Konu Siyasi Olacak ama Yazmak Zorundayım

113

Anlayamıyorum, çözemiyorum; bir yerde bir yanlışlık var.

Erken saatte pazara gittim. Evin ihtiyacı olan üç beş şey aldım, etti elli lira. Yeşillik ve meyve türü şeyler ekledim, etti yüz lira. İsyan ettim. Satıcı delikanlı, “Her şey çok pahalı, satış az, kar edemiyoruz. Ben bu işi bırakacağım hocam.” dedi. Karşı sıradaki tezgâhı gösterdi, “Bak bunlar bugün zarar ederek günü bitirecekler.” dedi. Peki, kazanan kim? Kimse değilmiş, maliyetler yüksekmiş. Sohbet ilerledi, kepenk indiren dükkanlar, kapanan iş yerleri, konkordato ilan ve iflas eden şirketler sohbetimizin konusu oldu. Kişilerde yarınından emin olmama endişesi, karamsar bir ruh hali gözledim.

Parası olan yatırım yapmıyor, dünü değil yarını sorguluyor. Medyada yazılanları, söylenenleri takip ediyorum; enflasyon, beklentinin altında çıkmış, cari açık geçen yıla göre düşükmüş, yatırımlar hızla ilerliyormuş. Yukardakilerin anlattığı tablo ile aşağıdakilerin yaşadığı tablo farklı; biri pembe, biri siyah.

Ortada bir yanlışlık var. Bazı şeyler iyi gitmiyor sanki. Yaşanan gerçeklik ile söyleneler arasındaki derin uçurum, insanlarda kırılmaya, kırgınlığa, güvensizliğe, karamsarlığa yol açıyor.

Pazardaki bir tezgâhın, çarşıdaki bir dükkânın, sanayideki bir fabrikanın kapanması; bir feryattır, tehlike çanıdır, dip dalgalarıdır. Ciddiye almak lazım.

Kaynayan kazan, kapak tutmaz, demiş atalarımız. Ölümü gösterip sıtmaya razı etme politikaları inandırıcılığını kaybediyor. Pansuman şeklinde uygulanan sosyal politikalar bile zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapan kapitalist sistemin vahşetini azaltmıyor. Eskiden “Kol kırılır, yen içinde kalır.” derdik, ama kol yene sığmıyor; “Kan kustuk, kızılcık suyu içtik.” derdik, artık insanlar, bu fedakârlıkların enayilik sınırına dayandığını konuşuyorlar.

“Elle gelen, düğün bayram.” der atalarımız. Bir toplumda varlık kadar yokluk da paylaşılıyorsa, bu paylaşımda adalet esassa orada kazan da kaynamaz, kapak da patlamaz. Homurdanmalar, bu noktada başlıyor: Niçin yöneticilerimiz bizi anlamıyor, aklımızla dalga geçiyor?

Birlikte rahmet, ayrılıkta zahmet vardır. Memleketimin insanı bir araya geldiğinde karamsarlığı, ayrılığı, bezginliği konuşuyor. Gidişat iyi değil. Bir ve beraber olmak için İlahi uyarıları bekler durumda mıyız? Bu tür uyarıların maliyeti çok büyük. Rabb’im bu toplumu savaş, kıtlık, deprem, sel gibi büyük felaketlerden korusun. Millet bilinciyle bir ve beraber olmak için akıllı olmak yeterli. “Akledenlerden olmak” ne onurlu bir ayrıcalık.

Herkes kendince haklı ve akıllı. İnsanlar birbirinin, yöneticiler yönetilenlerin hakkını teslim etmeli, aklına değer vermeli. “Ben yaptım oldu veya ben yaparım sen uyarsın.” anlayışı, doğal bir tepkiye yol açar. İşin aslı, şeffaflıktır. Yönetenle yönetilenin hızlıca yer değiştirdiği, adına demokrasi denen bir sistemi tercih etmişsek gereğini yapmak durumundayız. Kimsenin aklı kimseden fazla değil, kimse diğerinden daha fazla haklı değil.

Hep merak ederim: Yönetim görevinde bulunanlar, bu makamlara gelmeden önceki maddi ve manevi birikimleriyle şu anki durumları arasında bir kıyas yaparlar ve buna göre kendilerini hiç sorgularlar mı, sorgulama yaparlarsa nasıl bir duyguya, düşünceye kapılırlar? Edindikleri birikimin, akıllarının, bileklerinin eseri olduğunu mu düşünürler, yoksa derin bir mahcubiyet mi duyarlar? Kanaatim o ki, bildiklerimin, duyduklarımın yüzde onu dahi doğru olsa, ateşten gömleği giyenlerin çoğu daha bu dünyada bunun hesabını veremeyecekler. Milletle yöneticiler arasında kuvvetli bir bağ oluşmalı, toplumun her ferdi, “Beni benden çok düşünen bir yöneticim var.” diyebilmeli. Heyhaat!

Dünya siyasetindeki “Tavşan kaç, tazı tut.” politikalarının, ülkemizde “Cambaza bak.” oyununun figüranı olarak öğrenilmiş çaresizlik psikolojisiyle içimize kapanma durumuna getiriliyoruz. Bu hal, milletlerin geleceği açısından çok tehlikelidir, mutlaka giderilmelidir. Yerel ve merkezi yönetimde bulunanlara çok görev düşüyor. En azından milletten istediklerini önce kendileri yapmalılar, yapamayacakları şeyleri söylememeliler, söyledikleri şeyi mutlaka yapmalılar. İsraftan kaçınma, tutarlılık, içtenlik, çalışkanlık; vazgeçilmez temel ilkeler olmalı.

Huzur, güven evde başlar, sokakta devam eder, ortak mekânlarda paylaşılır. Duygular, değerler bulaşıcıdır, paylaşıldıkça artar. Bir yerde ateş varsa paylaşılacaklar değil, kurtarılacaklar önceliklidir. Ateşi söndürmeliyiz ki güzellikleri paylaşmaya sıra gelsin. Adalet üzerine kurulacak bir devlet sistemi zamanla topluma yansıyacak, devlet-millet kaynaşması ile karamsarlık dağları yıkılacaktır.

Gördüğümü, bildiğimi, düşündüğümü söyleyerek vicdanımın emrini yerine getirmiş oldum.