Dizilerin Bıraktığı İzler

95

Televizyonlardaki diziler, çevrilen filimler ateş kokuyor, kan kokuyor, duman tütüyor. Kin, nefret tohumları ekiyor, intikam alışları sahneye koyuyor. Filmlerde çok kere öç almalar gırla gidiyor.

Sunî, yapay konular; insanımızı huzursuz ediyor, günlük yaşayışını tedirginleştiriyor. Geleceğe güvenle bakmasını gölgeliyor. Aile yaşayışını baltalıyor, aile fertlerinin birbirine güven duygusunu sarsıyor.

Özellikle belli bir yöre ele alınıyor. Bunun için uydurma, sanal aile problemleriyle, seyirci baş başa bırakılıyor. Bölgesel farklar öne çıkarılıyor. Olsa da nadirattan olan sosyal olaylar, aşırı tasvir ve betimlemelerle zihinler meşgul ediliyor. Böylece bulanık suda balık avlamak isteniyor.

Türk seyircisi, birlik ve beraberliği zedeleyen çok yöresel isimlerle yüz yüze geliyor. Türk ailesi ağırbaşlı davranışları yadırgatacak tavırlarla şaşkınlık geçiriyor. Şaşırmaktan kendisini alamıyor.

Çünkü yurt düzeyinde pek işitmediği, hiç de yaygın olmayan, tuhaf adlarla karşılaşıyor.

Bol bol bölücülük ideolojisi işlenen, menfi bir propaganda yüklü dizilerle, Anadolu insanının beyni yıkanıyor.

Kimi sözde Türk dizileri; bilerek bilmeyerek şer odaklarına âlet oluyor. Onların güdümüne giriyor. Kara para, silik fakat belli bir gayeye hizmet edecek kişileri ve konuları öne çıkarmakta baş rolü oynuyor.

Dizilerin seviyesiz oluşunun başta gelen sebebi ise, Türk filim ve dizilerinin; çok defa konusunu; seviyeli roman ve hikâyelerden almıyor oluşudur. Uydurma, alelacele hazırlanmış, konularında derinlik ve tarihsel hakikatler bulunmayan sığ ve sözde eserler konu ediliyor. Şüphesiz aynı şey; genellikle Batı filim ve dizileri için de geçerlidir.

Bunun sebebi, sadece günü gün etmek, televizyonlara program yetiştirmek amacına yönelmiş oldukları içindir. Bu anlayış, milletin tarihini yeterince hesaba katmaya vakit bırakmıyor. Uzun boylu araştırma yapmaya izin vermiyor. İncelemelere dayalı çalışmalara zaman ayırmıyor. Bütün bunlar; hazırlanan filimlerin, her türlü dinî ve millî kaygılardan uzak hazırlandığını gösteriyor.

Tabiatiyle bu işin kolaycılık yanıdır. Bu, ticarî kaygıdan başka bir şey düşünülmediğinin göstergesidir. Yoksa çok değerli roman ve hikâyelerimiz vardır. Hele tarihimiz bu hususta çok zengin malzemelerle doludur. Edebiyatımızın da bundan geri kalan yanı yoktur. Aksine çok çeşitli sayısız eserler mevcuttur.

Ama bunlara eğilmek zaman ister. Bunlarla uğraşmak dikkat ister. Bunlara yönelmek ciddiyet ister. Bütün bunlar doğal olarak bilgi ister, zaman ister, gayret ister. Hele hele tüm bunlar millî duygularla hemhâl olmaktan geçer. Fakat bu hislerin kaale alınmayışı, ucuzluk peşinde koşulması, çabuk olsun düşüncesi, vasıfsız filim ve dizilerin yapımında baş rolü oynamaktadır.

Bu pratik amaçlar uğrunda neleri kaybettiğimiz düşünülmüyor. Tabii, olan da millete oluyor. Tarih yara alıyor. Güzel Türkçemiz bozuluyor. Dil pörsüyor. İnanç sarsılıyor. Ahlâkımız aşınıyor. Böylece, tarihsel bir süreç sonunda medeniyet çizgimizin altına düştüğümüz maalesef akıl edilmiyor. Nesillere, kuşaklara yazık oluyor. Genç dimağlara yazık oluyor. Kısaca Türkiyemize yazık oluyor.

“Batıl fikirleri iyice tasvir; sâfi zihinleri idlâldir.” hükmü gereğince, filimlerde, dizilerde; İslâma, tarihe, ahlâka aykırı, sapık fikirleri iyice anlatmak; sâf zihinleri bozar. Gençlerimizi; gerçek tarihine, asıl geçmişine şek ve şüphe içinde baktırır. Milleti millet yapan temel kavramları hafife aldırır. Öyleyse millet olarak kendi bindiğimiz dalı kestiğimizin artık farkına varalım. Kendimize gelelim. Halkı ifsat eden, bozan, gençliği çığırdan çıkaran filim ve dizilerden kaçınalım.

Diziler bırakır nasılsa bir iz,

Diziler niçin anlaşılmaz birer giz?

Neyin peşindeyiz öyleyse biz?

Onu da siz söyleyin,

Be dostlar!

 

 

Önceki İçerikZillet ve İllet!
Sonraki İçerik2021’de Erken Genel Seçim Var
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.