Ağaç: Ben masa, sandalye, mobilyayım diyemez. Ama bunları olabilirim.
Bu potansiyel, bu gizil güç, bu birikim bende var diyebilir.
Masa, sandalye, mobilya olabilmesi; yontulmasına, işlenmesine bağlı.
Marangozun usta ellerine teslim olmaktan geçer.
İşte insan aklı da böyledir.
İnsan da ben doktorum, ben kimyagerim, ben fizikçiyim diyemez.
Fakat bunlardan biri olabilirim diyebilir.
Lâkin bir şartla: Eğitimle, eğitilmekle, ilgili mektebe gitmekle.
Öyleyse olmadan, olmuş gibi konuşmamalı.
Akıl; akıl olabilmesi için mutlaka istediği bir alanda yetişmesi lâzım.
İnsanın, ehil insanın elinden geçmesi gerek.
Yoksa söyledikleri, iddia ve savdan öte geçemez.
Samimi olsa bile sonuç alamaz.
Üstelik elâleme rezil ve rüsvay olmak da var işin içinde.
Akıl; istenen bir sahada ehil akıl olmadan,
Aklını ileri sürmek akılsızlıktır be dostlar!
Çünkü akıl, ortaya bir şey koyan değil;
Ortada olanı tartan, kavrayan, anlayan ilahî bir yetenektir.
Tartar ama, tartılmaz.
Akıl eder ama kendisi akıl edilmez.
Kavrar ama kavranılmaz.
Anlar ama anlaşılmaz.
Müşkülleri açar ama kendisi açılmaz.
Varlığı bilinir ama
Mahiyeti, iç yüzü bilinmez.
Fakat bu bilinmeyiş, bu meçhuliyet,
Hizmetine engel olmaz.
Faydalı oluşuna asla bir mani teşkil etmez.
Akıl; başka akılların öğrencisi olmadıkça,
Başka akılların ne öğreticisi ne de öğretmeni olabilir.
Akıl; büyük bir açlıkla öğrenmeli,
Öğrendiğini de büyük bir zevkle öğretmeli.
Çünkü para harcadıkça biter.
İlim ise harcadıkça artar.
Makusen mütenasip yani ters orantılı.
Bu hususta:
“Biliyorsun, neden öğretmiyorsun?”
Diye soran Sümerli;
Bize yol göstermeli.
(Bilim ve Gelecek, Mart 2004, s. 6)
Çünkü bilim:
Aklın gıdası.
Öğretmek ise,
Paylaşımdır.
Üstelik her ikisi:
Hem aklın gereği,
Hem insanın ereğidir.