PNS veya PDS

105

Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, akademisyen kimliğiyle katıldığı bir konuşmada, PNS’den söz etmiş. PNS, parlatılmış nesneler sendromunun baş harflerini ifade ediyormuş.

PNS, çağımız gençliğini, özelde bizim gençliğimizi, genelde insanlığı insani değerlerden alıkoyan en büyük etken. Buna PDS de diyebiliriz, yani parlatılmış değerler sendromu.

Adına sendrom, travma, savrulma, değersizleşme; ne derseniz deyin, varlık bilincimizin izahında bir sıkıntı yaşandığını itiraf etmek durumundayım. Bu da kimliksizlik, şahsiyet eksikliği, yaşama sevincini kaybetme, değerleri tersyüz etme gibi sonuçlar doğuruyor.

Günlük tüketiliyor her şey. Zamanı anlık yaşamak, hazzı tatmin etmek; yaşam tarzımızı formatlıyor. Milyonlarca insanın peşinden gittiği akım, kişi, düşünce sistemi bir anda yok oluyor, bir anda unutuluyor veya unutturuluyor. Değer verdiğimiz bir nesne kısa sürede değerini kaybediyor, yerine bir başka nesne geçiyor, yakılmak üzere çöplükteki yerini alıyor. Yarınlarda imal, icat ya da keşfedilecek bir nesnenin, ekolün hemen yok olmayacağının garantisi yok. Değerlerin, tarihi süreç içerisinde anlık tüketimi, bu tüketime ayak uyduramamak; kişilerde sendroma yol açıyor.

Değerli, kalıcı olan nesne veya düşünceye klasik denir. Modern anlayış, klasik kavramını, anlayışını da yok etti. Klasikte, insanlığın hikâyesi okunurdu, değerlerin ruhu hissedilirdi, mana ikliminde teslimiyet hep diri kalırdı, dünün mirası, yarının ümidi olma sürecinde zamanın bir değeri olmanın gururu yaşanırdı. Bedenler ve ruhlar yorulmaz, derinliğin vermiş olduğu tefekkürle varlık bilinci idrak edilirdi. Klasik mobilyada, klasik halıda on yılların hatta yüz yılların ruhunu bulur, onu teneffüs eder, hikâyesini dinlerdiniz. Onda yaşanmışlıkları hayal eder, kendinize ona göre yol haritası çizerdiniz. Klasik müzikte, o sanatın icrasındaki emeği takdir eder, ondaki manayı kavrayarak kendinize kılavuz eder, ondan aldığınız esinle nesillere rol model olmanın sorumluluğunu duyardınız. Klasik romanlar, insanlığın birikimini, serüvenini, ortak değerlerini anlatırdı.  Onlardaki her cümle vecizeydi,  her paragraf aforizmaydı, her bölüm insanlık destanıydı.

Şimdi onlar, arka odanın arkasındaki tozlu raflarda boynu bükük şekilde yer işgal ediyor. Hey haaat!

Modern anlayış, onun ürünü sosyal medya, onun, hızla tarz ve ad değiştiren enstrümanları insanların birikmiş değerlerini kefensiz şekilde defnediyor. İletişim, hızlı ve kısa olduğu için duygular aktarılamıyor, düşünceler tartışılamıyor; sadece olaylar görüntülenip paylaşılıyor. Yedim, içtim, gezdim tozdum; yaşasın hayat! Hayat bu değil ki yaşasın!

Klasik, güneş gibidir. Güneş, ısıtır ve ışıtır, hayat verir. Her canlı ona yönelir, onda hayat bulur. Parlaklıkta ne ışık ne ısı vardır; o yalnız kendini gösterir, kendi için vardır. Kendisine güneşi unutturulan insanlık, parlaklığa mahkûm ediliyor. Parlatılan bir şarkıda veya şarkıcıda, düşüncede veya nesnede hayat aranıyor.  O parlaklık kısa sürede kaybolunca insanlar, bir boşluğa düşüyor, yarınlarda ne ile karşılaşacağının belirsizliğinden, elindeki değerlerin bir anda yok oluşundan dolayı sendroma düşüyorlar. Bunun adı, Parlatılmış Nesneler Sendromu veya Parlatılmış Değerler Sendromu.

İnsanımıza, özelde gençlerimize değerbilirlik, vefa, sabır öğretilmeli. İki cihan saadetinin sacayağı, eğitim sistemimizin temelini oluşturmalı. Eğitim sistemimizde usul, araç, yöntem; ne kullanılırsa kullanılsın, bu sacayağından asla vazgeçilmemeli.

Parlatılmış nesneler veya değerler sendromundan kurtulmak, ancak sanatla mümkündür. Sayısal ve sözel öğretimi inkâr etmiyoruz, ancak sanat olmadan değerlerin biçimlenmeyeceği ve kalıcı olamayacağı da bir gerçek. Her sanat ve sanat eseri kendi içinde sabır, vefa, değerbilirlik, evrensellik gibi değerleri barındırır. Bu değerlerden yoksun bir ürün de sanat eseri kıymeti kazanmamıştır.

Hani, “Kriz teğet geçti veya geçecek.” deniyor ya, bu sendromun da teğet geçmesi için değerlere ve onun sahası sanata eğitimde, günlük hayatta geniş yer vermeliyiz. Sanat sadece eşyanın şekillenmesi değildir. Düşünceler sanatla olgunlaşır, ruh sanatla yücelir. Sanat var, sendrom yok!