“Mülk Osmanlının amma, Alaman’ın elinden İngiliz alıyor” (Atilla İlhan)
Türkiye de gündem o kadar sık değişiyor ki arkasından yetişebilene aşk olsun. Bir zamanlar kardeşim dediklerimiz, bir süre sonra katil ve cani oluvermiş. Bir bakmışsınız stratejik ortağımızın Ortadoğu eş başkanı olmuşsunuz, gün gelmiş en büyük düşman ilan etmişsiniz ve ekonomideki kötü yönetimin suçunu da ona yüklemişsiniz. Genel seçimler öncesi bütün Avrupa devletlerini hedef almışız,(Eyyyy Almanya gibi.) Arkasından onlarla milyarlarca dolarlık ticari anlaşmalar yapmışız. Genel seçimler öncesi ekonomi şaha kalkacak denilmiş, milli damat, ekonominin başına getirilmiş ve gelinen son nokta hepimizin malumu olduğu gibi, 2. Bir yeniden “duyun-u umumiye.
Gerek muhalefet partilerinin ve gerekse ekonomistlerin her türlü ikazlarına “üretimsiz kalkınma, üretimsiz ekonomi yönetimi olmaz” denilmesine rağmen kulak tıkanılmış ve en sonunda ekonomi yönetiminin kontrolünü, “ABD bizi ekonomik yönden hedef aldı” dediğiniz, adı dünyada çeşitli yolsuzluklara karışmış ABD’li bir şirket, McKinsey’e devrettiniz.
Daha bir hafta önce adalet bakanı: “Ekonomik sıkıntı yok her şey psikolojik” derken ya milleti kandırıyordu, ya da kendisini. Bunun aksini savunmak, milleti aptal yerine koymaktır.
Yazımızın başlığında duyun-u Umumiye dedik peki nedir bu duyun-u umumiye, tarihte bu noktaya Osmanlıyı getiren saikler nelerdi, kısaca izah edelim.
1854 yılında Kırım savaşının giderlerini karşılamak için Osmanlı, ilk defa yabancı ülkelerden borç para alıyor. Alınan bu borç paralar tatlı geliyor olacak ki, eski borcu ödemeden yeniden borçlanılarak, hanlar, hamamlar, saraylar ve yollar yapılıyor.(Aynen bu günkü hükümetlerimizin yaptıkları gibi.) Ama üretim yok, borçlar git gide katlanıyor, borcu borçla kapatmağa çalışıyorlar. Sonra borç bulunamaz hale gelince de, pusuda yatan Galata, İtalyan, İngiliz, Alman, Fransız ve Avusturya bankerleri, çöküyorlar Osmanlının tepesine. Aralarında bir heyet oluşturup, el koyuyorlar hazinenin gelirlerine. Lozan anlaşmasıyla Duyun-u umumiye ‘in işine son verilse de, borçlar kalıyor yeni kurulan T. Cumhuriyetinin üzerine. Bu olay Osmanlının çöküşüne ve T. Cumhuriyetinin yüz yılına mal oluyor.
Önümüzde koskoca ayna gibi bir tarih dururken, şimdi sormak gerekmez mi yerli ve milli olan hükümetimize: “Bu gidişat nereye?”
Tarımı, hayvancılığı bitirdiniz ne kadar yerli ve milli işletme varsa hepsini özelleştirdiniz, ekonomi duvara dayandı ve siz şimdi; ben yönetemiyorum gel sen yönet dercesine bir şirkete devletin ekonomisini teslim ediyorsunuz.
Bu olay Türk Milletinin harem-i izzetine yabancı birini sokmak demektir, Türk maliyesinin kozmik odasını yabancı birine teslim etmek demektir ki, bunun bir örneğini Ergenekon davalarında gördük. Türk ordusunun bütün askeri sırları dünyaya servis edildi. O günkü failleri hakkında, “bunlar bizi kandırdı” dediniz ama Allah korusun yarın aynı olay tekrar vuku bulduğunda bunu ne ile izah edeceksiniz, hani sizin tabirinizle “yılanın deliğine iki defa parmak sokulmazdı?”
Aklınızı başınıza toplayınız beyler, yönettiğiniz yer babanızın çiftliği değil, bu ülke Türkiye Cumhuriyeti devletidir.
Her olayı sandığa bağlıyorsunuz ama gün gelir o sandığın içinde sizde boğulursunuz ki, bu millete tarihi bir acıyı hatıra olarak bırakmış olursunuz.
Bu konularda nedense hükümetin küçük ortağından hiç ses çıkmıyor, beka meselesi derken meğerse kendi şahsi bekalarını kastediyorlarmış, aksi takdirde memleketin bu gün düşürülmek istenen durumdan âlâ beka meselesi olur mu?
Kalın sağlıcakla…