Gagarin Tanrı’yı Gördü mü? (Deizm)

117

Din veya ideoloji… İktidar dayanağı hâlinde kullanılmaya başladığında ikisi de sakatlanır. Diktatörler eninde sonunda tahtlarından iner, fakat onlarla birlikte istismar ettikleri ideolojiler de çöküntüye uğrar.

Bir zamanlar komünizm bu haldeydi. Her bakımdan tükenmiş politikacılar dünyanın birçok ülkesinde bu “mutlak gerçek” ile kendilerini ve diktalarını haklı göstermeye, iktidarlarını korumaya çalışırdı. Komünizm de komünist diktatörler de bitti.

Şimdi sıra “Siyasî İslâm”dadır. Endişemiz, çöküşün birçok insanın dimağında İslâm’ın kendisine de etki etmesidir. Mustafa Öztürk Hoca’nın yukarıya aldığımız Tweet’indeki endişe budur ve buna katılmamak zordur.

1969 yılında, komünist diktatörlüğün altın çağında bir bilim kongresi için Polonya’ya gitmiştim. İki anekdot dün gibi aklımdadır. Biri Krakov’da bir katedrali gezerken mihmandarımız hanımın bir soruya verdiği cevaptı.

Soru, “Polonya’da din nedir?” idi. Mihmandar, “Resmen ateist deriz fakat çoğunluk Katoliktir” demişti. Verdiği cevaptan bir rahatsızlık da hissetmemişti. Diktatörlüklerde söylenenle yapılanın bir birine uymamasına alışılıyor… İkincisi Macar teorik kimyacı Profesör Yanoş Ladik’in anlattıklarıydı. Beni kapalı mekândan bahçeye çıkarıp, “Böyle yerler dinlenir” dedikten sonra şöyle devam

etmişti, “Seni birkaç gündür izliyorum; burada komünist arıyorsun. Burada arama, bulamazsın, burada hiç komünist yok. Komünistlerin hepsi sizin tarafta. Macaristan Komünist Partisi Genel Sekreteri arkadaşımdır. O da komünist değil. Komünizm nutku atması gerektiğinde utanıyor.”

Sözde komünist ülkelerde insanların devletin resmî ideolojisiyle bir ilgisi yoktu. Ben o yıllarda Orta Doğu Teknik Üniversitesi’ndeydim ve bizim taraftakilerin bütün derdi yapacakları ihtilalden önce Mao ile Stalin arasında bir karara varmaktı.

O yüzden komünist jargona da söyleme de epey hâkimdim. Polonyalı, Macar, Rus, Ukraynalı meslektaşlarıma bu konuları açtığımda üç aşağı, beş yukarı şu cevabı alıyordum: “Biz bunları yıllar önce okulda okumuştuk. Aradan çok zaman geçti. Pek aklımda kalmadı.” Bakın bunu söyleyen insanlar, o ülkelerin kapıcıları veya tuvalet bekçileri değil, akademisyenleriydi!

Gagarin Tanrı’yı gördü mü?

Hrutçef döneminde uzaya ilk insanı Sovyetler çıkardı. Yuri Gagarin’di kahramanımızın ismi. Ona ait bir fıkra meramımı pek güzel açıklıyor. Gagarin, çatırdayan bir iktidarın son ümitlerinden biriydi, Kanal İstanbul gibi bir şeydi. Hemen dünya turuna çıkardılar.

Fıkra burada başlıyor. Turdan önce Hrutçev, Gagarin’i çağırıp Kremlin’de özel bir odaya almış ve sormuş, “Yukarıda Tanrı’ya rastladın mı?” Gagarin, “Evet Sayın Genel Sekreter. Orada oturuyor.” deyince Hrutçev, “Ben de öyle olduğunu tahmin ediyordum ama sakın kimseye söyleme!” demiş.

Dünya turu sırasında Roma’ya da uğramış Kozmonot Gagarin. Amerikalılar uzaya çıkanlara astronot, Ruslar kozmonot derdi… Kozmonot Gagarin Roma’ya da uğramış ve Papa onu Vatikan’a davet etmiş.

Özel bir oturum yapmışlar ve Hazret, sesi titreyerek sormuş: “Evlâdım, çıktın, gördün. Tanrı var mı?” Gagarin tenbihli ya, yalan söylemiş ve “Hayır muhterem peder, yok.” demiş. Papa ağır ağır külahını sallamış. “Ben de öyle tahmin ediyordum ama lütfen oğlum, senden rica ediyorum, kimseye söyleme.” demiş.

Ortodoks kilisesini biz mi iğfal ettik?

İnanç siyaset uğruna kullanılınca işte böyle oluyor.

Dinin siyasete alet edilmesi, maalesef, Muaviye Kuran sayfalarını mızrakların ucuna taktıralı beri Müslüman geleneğidir. Erol Güngör’ün ta 1957’de hazırladığı ve 1963’de “E. Kırşehirlioğlu” müstearıyla yayınlanan, Türkiye’de Misyoner Faaliyetleri kitabındaki şu pasaj çok ilgi çekici ve acıdır:

Hristiyan müellifleri, eski kiliselerin, İslam fetihleri dolayısıyle, hayatiyetini kaybetmesine sebep olarak, Hristiyanların Müslümanlarla olan mütemadi münasebetlerini gösterirler. Zira bu yüzden onların da kendilerine tamamen yanlış olan şu iki hususa, yani ahlakî karakterin kurtuluş için esas olmadığına, keza normların ve merasimlerin Tanrının inayetini temine kâfi geldiğine inandıkları kanaatindedirler.

Ortodoks Hristiyanların neye inandıkları beni çok ilgilendirmiyor. Fakat Batılı Hristiyanların doğuluları tenkidinde bu tespitleri vahim:

1) Müslümanlar güzel ahlâkın kurtuluş için gerekmediği kanaatindedir.

2) Merasimleri yeterince yerine getirirseniz bu yeterlidir diye düşünürler.

Dinimizde bunların doğru olmadığını siz de biliyorsunuz, ben de. Fakat niçin ikimiz de sanki bu sözlerde doğruluk payı varmış gibi hissediyoruz; niçin yaralanıyoruz sevgili okuyucum? Çünkü İslam böyle değil ama maalesef Müslümanlar böyle.

Ezanı duyunca imana gelmek

Nobelli romancı Doris Lessing’in bir romanında, yanılmıyorsam “Cehenneme İniş İçin Brifing”te şöyle yazar: “Tanrı insanları yola getirmek için mesaj üstüne mesaj gönderdi. Nihayet anlasınlar diye sonuncusunu çok açık ve basit kıldı.

Sadece yasaklar ve emirler bildirdi ama onlar yine anlamadılar.” Lessing Kirmanşah doğumludur. Bizim dünyamızın yabancısı değildir, mistiktir ve tasavvufa yakın olduğu hem eserlerinden hem biyografilerinden bellidir. Lessing’in yanıldığını, bize gönderilen mesajın yasaklar ve emirlerden ibaret olmadığın biliyoruz; biliyoruz da niçin bu sözler de içimizde çarpıp yankılanacak ukdeler buluyor?

Şimdi “güzel adamlar” diye parlatılıp pazarlanan Siyasî İslamcı yazarların edebiyatlarında sık sık, kâfir iken veya pek dindar değil iken birden bire ışığı görüp, hani şu Hristiyanların “epifani” dedikleri mucizevi halle Müslümanlığa uyanan kahramanları vardır.

Bunlara onların filmlerinde de rastlanır. Peki, bu ihtida, bu aydınlanma nasıl olur? Hani bir Dostoyevski’nin iç kavgaları, bir Kafka metamorfozu, veya Oscar Wilde’ın Dorian Gray’i gibi mi? Din insanı kalbinden, ruhundan ve aklından kavrayan bir şeydir, her şeydir, değil mi? Hem iman, hem aşk, hem akıl değil mi? Hayır.

Bizim Müslümancıları ezan sesi uyandırır. Kâfir kâfir yolda yürürken birden ezan duyarlar ve Müslüman olurlar. Veladdallin! Ne derinlik değil mi! Bu uyanış Vahabi ülkelerde mümkün değildir her halde, çünkü oralarda ezanın makamlı söylenmesi günahtır ve beddua eder gibi ezan okurlar… Her vakti ayrı besteyle okumak biz yarı-kâfir Türklerin işidir. Tıpkı Itrî’nin “saltanatlı tekbiri” gibi. Tövbe tövbe!

Dinbaz kalemler bir başka astronotun, Aldrin’in uzayda ezan sesi duyduğunu fısıldıyorlardı. Uzayda ses olmaz gibi zevzekliğin lüzumu yok. Onlar dediyse vardır. Yalandan kim ölmüş?

Resmen Müslüman olan ülkeler imanlı mı?

Dinle siyaset yapmanın zirvesi herhalde adları resmen “İslam Cumhuriyeti” olan ülkelerdir. Onlar ne haldedir? Bir İran Türk’ü, Arif Keskin, yıllar önce bir Millî Düşünce Merkezi bilgi şöleninde anlatıyordu (23 Aralık 2015, 311’inci Bilgi Şöleni konuşmasından çözme) :

[İran’da] Camiye insanlar gitmiyorlar. Gençler camiye gitmiyorlar. Gençler namaz kılmıyorlar. Gençlerin yani daha öyle bir dinî kaygıları yok. Bunu net olarak söylüyorlar. Bunu da yazıyorlar. “Çok farklı bir şey yaşattık.” Çünkü neden? O devrim iddia ettiği hiçbir şeyi gerçekleştiremedi.

O yüzden ideal toplumu, ideal insanı yapamadı. Bunu gerçekleştirememesi toplumda çok büyük bir ideolojik bunalıma yol açtı. Bugün rahatlıkla, bunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki bugün İran toplumu en büyük ideolojik bir bunalım ve en büyük ahlaki buhran içerisindedir. Uyuşturucudan tutun da başka şeylere kadar en fazla tüketilen yer burasıdır.

Dönemin Tahran belediye başkanı yardımcısı net olarak söyledi. “Tahran’a her gün 5 ton esrar giriyor, uyuşturucu giriyor.” Bunu itiraf ediyorlar. Yani düşünün böyle bir topluma sebebiyet verdi. Yani laikliğin burada önemi de anlaşılıyor.

Böyle bir devrim, toplumu dindarlaştırmadı. Tam tersine dinsizleştirdi. Azerbaycan ilk devrimin başbakanı Humeyni’ye bir mektup yazıyor ve diyor ki: “Kur’an’da böyle bir ayet var. Peygamber seviniyor.” Neden seviniyor. Diyor ki: “Kur’an’da grup grup insanlar dine dahil oluyorlar, dine giriyorlar.

Buna seviniyor. Bugün siz öyle bir yönetim yarattınız ki Allah’ın dininden grup grup insanlar çıkıyorlar.” Misyoner faaliyetin en çok başarılı olduğu yer İran’dır. Otobüsle Türkiye’ye geliyorlar. Onun rakamını istatistik resmî bir rakam burada çıkartsak anlaşılır. Din değiştirmelerin çoğu orada yaşanıyor.

Bu konuşmanın tamamının çözülmüş hâlini MİSAK sitesinde bulabilirsiniz.

Bunun gibi, Suudî Arabistan’a giden bir hekim tanıdığım da orada en büyük sağlık probleminin alkolizm olduğunu söylemişti! Evet. Siz dış görünüşe ve laflara bakmayın.

Neden böyle oluyor? Komünist rejimde insanlar Katolik, dindar rejimde alkolik oluyorlar? Veya esrarkeş? Bir sebebi olmalı.

Yukarıda eski bir konuşmasını alıntıladığım Arif Keskin Hoca, daha yakın zamanda “Türkiye, İran’dan çok daha dindar” diyordu. Fakat bu gidişe göre böyle devam etmeyecek.

Deizmden değil, gerçeklerin konuşulmasından rahatsızlar

Deizm gürültüsünü duydunuz. Bir kere insanın hemen dikkatini çeken şey şu: Onlar deizm veya ateizmin yayılmasından rahatsız değiller. Rahatsız oldukları şey birilerinin “Deizm, ateizm yayılıyor” demesi. Bir an için durup, “Gerçekten yayılıyor mu? Yayılıyorsa neyi yanlış yapıyoruz? Neyi başka türlü yapmalıyız?” diye bir dertleri yok.

Bütün sıkıntıları: Tam seçim sathı mailinde bu laf ne cesaretle söylenir! Bu, tiranlık kültüründe, “Kötü haber getiren habercinin kafasını vurun!” anlayışıdır.

Aslında deizm ve ateizmin yayılmasına dair haberler ve belirlemeler yeni değil. Bakın nasıl:

Ayşe Sucu Hanımefendi’nin köşe yazısından alıntılıyorum:

Themis Araştırma Şirketi, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü adına, 2016’da, 11-16 Mayıs tarihleri arasında bir araştırma yaptı. Koray Yücel’in yönettiği bu araştırma, İstanbul’un 15 ilçesinde yaşayan toplam 1283 seçmen ile yüz yüze görüşülerek gerçekleştirildi. Amaç, siyasi gündeme ilişkin ve yaşam biçimi ile ilgili tercihlerin hangi yönde şekillendiğinin tespit edilmesiydi.

Ankette, farklı sorular söz konusu; fakat benim dikkatimi çeken, “Hangi inanç sistemi size uygun” sorusuna verilen cevaplardaki çıkan sonuç. Oranlar şöyle: Kendisini ateist olarak tanımlayanlar % 6,6; “Allah’a inanıyorum, peygamberlere inanmıyorum” diyenler % 5,3… Müslümanım diyenler % 86,9; Hristiyan % 0,7; Musevi % 0,5.

Konda’nın 2010’da yaptığı araştırmaya göre, Türkiye’deki ateist oranı % 2,3 iken; bu oran 2015’te 2,9’a yükselmiş. Themis’in araştırmasına göre, İstanbul’u baz alırsak, bu oran iki kat artmış durumda. Buna deistleri de katarsak, İslam’a inanmayanlarda ciddi bir yükselme söz konusu.

MAK Danışmanlık şirketi, 12-18 Haziran 2017’de 30 büyükşehir, 23 il ve 154 ilçede 5400 kişi ile yüz yüze görüşme yöntemi ile “Türk Toplumunun din ve dini değerlere bakışı” isimli bir araştırma yapıyor.

Bu ankette, Allah konusunda din dışı cevaplar şöyle:

Yüzde 4 Allah’a inanmıyorum. 4
Cevap vermek istemiyor veya kararsız 4
Varlığına inanıyorum da her şeye karıştığına inanmıyorum. 6
Toplam:14

Kitaplara inanma konusunda din dışı cevaplar şöyle:

Yüzde 14 Kuran ve diğer kitapların vahiyle geldiğine inanmıyorum.

Cevap vermek istemiyor veya kararsız yüzde 10

Toplam: 24

Nihayet peygamberler konusundaki cevaplar:

Yüzde 9 Peygamberlere inanmıyorum.

Cevap vermek istemiyor veya kararsız 8
Toplam: 17

“Evet, Peygamberlere inanıyorum ama bazı konularda örnek alsam da her konuda Hz. Muhammed (SAV) örnek alınacak rol model / örnek değildir” diyen %20’yi din dışı diye nitelemedim. Çoğu bunu da din dışı addedecektir. Softalara uyarsak peygamberler konusunda din dışılık %37’ye yükselir. Birinci gruptaki, “Allah’a inanıyorum ama her şeye karıştığına inanmıyorum” da din dışı sayılmayabilir.

Bu anketin öğrenilmesi üzerine Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Diyanet Dergisi Ağustos 2017’de “Deizm, Ateizm, Nihilizm Kıskacında İnsanlık” özel başlığı ile çıkıyor. Bu sayılan “izm”lerin yaygınlaşmasından şikâyet ediyorlar ama kabahatı artan iletişim imkânlarında ve kontrolsüz erişilen bilgide buluyorlar.

Diyanet İşleri Başkan Vekili Ekrem Keleş Bey şöyle yazmış: “Günümüzde her geçen gün gelişen teknolojinin ve kitle iletişim araçlarının da etkisiyle her türlü bilgiye hızla erişimin kolaylaşması ve bilginin kontrolsüz biçimde yayılması, beraberinde olumsuz pek çok düşünce ve fikir akımının da serbestçe dolaşımına imkân vermektedir.

Bu durum, inanç değerlerimiz başta olmak üzere günlük hayatımızı birçok açıdan etkilemekte; bizi inancımızdan, yaratılış gayemizden uzaklaştıran ve özümüze yabancılaştıran birtakım unsurlar, değerler dünyamızı tahrip etmektedir.”

Herhalde çare bilgiyi ve iletişimi kontrol altına almaktadır! İran öyle yaptı. Kuzey Kore öyle yapıyor. Akıl için yol birdir! Akılsızlık için de birdir galiba. Fakat her şeyden önce bu hususların öyle ulu orta konuşulmasını önlemeliyiz. Ne yani? Kabahat kendilerinde veya – haşa-iktidarda olabilir mi! Ağzımızdan yel alsın!

Konunun yakın tarihçesine devam edelim. Tarih ve bilime kültürümüzün tam da içinden bakan, bilim adamı, Medeniyet Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. İhsan Fazlıoğlu, bu konu vantilatöre çarpmadan önce bir panelde şöyle konuşuyordu (Emeti Saruhan’ın yazısından alıntılıyorum.):

Okuduğum İmam Hatip okulundan bir heyet gelerek benimle fikir alışverişinde bulunmak istediklerini söylediler. Deizm yayılıyor, bu çocuklara ne anlatalım, ne yapalım diye sordular. Dedim ki, konuşmayı bırakın, yapın artık. Devamlı konuşuyoruz. Terbiye temsil ister. Örnek olacaksınız. Dini temsil makamındaki insanların bu durumu sürdüğü müddetçe 10 yıl sonra neslimiz bizimle kavga edecek. Bu dinin bir faydası olsa babama anneme olurdu diyecekler.

15 Temmuz’dan bu yana benim odama 17 tane başörtülü deist bile değil tanrı tanımaz öğrenci gelip benimle bu konuları konuştular. Başörtülü öyle geleneksel de değil bildiğin başörtülü. Sosyal statüleri gereği, aileleri nedeniyle hala başörtüler ama tanrıya bile inanmıyorlar.

Ortak neden sahnede dini temsil ettiğini söyleyen insanların eylemlerinin sonucudur. Mesele bu kadar ciddidir. Bu sonuçlarla yüzleşmezsek 30 yıl sonra çok farklı şeyler konuşuyor oluruz.

Emeti Saruhan’ın konuyla ilgili yazısının tamamını okumanızı da tavsiye ederim.

Bunlar olup biterken, iktidar çevreleri ve iktidar ortaklarından çıt çıkmadı. Herhalde bu haberleri danışmanlar reislere okumuyorlardı. Cesaret meselesi…

Sonra birden bire yer yerinden oynadı.

Konya İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün, İKDAM Eğitim Derneği ve Uluslararası Öncü Eğitimciler Derneği ile ortaklaşa düzenlediği ve Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi ve İmam Hatip Lisesi Meslek Dersi öğretmenlerinden oluşan 50 öğretmenin katıldığı “Gençlik ve İnanç” konulu çalıştayın sonuç bildirgesinde, gençlerin deizme kaydığı belirtildi.

Sen misin bu tespiti yapan. Sayın Cumhurbaşkanımız Millî Eğitim Bakanı’nı kürsüye çağırıp ne oluyor diye sordu. O da açıklama yaptı: Sadece gitmelerine müsaade etmiştik. Öyle anlaşılıyor ki pırlanta değerindeki Millî Eğitimimiz, bütün toplantı ilanlarını izleyip öğretmenlerin hangilerine gidip hangilerine gitmeyeceğini bildirmektedir.

Üstün bir gayret! Konya İl Millî Eğitim Müdürü şaşkın olduğunu beyan etti. Sayın Bahçeli, “Türk gençliğine deizm karası çalanlar nedamet getirmelidir!” dedi. Bundan sonra bu konuda kimsenin pek söz söyleyebileceğini sanmıyorum. Yok deyince yoktur. Diyanet İşleri Başkanımız da aynı fikirde. “Milletimize, gençlerimize kimse iftira atmasın” O özel sayı mı? Böyle sorularla bozgunculuk etmeyin.

Zaten orada “dünyayı saran tehlike” deniliyordu. O sayı Türkiye’ye değil dünyayı kurtarmak için çıkmıştı! Üstelik orada yazılanlar Sayın Cumhurbaşkanımız’ın bu konudaki tutumunun belirmesinden önceydi. Dolayısıyla hükümsüzdür, neshedilmiştir; sapkın fikirler düzeltilmiştir.

Bu arada haddim olmayarak sık tekrarlanan bir yanlışı düzelteyim. İktidar cephesinden her konuşan, bu arada derin ilminden zerre kadar şüphe etmeyeceğimiz Diyanet ileri gelenleri, Deizmin, Tanrı’nın dünyada hiçbir şeye karışmadığını savunduğunu söylüyor.

Herhalde danışmanlar böyle söyleyip yanıltmışlar. Deizmin gerçekten bu görüşte bir fraksiyonu vardır. Ona “soğuk deizm” deniyor. Fakat Tanrı’nın dünyaya karıştığını ve dua edilmesi gerektiğini söyleyen deistler de var. Onlara da “sıcak deist” deniyor. Muhakkak siz daha iyi bilirsiniz ya…

Otokrasilerde ideoloji niçin çöküyor?

Şimdi yazının başındaki tespite dönelim. Dedik ki, din veya ideoloji antidemokratik iktidara siyasî dayanak olarak kullanılıyorsa insanlar kullanılan düşünceden uzaklaşıyor. Öztürk Hoca’nın başa aldığımız Fazlıoğlu Hoca’nın alıntıladığımız sözünde belirtildiği gibi… Niçin?

Çünkü bilimsel sosyalizm, Marksizm, demokrasi, liberalizm ve hassaten teoloji gibi konuların münakaşası akademik donanım gerektirir. Akademik donanım ancak uzun ve yorucu gayretle elde edilir. Kolay yoldan mevki, makam ve servet kapanlarda bu donanım bulunmaz. Çünkü onlar o gayrete katlanabilecek tipler değillerdir.

İşte diktatörlüklerde makam ve mevkileri dolduranlar da tam tamına bu tiplerdir. Çünkü dini, ideolojiyi siyasî iktidar aleti yapan diktatörler, tayinlerinde liyakatı değil, sadakatı gözlerler. Böylece kolay yükselmek isteyen tabilerle kendini garantiye alma peşindeki metbu, aynı noktada birleşir. Kim takar fikri, zikri…

İşte bu tiplerin işgal ettiği hitabet mevkileri hür fikirli, karakter sahibi insanlara, bu arada ideal dolu, dürüstlüğü kendine şiar edinmiş gençlere etki etmez. Çünkü onlar inanırlılıklarını kaybetmişlerdir. Zaten konuştukları konulara hâkim falan da değillerdir. Akıllarınca o anda ne lâzımsa onu söylemektedirler. Öyle olmayanlar, konularına hâkim, gerçeği öğrenmenin zahmetli yolundan geçmiş olanlar ise “mülakatta” kaybetmiştir.

Dürüst insanlar size bakar: Mesela “Dolardaki çıkış spekülatiftir. Dolara dokunan yanacaktır.” demişsiniz. Bunu dolar 2 TL iken, sonra 3 TL iken, sonra 4 TL iken söylemişsiniz. Genç bundan şu mesajı alır: Bu adam ya yalancı yahut bilgisiz. Ona inanılmaz. Üstelik hâlâ başı havada dolaşıyor. Demek ki kişiliği de zayıf.

Dürüst insanlar size bakar: “Biliyorlar ki referandumda ‘Evet’ çıktığında terör bıçak gibi kesilecek!” demişsiniz. Sonra terör azdıkça azmış. Namuslu insan sizin hakkınızda şu hükmü verir: Atıyor. İşine ne gelirse onu söylüyor. Ciddî değil.

Namuslu insanlar size bakar: “Kobani’yi kurtarmak için militanları topraklarımızdan geçiren bunlar değil miydi?” diye sorar. Askerî birliklerin önünden teröristler resmigeçit yaparken, “kıpırdamayın” emrini veren bunlar değil miydi? Türk egemenliğinin paylaşılmasına razı olalım diye âkil adam heyetleri çıkaranlar bunlar değil miydi? O halde: “O halde bunların şu anda söylediklerinin de kısa bir süre sonra tam tersini söylemeleri mümkündür!” der.

Namuslu genç size bakar: “Yahu bu, daha dün, namus, şeref, namussuz, şerefsiz nutuklarıyla ve şiddet-i tasmim ile şu anda dediklerinin tam tersini bağırmıyor muydu?” der ve şu sonuca varır: Bunun dedikleri dinlenmez.

Dürüst insanlar memlekete bakar: Cüppeli, sakallı, fesli tiplerin televizyon kanallarını işgalini ve aynı anda çocuğa tecavüzün, kadına şiddetin yüzde bin arttığını öğrenir.

Dürüst insan cebine bakar: Sizin “Dört kat büyüdük” lafınızı duyar ve içinden… Kim bilir neler der.

Bütün bunların üstüne eğer siz, sıkıştıkça her cümlenize “ALLAAAAHHH!” diye başlayıp “ELHAMDÜLİLLAAAAAH!” diye bitiriyor ve bu lafların başında ve sonunda yalana dolana devam ediyorsanız, bu kavramlar üzerinde fazla düşünmemiş fakat dürüst gençlerin şüpheye düşmeleri… Doğru değildir ama anlaşılır sapmalardır.

Şarlatan hekimin candan; ahlâksız, hırsız imamın dinden etmesi bundandır işte.

Gençler, sizin gibi sözde Müslümanların şerrinden Allah’a sığınıyor. Siz bunu deizm sanıyorsunuz. Biz deistleri Müslüman yaparız ama siz ümitsiz vakalarsınız. Yalancıdan, hırsızdan, ahlâksızdan, yolsuzdan, yanardönerden hiçbir dinin mümini olmaz. Sizi ateistler bile kabul etmeyecektir.

Ve ilahiyatçılar! Sizler, yalnız deizme değil, Müslümanlık maskesiyle yapılan vahşete, tecavüze, hırsızlığa, yolsuzluğa, yüzleri kızarmadan yalan söyleyenlere, her dedikleri yanlış çıktığı halde kibirlerinden yanlarına yaklaşılmayanlara ilk itirazı yükseltecek mevkidesiniz. Neredesiniz? Yoksa siz de mi cübbelerinize düğme diktirdiniz?