Tanzimat’tan beri, işin hep kolayına kaçıyoruz.
Sadece zevahiri kurtarmakla yetiniyoruz.
Çareyi, sırf görünüşü düzeltmekte buluyoruz.
Meselenin / sorunun ruh yönünü ihmal ediyor,
Hep bir tarafa bırakıyoruz.
Bugün de aynı hatada ısrar ediyoruz.
Balık tutmayı öğrenmek yerine,
Balık verecek birilerini aramakla meşgulüz!
İnsanı kazanmak yerine; onu itmeye bakıyoruz!
Onu itimat edilir hale getirmiyor; onu dışlamayı yeğliyoruz!
Ona ümit vermiyor.
Onu gayrete getirmiyor, ona güvenmiyoruz!
Ona iş vermiyor; başaracağına inanmıyor,
Dürüst olacağını düşünemiyoruz!
İnsanımızın idareci ve yönetici olabileceğini
Aklımız almıyor!
Her işin üstesinden gelebileceğini, ondan beklemiyoruz!
Türkiye Cumhuriyeti,
Bir fetret / bir ara / bir geçiş dönemi geçirdi, geçiriyor.
Fakat artık boşalan manevî bataryaları
Dolmaya başladı, doluyor.
Maneviyatsızlık boşluğunda kaldığından ötürü,
İşlerinde aksama oluyor, gereğince dürüst olamıyor,
El attığı işlerin üstesinden tam olarak gelmiyor gelemiyor.
Mesleğini, baştan sağma yapıyor!
Günü kurtarmaya bakıyor, geleceğini gölgeliyor!
Üstelik bunun farkında değil!
İşte bu muvakkat / geçici hâllerinin
Devamlı olacağını sanan resmiyet;
Türk insanının elinden, bütün yetkileri almak.
Onu idareci oluş vasfından uzaklaştırmak.
Onu hâkim değil, mahkûm olarak görmek istiyor!
Yani hükmeden değil, hükmedilen;
İdare eden değil, idare edilen;
Güden değil güdülen olarak görmek istiyor!
Ve tabii ki çok yanılıyor, çok aldanıyor.
Bu gidişle pişman olacağı muhakkak.
Üstelik, pişman olduğuna da pişman olacak.
Fakat bu pişmanlık hiç fayda vermeyecek.
Resmiyet, büyük bir yanılgı içinde.
Görülmemiş bir gaflet bataklığında.
Dönüşü muhal / imkânsız kararlar arifesinde.
Kendi insanını, kendi elleriyle elinden çıkarmak üzere.
Kendi insanını, yabancıların insaf ve merhametine terketmiş halde.
Acıdır ama resmiyet demek istiyor ki,
Ben kendi insanıma, öz vatandaşıma, ne inanıyor ne de güveniyorum.
İyisi mi boynumuza yular takıp, güdümü yaban ellere bırakalım.
Yazık ki resmiyet, kendi ipini kendisi çekiyor, çekmek istiyor!