Gazi Mustafa Kemal, Laiklik düzeni ile papaz özentili din tüccarlarının önünü tıkadığı İslam’ı yeniden ayağa kaldırmış, maddenin yasalarının özgürleşmesini ve gelişmesini, Müslüman Anadolu’nun da bu yasalar üzerindeki hâkimiyetini, bununla birlikte İslam’ın da layık olduğu yüceliğe erişmesinin önünü açmıştı. Bu günlere kadar kaç kuşaktır halkımız laik bir kimlikle hiçbir iktidar, cemaat baskısı, zorlaması, zorbalığı olmadan, özgür bir gönülle ve sadece kendi irade ve istekleriyle, Allaha aracısız, doğrudan ve gönülden ulaşmanın verdiği yüksek inançla, ibadetlerini yapıyorlar, inançlarını yaşıyordu.
Ben bunu hep yaşadım, gördüm. Gazi’nin acelesi çoktu. Çünkü koyu bir dindar olan Dr. Louis Pasteur (1822-1895) öğrencilerine “Laboratuara girerken İncil’i kapının önünde bırakacaksınız.” demişti yüz yıl öncesinde.
Ondan çok önce de Otto Von Guericke 1654 yılında Magdeburg Kentinde Kral, Kraliçe ve Kilise hazretlerinin önünde şu çok önemli deneyi yapmıştı. İki çelik yarım küreyi sızdırmaz bir şekilde birbirinin üzerine kapatmış, sonra da kendi yaptığı vakum pompasıyla kürelerin içindeki havayı boşaltmış ve iki yarım küreyi sekizer beygirle çekerek birbirinde ayırmayı denemiş; nafile, küreler birbirinden ayrılamamış ve sonuçta hem hava maddesinin varlığını (hava basıncını), hem de havanın yokluğunu (yokluğu); ikisini birden kanıtlamıştı. Kilise “Tamam, varlığı kabul de; yokluk ne oluyor, Tanrı nerede o zaman?” diye çok bozulmuş ama kilise çözülmeye bir kere başlamıştı artık, maddenin yasaları ve onlarca yıl sürecek Aydınlanma önünde.
Osmanlı’da ise şunlar oluyordu özetle. Örneğin kapsamında bütün Avrupa kıyı haritası ve denizcilik genel öğretileri bulunan 4 ciltlik Kitab-ı Bahriye’nin yazarı ve Amerika’yı da gösteren Dünya Haritasının çizeri Piri Reis, 1554 yılında Kanuni Sultan Süleyman tarafından Mısır’da idam edilmişti. Sonra da torunu 3. Murat, Tophane sırtlarında kendi kurdurduğu İstanbul Rasathanesi’ni 1580 yılında ulemanın fetvasıyla denizden top atışlarıyla yıktırmıştı.
Başka onlarca örneğinde görüleceği gibi Osmanlı yüzlerce yıl Aydınlığa sırtını dönmüştü. İşte Gazi Mustafa Kemal, yüzlerce yılın açığını kapatıp yeni Türkiye’yi de aydınlığa, bilime, teknolojiye, üretime kavuşturmak için ömrünü feda edercesine okumuş, aydınlanmış, aydınlatmış, savaşmış karanlığa karşı.
Çok acelesi varmış ve bu nedenle “İdare-i maslahatçılar asla esaslı devrimci olamaz” demiş. Ve zaten o günler devrim günleriymiş. Gazi Mustafa Kemal dünya tarihinin en büyük devrimcilerinden birisidir. Bu nedenle tarihe kazınmıştır. Bu nedenle dünyanın öteki ucundaki Küba’da, Arjantin’de, Şili’de heykelleri, dünyanın bütün ülkelerince basılmış pulları vardır.
Unesco, 27.11.1978 tarihinde, 152 ülkenin oybirliği ile Atatürk’ün 100. Doğum yılı olması nedeniyle 1981 yılının Atatürk yılı olarak anılmasını karara bağlamıştır. Burada ilginç olan yan, o güne kadar doğum yılı bu şekilde kutlanan başka bir dünya lideri olmamasıdır. Türkiye Cumhuriyeti Ulus Devleti, Gazi Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının, tüm şehit ve gazilerimizin kahramanlıkları ve büyük bir zaferle taçlandırdıkları dünyanın ilk antiemperyalist savaşının ve devamında Cumhuriyet ve Aydınlanma Devrimimizin eseridir.
Bu nedenle Ulus birliğimizin çimentosu, tarihi, sosyal ve manevi açıdan başka hiçbir ulus devletle kıyaslanamayacak ölçüde, çok güçlüdür. Bu çimentonun harcı Gazi Mustafa Kemal’in eseridir. Bu güçlü Ulus Devlet kalesi, Ulus birliğimizdeki tüm halklar için bir şans olarak hepsinin güven içinde yaşayabileceği, neslini ve üretici güçlerini geliştirebileceği, aynı zamanda hep birlikte bunu daha üst düzeye yüceltmek için hep birlikte demokratik bir cumhuriyet mücadelesi verebileceği temelleri aydınlık bir kale idi.
Ama emperyalist devletler, çok uzak olmayan bir geçmişte emperyalizme karşı zafer kazanmış olmanın hala gururunu taşıyan, başı dik, güçlü, bağımsız bir cumhuriyeti bu coğrafyada asla istemiyorlardı. Onlara güdülecek yarı sömürgeler gerekiyordu. Ve emperyalizm, güzel ülkemizin ekonomik, sosyal ve demokratik gelişmesini engellemek için kurtuluşumuzdan beri sürekli siyasi, ekonomik müdahalelerde bulundu. Bu, Ulus birliğimizdeki tüm halkların ortak mücadele etmesi gereken milli, ayırımsız, ortak kaderi idi.
Ama Kürt etnik milliyetçilerinin savaşı bu kaderi daha da kötüleştirdi. Savaş ortamında militarizm güçlendi, demokratik mücadele doğal olarak iyice geriledi. Ekonomimiz perişan oldu. En gerici iktidarlara mahkûm olduk.
En nihayetinde yarı sömürgeleşme sürecindeyiz. Kürt etnik milliyetçilerine hayırlı olsun(!). Ama olacak mı göreceğiz; birlikte kurtuluş şansımız varken kendileri bir yarı sömürge devlet olarak doğacaklar. Emperyalizmin BOP projesi ile hayata geçecek ve tek zenginliği petrol olacak bir devlet başka nasıl olabilecek ki!
Türkiye’miz ise her şeye karşın başka, ileri bir aşamada. Çünkü bütün bu süreçte Cumhuriyet ve Aydınlanma devrimimizin olağanüstü güçlü rüzgârı tüm engellemelere karşın yetiştirdiği yaratıcı, üretici kadrolarla, binlerce üretim kalemini işlemeyi başarıp tarım ve ticaret toplumundan çıkarak modern sanayi toplumunun eşiğinden içeri girmemizi sağlamıştır. Milli gelirimiz bu binlerce üretim kaleminden oluşmaktadır.
Modern sanayi, topluma kendi rasyonalitesini dayatır ve dayatıyor diye de bu milli geliri oluşturan binlerce kalemin hiç birinden vazgeçilemez. Bu da, daha çok gericileşmeye ve yarı sömürgeleşmeye karşı kazanılmış bir mevzi olarak durmaktadır. Bu mevziyi koruyacağız, daha çok üretip direnecek ve dayanacağız. Ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü daha iyi anlayıp, anlatacağız. “O zaman bunu başarmıştık, şimdi dünyanın en büyük feneri var yolumuzu aydınlatan, yine başaracağız.” Çünkü o fener Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür, dünya tarihinin en büyük devrimcilerinden birinin aydınlığıdır.