“Sultan Abdülhamit’in mecbur olduğu istibdat.” ın düşündürdükleri:
Eğer hürriyetin kıymeti bilinmez; had ve hudut aşılır, taşkınlık yapılır, başkaları rahatsız edilir.
Milleti, devleti ayakta tutan direklere musallat olunur!
Onları sarsıcı, anarşiyi körükleyici, başıbozukluğu sonuç verecek;
Tavır ve davranışlara girişildiği takdirde; insanlar aksiyle tokat yer.
Hürriyetin zıddıyla karşılaşır. Hürriyetin tersine lâyık olur. Hürriyet nimeti elden kaçar.
Çünkü nimetin kadri bilinmemiştir.
Nimetin kadir, kıymet ve değerini bilmek demek olan asayiş ve nizama uyulmamıştır.
Böylece nimeti küstürüyor, bizi bırakıp gitmesine, kendi ellerimizle fırsat veriyoruz.
Nitekim 23. 12.1876’da ilân edilen I. Meşrutiyet (1876 – 1908)
Ve tekrar ilân edilmek zorunda kalınan, o güzelim II. Meşrutiyet (23. 7. 1908) havası kirletildi.
Ortalığı bir kin ve garaz dumanı kapladı. Herkes birbirinin kuyusunu kazar oldu.
Altında barındığımız birlik beraberlik kubbesi çatlamaya başladı.
Nerdeyse devlet üstümüze çöker hâle geldi. Abdülhamit Han ister istemez;
Bu fecî gidişata dur demek zorunda kaldı. Dizginleri eline aldı (1876 – 1909).
Devletin kendine gelmesini sağladı. Devleti toparladı.
İşte o toparlayış Çanakkale Savaşı’nı kazandırdı.
Millî Mücadele’nin zeminini hazırladı.
İstiklâl Savaşı’nın alnımızın akıyla sonuçlanmasını gerektirdi.
Çünkü Çanakkale istihkâmlarını tahkim ve takviye ettirdi.
Vatan sathında kurdurduğu telgraf hatlarıyla muhabere imkânını sağladı.
Bilindiği gibi, “Muhaberesiz muharebe olmaz.” / “Haberleşmeksizin harp yapılamaz.”
Herşeye rağmen ektiği maarif tohumları, bir fazilet rejimi olan;
Cumhuriyeti kuracak nesillerin yetişmesini sağladı.
Cumhuriyeti o müessese ve kurumlardan mezun olanlar kurdu.
Nitekim Mustafa Kemal, başarılı bir Osmanlı Paşasıydı.
Dahası bugünkü demokratik ortamın doğmasına yol açtı.
Bu uğurda ilk harcı koyanların ilki oldu.
Çünkü bugün yokluğunu hissettiğimiz;
Dünya karşısında zaafımızın baş sebebi olan, yalnızlığımızı giderecek; İttihadı İslâm’ın
Yani İslâm birlik ve beraberliğinin de, Yavuz Sultan Selim’den sonra;
Manada, ruhta ve iş’te gerçekleşmesini sağlayacak; çalışmalarda bulundu.
II. Abdülhamit Han, siyasî dehası ile, Âlemi İslamı İstanbul’a manen bağlamasını bildi.
Batı’yı Osmanlı Devleti’nden çekinir hâle getirdi.
Yavuz’un maddeten yaptığını, O manen yaptı.
“Sebep olan yapan gibidir.” hükmünce “Yavuz’a biat etmişim.” diyenler çıktı.
Abdülhamit’e manen bağlananlar oldu.
Yavuz’a ettim biat,
Abdülhamit’e kıldım itaat.
Çünkü vatana o iki zât;
Biri kazandırdı maddî birlik,
Öbürü sağladı manevî dirlik.
O iki temelin üstünde yükseldi:
Cumhuriyet bugünlere böyle geldi.
“Yurtta sulh, cihanda sulh.”
Boşuna söylenmedi!
Be dostlar!