2019 yılında ekonomik alanda bizi ciddi kriz şokları bekliyor.
Bunun çok karmaşık nedenleri de yok aslında, en önemli ve asli nedeni “aşırı borçlanma” sonucu gelinen son noktadır.
Hanehalkı borçlu, özel şirketler borçlu, kamu borçlu.
Geçmişten gelen, birikerek büyüyen borç sarmalı!
Fiyat artışları, kur artışları vesaire tüm bunların asıl kaynağı; yapısal olarak “kendi kendini finanse edemeyen” ekonomik yapımızdan kaynaklanıyor.
1980 darbesini yapanlar “kendi kendini idare edemeyen demokrasi” nedeniyle darbe yaptık diyorlardı ya, elbette bahaneydi, asıl neden tamamen dışa bağımlı, yeni bir ekonomik model(neoliberal) kurmaktı !
1980 her yönüyle başarılı bir darbedir, bölgedeki bir “yeşil kuşak” projesidir ve halen devam etmektedir.
Tekrar dönelim ekonomiye…
Bizde ki sorun “talep enflasyonu” zaten değil, bu tip enflasyon gelişmiş ülkelerdeki ekonomik canlanma ile oluşan aşırı talep sonucu yaşanan fiyat artışlarına deniyor.
Pekiyi bizim ki “arz enflasyonu” mu?
O da değil, çünkü arz edenler yani üreticiler yurtdışı, orada önemli bir fiyat artışı yok, hatta tersine bazı sektörlerde ucuzluk var.
Misal petrol fiyatları 2008 zirvesinden bu yana düşüyor, ham petrol fiyatları varil başına 147 dolardan, 40 dolarlara kadar indi.
Stagflasyon mu pekiyi?
Hayır, çünkü stagflasyon 1970’lerde yaşanan, petrol üreten ülkelerin “arz kısıtlaması” nedeniyle arz yönlü petrol şokları yaratan, hem enflasyon hem de durgunluğun birlikte oluştuğu “çelişkili” durumu izah eden bir terimdir.
Fakat bizim ki öyle bir şey de değil, biz gelişmiş ülkelerin ürettiği terimlerle kendimizi açıklamaya kalkarsak; aspirin tedavisi ile kanseri iyileştirme benzeri ekonominin basit tedbirlerle düzeleceğini düşünürüz.
Oysaki sorunun kaynağı tamamen yapısal.
Dolayısıyla bu yapının köklü olarak değişmesi gerekiyor.
Geçmişten süregelen yapısal bir durumu öteleyerek, bol likidite koşulları döneminde aşırı borçlanma sonucu geldiğimiz son noktadır.
Siyasetçilerin diliyle ekonomi izah edilemez.
Çünkü onlar, halkı -hiç olmazsa- psikolojik olarak memnun etmeye, halkın -duymak istediğini duyurmaya- odaklı söylemler üretirler.
Siyasiler kriz yok diyorsa kralı vardır, siyasiler sorun “dış güçler” diyorsa tersidir, siyasiler borç ödedik güven sağladık diyorsa tersidir, kısacası siyaset ne diyorsa durum tam tersidir.
Sorunu “kahrolsun kapitalizm” sloganı ve klasik tepkisel kapitalizm karşıtlığı ile çözemezsiniz, çünkü kapitalizmi bilmeniz gerekiyor -ki bu gün yaşananların nedenini- bulabilirsiniz.
Sorun dış dünyanın kapitalist oluşundan değil, bizim yeterli kapitali(sermaye) yaratamamızdandır.
Yeterli sermaye olmayınca, doğal olarak yani -bir zorlama olmadan- dış dünyaya bağlı kalıyorsunuz.
Yeni teknolojilerden faydalanmak istedikçe; dolayısıyla ithalata ödediğiniz kaynaklar da artıyor
Pekiyi “yerli sermaye” nasıl oluşur?
1945 sonrası oluşturulan, özellikle 1990’dan sonra demir perdelerin yıkıldığı yenidünya düzeninde ancak katma değer yaratan yeni buluşlar üretirseniz sermayeniz birikir.
Tabii ki buluşlar altyapı ile olur, bunun altyapısının en önemlisini insan kaynaklarına verilen önem ve insan eğitimi oluşturur.
Elbette sadece bu değil, finansal sistemi tüketici kredileri ile körüklerseniz ithalat artar, teşvik ettiğiniz sistem zaten yurtdışı üreticilere yarıyor, bunu da ters yönlü değiştirmek gerekiyor.
Her şeyi biz üretelim dersek, bu da büyük bir maliyet doğurur, bunun bir planlaması yapılmalı, tarım ve hayvancılık, ticaret, sanayi gibi her sektörde “uzmanlık” yaratacak ekonomik sistem kurulmalı.
Tek ekonomik slogan şu olmalı; öncelikle cümleten “üretim seferberliği” ilan edelim!
Tüm bunlar “Uzak Asya” tipi kalkınma modellerine örnek teşkil etse de, Türkiye’nin Asya’dan çok daha uygun lojistik koşulları var.
Uzak Asya ülkelerinin üretmekten başka çaresi yok, bizim ekonomik sistemimiz üretime odaklı değil, ticaret ve pazarlama imkânlarımız onlardan çok daha üstün elbette de, fakat sadece ithalat üzerinden alınan vergiler, hizmet sektörü ve lojistik ticareti üzerinden dönen yapısal sistemden dolayı, gün gelir bir yerde takılırsınız.
İthalata bağımlı olunca sürekli finans ihtiyacınız oluyor, yani döviz ihtiyacınız doğuyor.
Döviz ihtiyacınızı karşılamak için dünyaya sürekli “yüksek faiz” ödüyorsunuz.
İthalat yapmazsak aç kalırız, tohumdan tut, gübre ve mazota kadar tamamen dışarıya bağımlı bir ülkeyiz.
Yani hal böyleyken “kahrolsun kapitalizm” edebiyatı ile bu sistemin sorunlarının çözümü mümkün mü?
Sorun kapitalizm değil, bizim kapital yaratma konusunda eksikliğimizi dış dünyadan karşılamak zorunda bırakan bir sistem kurduğumuzdan kaynaklanıyor.
Kaynak yaratamayınca bu eksiği hababam borç alarak sürdürüyoruz, bu durum sürekli kendini tekrar eden bir yapıya dönüşmüş, yani bize öngörülen sistem “Borçlusun Sen Borçlu Kal” ekonomisi…