Cumhuriyet Döneminin İktisadî Arayışlar Tarihi–V

106

19.yy ve 20.yy başlarında başta İstanbul olmak üzere birçok Osmanlı şehrinin nüfus artışlarını ayrıntılı olarak veren S.Temel, bunun savaşlar nedeniyle yaşanan göç hareketlerinden kaynaklandığını ve bu durumun ekonomik kötü gidişi daha da hızlandırdığı görüşünü benimsemektedir. Bunun yanısıra yabancıların yatırım yaptığı yerlerin de kendine nüfus çektiğini düşünen Yazar, eşzamanlı olarak hızla artan kozmopolitleşmenin doruğa vardığı yer olarak da İstanbul’u işaretlemektedir.

“Küffara el açma” görüntüsü vermemek için çekingen davranan Osmanlı’nın dış borç adına ‘ilk günah’ı Kırım Savaşı’nda 3,3 milyon sterlinlik tahvil satarak yüklenmesini hikâyeleştiren Tezel, malî yükün kartopu gibi büyümesiyle 1875 iflası ve 1881 Dûyun-u Umumiye İdaresi altına girmekle emperyalist sömürünün en önemli aracı haline geldiğini ifade etmektedir. Yazarın dediği gibi 1854 ile 1914 arasındaki dönemde 359 milyon Osmanlı Lirası tutarında bir dış borç yükünün altına giren Osmanlı’nın eline geçen net para ise borçlanma usûlünden dolayı yalnızca 222 milyon Osmanlı lirasıydı.

Kısaca DUİ olarak nitelediği Dûyun-u Umumiye İdaresi üyelerinin aynı zamanda belli başlı şirketlerin yönetim kurulu olmalarını işleyen Y.Tezel, Avrupa emperyalizminin klasik bir siyasî ve malî müdahale kurumu olan DUİ’nin 1915’te 5.300 çalışanıyla “Devlet içinde devlet” gibi iş gördüğünü dile getirmektedir. Bu arada yüzde yüz yabancı sermayeli Osmanlı Bankası’nın da bu borçlanmalara aracılık yapmaktan dolayı büyük kârlar edindiğini belirtmektedir.

Deutsche Bank, Credit Lyonnais, Galata Bankerleri ve Fransız Tütün Rejisi hakkında bilgiler veren Yazar, Osmanlı ekonomisindeki emperyalist sömürünün büyük ölçüde ticarete dayandığını vurgulamaktadır. Tütün Rejisi’nin 1888 – 1909 döneminde 2 milyonluk yatırımla 4 milyon sterlinlik kâr sağladığını, 1915’e kadar inşa edilen 6.107 kilometrelik demiryolunun 4.037 kilometresinin yabancılarca yapıldığını ve bu arada har vurup harman savuran Padişah Ailesi’nin gayrimüslim bankerlere olan borcunun daha 1863’te 11 milyon sterline ulaştığını da ayrıntılandırarak anlatmaktadır.

1683 Viyana Bozgununu ‘büyük şok’ olarak tarif eden Yahya S. Tezel; kazanılması yüzyıllar sürmüş bölgelerinin birkaç yıl içinde kaybedilmesinin Osmanlı’yı dışarıdaki yeniçağa ayak uydurmaya zorladığını, dâr’ül-harb olarak gördüğü Avrupa’ya 700-800 kişilik inceleme heyetleri göndererek cihad anlayışını sonlandırdığını, Tercüme Odası ve Avrupa mantığıyla açılan mühendis okullarıyla birlikte bir var-kalma mücadelesinin mecburî tercihinde yol almaya başladığını ifade etmektedir.

İlerideki millî devleti kuracak kadroların bu okullarda ve Osmanlı devlet düzeninin bir bütün olarak çağdaşlaştırılması anlayışıyla yetiştiğini söyleyen Yazar, Türk milliyetçiliği hareketinin bu yeni asker-bürokrat kadronun içinde filizlendiğini ve ilk kez 1908 ile 1918 yılları arasında İttihat ve Terakki iktidarında ‘iktisadî milliyetçilik’ biçiminde denendiğini dile getirecektir.

“Cumhuriyet’in Devraldığı İktisadi Kaynaklar” başlığındaki ikinci bölümde öncelikle ‘İnsan Kaynakları’nı ele alan Tezel, Türkiye nüfusunun 1914 – 1927 arası dönemde 16,3 milyondan % 17’lik bir düşüşle 13,6 milyona gerilediğini tespitlemektedir. 1912’de imparatorlukta iç ticaret yapan işyerlerinin sadece % 15’inin Türklere ait olduğunu, 1922 İstanbul’unda dış ticaret işletmelerinin sadece % 4’ünün Türklere ait olduğunu anlatan Yazar, 1927’deki Türkiye nüfusunun % 99’unun Müslüman olduğunu ve % 86’sının Türkçe konuştuğunu aktarmaktadır. Dahası okur-yazar oranı da % 11’dir.

Otomobille yapılacak olan Ankara – İstanbul yolculuğunun 80 saat sürdüğü istatistiğini veren Yazar, tarımsal sulama alanında Anadolu’nun Helenistik ve Roma dönemlerinin de gerisinde kaldığını söylemektedir. Evlerde kullanılan en önemli enerji kaynağı da tezektir.