Olmalı İnsan

95

“Dertlilere derman, hastalara şifa, borçlulara eda ver Allah’ım.” diye dua edenlerden oluyoruz da niçin kendimiz, derdi olanlara derman, hastalar için şifa aracı, borçlulara yardım eden olmuyoruz?

Dua, sadece söyleyip geçmek, görevi Allah’a havale etmek midir? Hâlbuki bir şey olmak, elini taşın altına koymak da bizim görevimiz. Bir baltaya sap olmayan insan, niye olur ki?

Yaratılmışlık bilinciyle önce insan olmalı beşer. Sonra ibadet niyetiyle ve aşkıyla ısıtmalı, ışıtmalı; güneş olmalı insan.

Yolunu şaşırmışlara kılavuz, yol arayanlara deniz feneri olmalı. Karamsarlara sinerji, güçsüzlere enerji, düşkünlere payanda, ezilmiş toplumlara lider olmalı.

Evinde karısına iyi bir koca, çocuğuna fedakâr baba, torunlarına bilge kimliğiyle meşale olmalı insan.

Komşusu için güven kaynağı, mahallesi için çözüm merkezi, şehri için Dede Korkut, vatanı için şehitliğe susamış kahraman olmalı kişi.

Sosyal hayatta işgal ettiği yerin ve mesleğin hakkını verebilmeli. Yaptığı işin uzmanı, yaşadığı mekânın mutasarrıfı, kendisine bağlanan ümitlerin bitmeyen yakıtı, hayata küsmüşlerin yaşama sevinci olmalı. Mağdurun hamisi, zalimin korkulu rüyası olmalı.

Kış soğuğunda sığınaksız kalanların barınağı, yaz sıcağında susuz kalanların hayat pınarı, gözünü kaybettiği için dünyayı karanlık görenlerin ışığı, sıkıntılarına çözüm bulamayanların irfanı olmalı.

Gerektiğinde Yedi Uyurların köpeği Kıtmir gibi olmalı insan. Hani anne kurt, yavru kurta hayat dersi verirken ovadaki sürüyü gösterip “Bunlar bizim rızkımızdır, bunları yeriz evladım.” demiş. Yavru kurt, sürünün başındaki çobanı fark etmiş ve “Bu nedir?” diye sormuş. Anne kurt, “Evlat ona dikkat et, bize yedirmez ama kendi yer.” demiş. Yavru kurt, kenarda kendilerine benzeyen irice bir yaratığı annesine göstermiş. Anne kurt, ürkmüş vaziyette, “Evet, ona köpek derler, adı Kıtmir’dir, onun varlığı bize kâbustur. Bizim mahalleden sayılır. O ne yer ne yedirir.” demiş. Kıtmir gibi; ekmek yediği, hayatını idâme ettirdiği kişi ve kuruluşlara karşı sadık, dostlarına fedakâr ve vefalı, zor zamanlarında cefakâr olmalı insan.

“Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem; 
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.

Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum? 
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum! 
Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim! 
‘Adam aldırma da geç git!’ , diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!”

diyebilmeli, diyenlerle aynı safta olmalı insan. İnsan olmak istiyorsa kişi, gücü oranında zalime kalkan, mazlumun gözüne yaş olmalı. Kamçı yemeli, çifte yemeli; her durumda hakkı tutan olmalı.

Zenginliğe almakla değil, vermekle ulaşılacağını bilmeli; cömert olmalı insan. Öfkesini yenmesini bilmeli, sabrı iliklerinde hissetmeli, sert esen rüzgârlar karşısında buğday başağı gibi olmalı. Veren elin, alan elden üstün; iki günü birbirine eşit olanın zararda olduğunu bilmeli; dünya hesabını doğru yapanlardan ve son yolculuğunda pişmanlık duymayanlardan olmalı.

Hayatımızı yönlendiren sabit, zenginleştiren değişken değerlerimiz var. Cömertlik, sevgi, vefa, bağışlama gibi sabit değerlerin kölesi; zenginlik, güzellik, övünç gibi değişken değerlerin mimarı olmalı insan. Sabitelerin nesnesi olurken değişkenlerin öznesi olmalıyız. Kalıcı ve geçici değerleri, varlığı, eşyayı ne kadar yerli yerinde uygular ve kullanırsa kişi, o kadar güçlü, haysiyetli olur.

"Oluş", İlahi gücü gerektiriyor. İnsan, "kılmak" fiilini gerçekleştirebilir. "Kılış" anlamlı her eylem, insan türünün acizliğinin ifadesidir. Ancak "Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur." diyen Necip Fazıl gibi düşünür ve inanırsak İlahi lütufla "oluş" sahibi oluruz. Bunu isteyen, isterken de samimiyetten ayrılmayanlardan olmalı insan. 
 
Hayatını, "olmak" ve "oldurmak" üzerine kuranlardan olalım.