Düşünen Adam Kıtlığı veya Kaht-ı Mütefekkir

94

“Kaht-ı rical” ifadesini duymuş olmalısınız. “Kıymetli insan yetişmemesinden ileri gelen devlet adamı ve yönetici kıtlığı” diye açıklanıyor sözlüklerde. Bu konuda eksiğimizin olduğu, hep dillendiriliyor. Buna itirazım yok; ancak daha önemli bir eksiğimizin olduğunu söylesem ne dersiniz? “Kaht-ı mütefekkir”: Düşünen insan kıtlığı…

Düşünür, mütefekkir, diye adlandırdığımız insanlarımıza haksızlık etmek istemem, lakin tarih hafızamızı iki bin yıl önceye kadar yoklayalım; kendini aşmış, buluşu ve düşünüşüyle insanlığın önünü açmış, bir medeniyetin inşasına öncü olmuş kaç mütefekkirimiz var? Aklınıza gelenler, sizi yeterince mutlu etti mi? Bu insanlarla aynı iklimde ve medeniyet kuşağında olmaktan dolayı sizde bir övünç oluştu mu? Yoksa başka medeniyet iklimleriyle bir kıyaslama içine düşüp üzüldünüz mü?

Ben, “tefekkür etmeyi” yani düşünmeyi sevmeyen, düşünme tembeli bir toplum olduğumuza inanıyorum. Ayaklarımızı, bileklerimizi kullandığımız kadar zekâmızı, aklımızı kullansak Anadolu coğrafyamız, dünyada; milletimiz, medeniyet tarihi içinde farklı yerde olurdu. Sık sık “akledenler”e hitap eden Kitap’a haksızlık, o Kitap Sahibi’ne saygısızlık değil mi bu?

Zor iştir düşünmek. Cins insan olmayı gerektirir düşünür. Aç kalmak, uykusuz geceler geçirmek, anlaşılmamak, yalnızlık, dışlanmışlık vardır onunun kaderinde. Gerçek mütefekkir sürekli sancı çeker, sıcak çöllerde üşür, soğuk iklimde terler, uzun tünellerde ışık arar, kendini patlamaya hazır hissettiği anda bir hiçliğin girdabına düşer, bedeni zevklerin, dünyevi hazların tatminsizliği içinde yaşar. Meçhule giden dönme dolaptır o.

“Tanışmak, bilişmek” hikmetiyle sosyolojik olarak “kabileler” halinde yaşamak insanlığın kaderidir.  Her kümelenmede, kabilede, millette insanlık adına, bir düşünür sıfatıyla çile çekmeye aday kişiler hep olmuştur ve olacaktır. Önemli olan, bu insanları bulup takdir etmek, kıymetlendirmektir. Marifet, iltifata tabidir.

Kendilerine filozof, felsefeci, mütefekkir, düşünür, kanaat önderi gibi isimler verilen bu tür cins insanlar, biz yaratıkların kutup yıldızı, mihenk taşı, deniz feneri, övünç sebebidir. Düşünürden yoksun bir toplumda insan kalitesi düşük, siyaset bayağı, ekonomi felçtir. Orada beyinler dumura uğramış, ruhlar satılmış, bedenler köleleşmiştir.

Algıların, gerçekleri tersyüz ettiği; hatta algıların öne geçerek insanlığı yönetir hale geldiği bir zamanda yaşıyoruz. Gerçekleri kavramadan, algıların piyonu olarak dünyadan göçüp gideceğiz. İnsanlığı kendinden koparan, köleleştiren, sanallaştıran bu egemenlerin sistemine birilerinin “Durun kalabalıklar; inecek var!” ya da “Kral Çıplak” demesi gerekiyor.

Medeniyet kuruculuğu ve ezelden ebede iddiasında bulunan devletler ve yönetimleri “cins” diye vasıflandırdığımız insanları bulmalı, yaşatmalıdır. Ülkemizde, midelerimize hizmet eden çiftçilere, kol ve bacak gücüne hizmet eden sporculara yapılan teşvik kadar düşünen insanlar da desteklense iddiamız havada kalmaz, her birimiz saygın milletin onurlu bireyleri olarak yaşarız. Adına sanatçı, yazar, filozof, kanaat önderi denen bu insanların varlığından rahatsız olunduğu, düşüncelerinden korkulduğu kanaatindeyim. Zenginlik kabul edilmesi gereken farklılıklar, “ideolojik saplantı” hastalığı sebebiyle bastırılmak, yok edilmek istenmektedir. Yapılması gereken, farklılığı teşvik etmek, yaşatmak, bunların yaşaması için gerekli mecraları oluşturmaktır. Farklı düşünenlerin kendilerini ifade zemini bulabildikleri dergiler, öğretim ve eğitim kurumları gibi yerler kredi ve burs dağıtımında birinci sırada yer almalıdır. İnsan, aklıyla yücelir; insana verilen değer, akla verilen değerdir.

M. Foucault’un “Bir yerde herkes birbirine benziyorsa orada hiç kimse yok demektir.” sözünü anlamlı bulurum. Renklerin, iklimlerin, ülkelerin, düşüncelerin aynılığı, yokluk; varlığı ve farklılığı, birer ayettir. Resim renklerle, müzik seslerle, dünya insanlarla güzel. Onları değerli kılan, farklılıktır. Farklılık zenginlikse, yaşatılmalıdır. Eğitimcilerin, siyasetçilerin öncelikli görevi bu olmalıdır. Görevimiz, ölmek ve öldürmek değil, yaşamak ve yaşatmaktır. Anlayış ve algılarımızda acilen bir devrime ihtiyaç var. Anahtar kelimelerimiz hoşgörü ve tahammül.

Düşünme, disiplini ve ahlaki olmayı gerektirir. Düşünmenin dinamosu akıldır. Kaynağı akıl, güzergâhı disiplin ve ahlak, menzili insani bir medeniyet olan yol haritasına acilen ihtiyaç var. Ömrünü arayışla tüketen ve doğru istikameti bulamadığı için çaresizliğe düşen insanımızın ve insanlığın en doğru tercihi, bu olacaktır.

Teklifimiz, imkânsız değil. Zoru başarmak, hem kaderimiz hem mecburiyetimiz. Tarih, bir bakıma ölmüş milletler ve medeniyetler çöplüğü.