdır. Sekülerlik, değerlerin getirdiği yükten kurtulmayı, bireysel yaşamayı telkin eder. “Mademki geldim dünyaya mutluluk ve haz hakkımdır.” der. Nefsin şımarmasını engelleyen bütün duvarlar, yıkılmalıdır.

Bizim aile kültürümüzde baba her zaman bir otoritedir. Kadının, kocasına sadakati bir kölelik değil, değerbilirliktir. Ev hanımının sadakati, babanın sorumluğunu artırır. Anne ile baba arasındaki güven ve dayanışma, çocukların aileye olan mensubiyetini güçlendirir. Birbirine dua eden fertlerden oluşan aile, artık sosyal hayatın taarruzlarına karşı yıkılmaz bir kaledir. Babanın yaşıyorsa varlığı, ölmüşse hatıraları bile kadına güç, evlatlarına derin bir aidiyet duygusu vermektedir. Elbette ölenle ölünmez, ancak bizde ölen kişinin hatıraları hemen silinmez, unutulmaz, eşyaları yok edilmez. Yaşanmışlığın da bir değeri vardır.

Ahlak, bir değerler bütünüdür. Seküler anlayışta değerler olmadığı için bir ahlak bütünlüğünden bahsedemeyiz. Türk ve İslam aile yapısını korumak, yaşatmak adına iş başında olanlar görüyorum ki referanslarını Batı’dan alıyorlar, seküler anlayıştaki psikologların öğretilerini bize telkin ediyorlar. Ailenin yaşatılması adına önerdikleri çözümler, uyguladıkları sistemler ya da yönetmelikler, aileyi daha da çökertiyor, yok ediyor.

Rahmetli annemin ve babaannemin ayıp ve günah sözcüklerini birlikte, bazen birini diğerinin yerine kullandığını duyar, kendilerini çokbilmişlik edasıyla uyarırdım. Şimdi anlıyorum ki onlar için günah olan zaten ayıptı, ayıp olan da günah sayılırdı; çünkü referansları İslam idi. “Din”i laiklik hayranlığıyla devlet düzeninden, sekülerlik özentisiyle toplum hayatından kovduk. Önce günahtan sonra ayıptan kurtulduk. Aile reisi olarak tanımlanan babanın, karısına ve çocuklarına karşı olumsuz tavrı günah olmaktan, kadının kocasına karşı haddini bilmez tavırları ayıp olmaktan çıktı, gitgide çağdaş özgürlük, bireysel hak alanına girdi. Şimdi yandı gülüm keten helva, atı alan Üsküdar’ı geçti.

Okul kitaplarında yapılan aile tanımı, çizilen aile resimleri bize uymuyor, bizi temsil etmiyor, bakınız aile çözülüyor, yıkılıyor. Kendi kültürümüzde inşa ettiğimiz aile yapımıza dönmeliyiz. Rol model aileleri gündeme getirmeli, onların hayatlarını özendirmeliyiz. Okul kitaplarımızda onların hayatlarına yer vermeliyiz.

Bugün zorla kreşe götürüldüğü için aile sıcaklığını tanımadan büyüyen çocukların yarınlarda anne ve babalarını mecburen huzur evlerine hapsetmelerini istemiyorsak çatırdayan aile kurumunu acilen tamir ve zaman içinde ihya etmek zorundayız. Politika üretici ve uygulayıcılarının gündemini işgal eden hiçbir iktisadi, siyasi meşguliyet bundan daha önemli değil.