Fakat eğri oturup doğru konuşalım. “İslâmî Terör” yoktur demek; “terör yapan Müslüman yoktur” demek değildir. Bu ikisi birbirine karıştırılmamalı.
İslâm; katli, adam öldürmeyi yasakladığı halde; katil olanlar yok mu? Var. Bunun için İslâm suçlanıyor mu? Hayır.
İslâm doğru bulmadığı hâlde, hırsızlık yapan yok mu? Var. Bunun için İslâm suçlanıyor mu? Hayır.
İslâm kumar oynamayın dediği halde, kumar oynayan yok mu? Var. Bunun için İslâm suçlanıyor mu? Hayır.
İslâm teröre yer vermediği halde, terör yapan Müslüman yok mu? Var. Bunun için İslâm suçlanıyor mu? Evet, ne yazık ki suçlanıyor!
Oysa, yukarıdan beri sergilenen mantık silsilesine göre, İslâmın suçlanmaması gerekmez miydi? Gerekirdi şüphesiz.
İşte burada durup bir güzel düşünelim. Eğer aklıselimle düşünür, sağduyuyla akıl yürütürsek; yanlış hükümden vazgeçip, cayacağımız muhakkak.
Ne hikmetse, katil olan Müslümancın; meselâ “Ali katil oldu!” gibi, sadece ismi zikredilirken; terör yapan Müslüman eylemcinin terörünün önüne, İlâmdan kaynaklandığını ima edip gösteren “İslâm” yaftası ekleniyor: Terör olayı, oluyor “İslâmî Terör!”
Bu şekildeki terkip ve ifadeyi, dışımızdakiler İslâmı kötülemek için bilerek kullanıyor. İçimizdekiler ise en hafifinden düşünmeden kullanmış oluyor.
İşte meselenin püf noktası! İslama yapılan bu iftirada düğümleniyor be dostlar!
Terör yapan her insanın bir kimliği, bir de dini vardır. Kimi şu milletten, kimi de şu veya bu dindendir.
Dinden kaynaklanmasa bile, bazı kişiler maalesef, gaye için her şeyi meşru, uygun ve yapılabilir görür. Şüphesiz bu anlayış, Materyalist ve Makyavelist bir görüştür. Gayri insanîdir. İnsanlık dışıdır.
Bununla beraber İlahî bakıştan gerçek manada mahrum oldukları için veya İslâmı yanlış anladıklarından ötürü, yahut İslâmi yanlış yorumladıklarından dolayı; bu gayri İslâmî yola, bu İslâm dışı metoda kapılabilirler. Nitekim kapılıyorlar.
Böylece büyük bir zulme sebep oluyorlar. Güya hak ararken suçsuz, mazlum ve masumların kanına giriyor, haklarını ellerinden alıyor. Kaş yapayım derken göz çıkartıyor. Haklıyken haksız duruma düşüyorlar.
Demek ki, haklı olmak başka, hak aramak daha başka bir şey.
Oysa hem haklı, hem de hak yolda yani meşru, uygun ve insancıl yolda olmalı. Hak ararken, haksızlık yapmamalı.
İşte terörü yapanlar; haksız yolu seçmiş oluyor. Bir kat daha haksız bir hâle düşmüş bulunuyorlar.
Bu yanlış, batıl ve sapık terör yoluyla, hak arama girişimine başvuranlar; ne acıdır ki müslüman ülke gençlerinin içinden de çıktı ve çıkıyor!
İslâmi kötülemek için, öküz altında buzağı arayanlara da, böylece gün doğmuş oldu ve oluyor. Âdeta bayram yaptılar ve yapıyorlar.
İşte İslâm dini o kadar aziz, o derece nezih, o nisbette temiz ki; küçücük bir siyah noktaya bile tahammülü yok.
Bu bakımdan terörden medet umanlar dünyanın son kitaplı dinine büyük bir gölge düşürmüş oldu ve oluyor.
Fakat bu yanlışın yapıldığını gören ve daha da yapılacağını sezen ve büyük İslâmî eserler yazmış olan Türkiye dışından bir âlim; yığınlar üstünde yine büyük etki yapan eserler yazmış olan çağdaşı yine Türkiye dışından bir yazarı ölüm döşeğindeyken ziyaret eder.
Yazmış olduğu son eserini ona göstererek, yakasına yapışır. Âdeta yüzüne karşı, haykırırcasına şu manalara gelen bir hitabede bulunur: