O, Marks’ın eserlerinde, Lenin’in sözlerinde insanlık adına söylenmiş sözler buldu. Bu sözlerden Anadolu’nun da nasiplenmesini istedi. Rusya’da yapılanların Türkiye’de de yapılmasını arzu etti. Çünkü uzaktan Rusya’daki yapılanlar ve daha da yapılacak olanlar kulağa hoş geliyordu. Hani derler ya, davulun sesi uzaktan kulağa hoş gelir diye.
Gerçi sonradan anlayacaktı. Rusya’da yapılan kepazelikleri. İnsan için insan kıyımlarını, insan için insan sürgünlerini. İnsan için insana yapmadıklarını bırakmadıklarını. Anlayacaktı ve çok pişman olacaktı. Fakat heyhat artık atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmiş olacaktı.
Son pişmanlık artık fayda vermeyecekti. Olan olmuştu bir kere. Dönüşü olmayan bir yoldaydı. Rusya’da Stalin putlaştırılmış, sosyalizm adına milyonlarca insan öldürülmüştü. Nitekim son yıllara kadar öldürülen insanların yüz yirmi milyonu bulduğunu bile yazmışlardır. Kaldı ki ha bir insan, ha bin insan. Hiç farkı yok. Bir insan dahi haksızlığa kurban gitse doğru değildir. Doğru görülemez. Doğru kabul edilemez.
Çünkü ayetle sabittir ki, bir insanı öldürmek bütün insanlığı öldürmekten farksızdır.
İşte bizim Nâzım Hikmet de sonradan bu noktaya gelmiş. Ne çare ki dönülmez yolun ufkuna ulaşmıştı artık. Nitekim yıllarca evvel Milliyet gazetesinde -yanılmıyorsam- Mehmet Fuat’ın N. Hikmet hakkında bir dizi yazısı çıkmıştı. M. Fuat, N. Hikmet’in zannediyorum yanılgılarını, pişmanlıklarını birer birer dile getirmişti.
Ne çare ki, N. Hikmet dönülmez ufkun arkasında kalmıştı bir kere. Nitekim daha fazla yaşasaydı. Belki değil muhakkak ki, ölümü de Rusların eliyle olacaktı. Fakat bu zamana kadar ömrü yetmedi. Gerçekten bunun böyle olduğunu Televizyon için hazırlanan N. Hikmet dizisinde yanılmıyorsam Sertellerden biri, birinci elden ifade etti. Hatta bu öldürme işinin kendisine verildiği şahıs televizyonda konuşturuldu.
Ve o Nâzım ki, aslında hep vatan hasretiyle yanıp tutuşmuş. Özellikle İstanbul hasreti, içinde bir kor gibi onun benliğini hep yakıp durmuştur. Nitekim mezarının Anadolu’da olmasını istemesi de bunun bir delili. N. Hikmet soyut düşünmüş, soyut hayal kurmuş. İnsanı soyut olarak kurtarmıştır.
Fakat hayatın gerçek yüzünün; hayallerini yerine getiremeyecek kadar acı olduğunu, acılar içinde kıvranarak anlamış. Büyük Rus yazarı Maksim Gorki’nin durumuna düşmeye fırsat kalmadan ecel yetişmiş, hayatına son vermiştir.
Biliyorsunuz belki, Maksim Gorki de, Rus devrimine canı gönülden inanmış. Kalemini hep bu uğurda kullanmıştı. Ne zaman ki hayatını verdiği bu dava kof çıkmış. Anlamıştır ki, kendisi artık bir dönüm noktasındadır. Gayrı devrim hakkında övücü yazılar yazamayacak. Artık Rus devrimini destekleyemeyecektir.
Anlamıştır ki, yıllarca kendisi boş bir davanın borazanlığını yapmış. Evet Maksim Gorki komünizmin, sosyalizmin insanlık için çıkar bir yol olmadığını anlamaya anlamıştır ama, artık çok geç kalmıştır. Çünkü onun bu hayal kırıklığının, Rus hükümeti de farkına varmış. Derhal işini bitirmiş, gizlice öldürtmüş. Sonra da kendiliğinden ölmüş gibi muazzam bir cenaze töreni tertip ettirmişler. Büyük yazarın ölüsünü bile devrime hizmet ettirmekten geri kalmamışlardır.
Hiç kuşkusuz ömrü vefa etseydi, N. Hikmet’in de başına gelecek olan; bundan farklı bir şey olmayacaktı aziz dostlar.