“Anneler, babalar; bırakın, izin verin; öğretmenler, öğretmenliğini yapsın.” cümlesi Milli Eğitim Bakanı’na ait.
Bakan, kendi öğrencisinin müdürlük yaptığı okulda teftiş yapar. Koridorda bir veliyle öğretmenin tartışmasına şahit olur. Öğretmenin, “Çocuğunuzun kullandığı kelimeleri siz duysaydınız tahammül edemezdiniz, gerçekten hoş değildi, ben müdahale ettim.” sözlerine, veli “Sen ne öğretmenisin?” sorusuyla karşılık verir. “Matematik” cevabını alınca veli, bu defa “Matematiğini öğret ve çık, benim çocuğumun terbiyesi sizden sorulmaz.” der.
Bakan Bey, gördüğü bu olay üzerine şu yorumu yapıyor: “İlişkilerin hamurunu, mayasını, çamurunu bozduk. Bozarsanız düzeltmek mümkün değil. Bozukluk, tohuma kaçmış. Bir bozukluk tohuma kaçarsa tabiisi o zannedilir. Bu, GDO’lu tohum, doğal değil. Öğretmen, öğretmenliğini yapsın, bırakın izin verin.”
Bir vergi dairesinde “Bir işi en iyi, işin içinde olanlar bilir.” sözünü okumuştum. Çok doğru. Daha doğrusu, işi ehline bırakıp ona güvenmek. Biz böyleydik, bize ne oldu? Öğretmenin, doktorun, tüccarın, polisin, hâkimin, politikacının, müftünün işine müdahale eder olduk. Kendi işinden başka her işi en iyi bilen insan tipleri türedi, GDO’lu insan tipleri…
Sağlıklı beslenme üzerine kafa yoran uzmanlar, genetiği değiştirilmiş organizma (GDO) ürünlerden kaçınılmasını öneriyor. Bu tür ürünler insanın kimyevi, biyolojik yapısını, hatta nörolojik sistemini bozabiliyormuş. İnsan türünün orijininden bile uzaklaşma tehlikesi oluşuyormuş. GDO, bir bakıma yaratıkların anatomik, biyolojik, otantik, noro-psikolojik yapısını beğenmeyip yeni bir organizma yaratma düşünce ve gayretinin adıdır; Yaratan’a bayrak açma hezeyanıdır, insanın kendini ilahlaştırma iddiasıdır. Şimdi de kadın ve erkek cinsinden sonra üçüncü bir cins ortaya çıkarma tuhaflıklarına şahit oluyoruz.
İlişkilerimizin de genetiği bozuldu. Herkes, birbirinden rol çalma peşinde. İnsanlar, taşıdıkları rollerin hakkını verme çabası içinde olması gerekirken, başkalarının rollerinin kavgasını yapıyor. Bir güvensizlik veya suç bastırma yöntemi bu.
Öğrenci öğretmenini, evlat ana babayı, memur amirini yargılıyor. Bu yargılama, sosyolojik hakikate uymadığı için sonucu da değiştirmiyor, havanda su dövmekle sonuçlanıyor. Hem zamanı israf ediyoruz hem hakkımız olan dünya ve ahiret mutluluğunu öldürüyoruz.
Güvenmeli insan, önce kendisine sonra çevresine güvenmeli. Komşusuna, amirine, öğretmenine, yoldaşına, iş ortağına, hayat arkadaşına… Yoksa yaşanmaz bu hayat. İnsanın, sürekli aldatıldığını hissetmesi ne kadar rahatsızlık veren bir duygudur. Bu duygu, kişinin yaşarken kendini öldürmesidir.
İnsan, önce kendisi güvenilir olmalıdır; kendisine karşı bir güven çemberi oluşturmalıdır. Onu aldatanlar olsa da o kimseyi aldatmamalıdır. Sosyal varlık olan insan, Yaratan’a, onun yarattıklarına inanır, iman ederse huzur bulur. Öğretmen, güven bekler; anne baba, güven bekler; amir, güven bekler. Birine güvenmek, sorumluluk yüklemektir.
Kültürümüzün mayasını bozduk. GDO’lu kültürümüz olsun, dedik. Mana-madde ilişkisinde maddeyi öne aldık, “veren el, alan elden üstündür” ilkesine inanmışken alanlara uyanık ve akıllı muamelesi yaptık, hizmet ahlaklı ticaretimize kazanç tamahkârlığı mikrobunu bulaştırdık, kanaatin yerine zenginliği koyduk, tasarruf geleneğimizi terk edip israf çılgınlığına yöneldik ve eğitimimizde, medyamızda bu yeni yönelişleri hep yücelttik, gündemde tuttuk. İlişkilerimizi düzenleyen hayat algımızın genetiğini bozduk. GDO’lu sosyal hayatımız oldu.
İşi ehline vermeliyiz, ehil insanlar bulamıyorsak, her rolde kendisine güvenebileceğimiz ehil insanlar yetiştirmeliyiz. Vitrini değil tezgâhı önemseyen esnafı, türbinleri değil sahayı önceleyen oyuncuları, mutfağın tefrişattan önemli olduğuna inanan aşçıları, niteliğin nicelikten daha önemli olduğunu idrak etmiş yöneticileri, başarının yetkinliğin gölgesi olduğunu meslek ahlakı edinmiş öğretmenleri yetiştirmeliyiz, onlara bulundukları mecrada yer vermeliyiz.
Nesep yakınlığı, rüşvet, ideolojik angajmanlık, dalkavukluk beklentisi gibi süfli ölçüler, ilişkilerin genetiğini, sosyal hayatın genetiğini bozar. Bu ölçüler, bunu yapanlara da vebal getirir, sağlıklı bir toplum için, her mevkideki insan tarafından terk edilmelidir. Eğitim, biraz da bunun için vardır.
Taşların yerine oturduğu; eşyanın hakikatine döndüğü, suyun yatağını bulduğu bir eğitim sistemi bu ülke ve dünya insanının hakkıdır. Yokuşa tırmanmanın ve kavganın gereği yok.