Bir: Sermaye şampiyon. Genelkurmay ihalelerini bile alan bir işadamı – müteahhit gitti, Türkiye‘nin en büyük iş ailesinin bir ferdi geldi. Sorarsan Fenerbostanlılar pek mesrur. Hatta muhalefetün li’l-havadis takımı “20 yıllık Başkan gitti, sıra 16 yıllık olanda” havalarında.
Fenerbahçe Cumhuriyeti diyorlar ya bende ciddiye alıp soruyorum: Habu kulübe FB’li bir fabrika işçisinin ya da FB’li bir Bağ-Kur emeklisinin veyahut FB’li bir kamu çalışanının başkan olma olanağı var mı? Yani emeği, alınteri ve az ama helal kazancıyla birinin seçilme ihtimali yüzde kaçtır?
İki: Taraftar şampiyon yancısı. Biliyor ki bir paralı adamdan daha büyük paralı adama geçerken o paranın takıma ya da kendisine yansıyıp nasipdar olma düşüncesinde. Yoksa eli cebinde çömez Başkana eskisini (efsane başkan) 4’e katlatarak niye harcatsın?
Viva kapitale! Dünya devletleri üzerindeki hegemonyadan ABD – İngiltere – İsrail üçgeni neyse Türk Futbolunda FB – GS – BJK üçgeni odur. Trump ile Clinton‘dan birini seçebilmeye de demokrasi diyoruz bayanlar-baylar.
‘Spora siyaset bulaştırmayalım‘ diyenler; spor zaten siyaset ve ticaret. Tıpkı din gibi.. Aslında Para Dini‘nde Menfaat Sporları‘yla her dem iman tazeleyen tipleriz biz. Kur’an‘ın “Arzu ve hevesini tanrı edinen” (Furkan 43) dediği türden..
Daha evvel temas ettik; ekonominin kaygan olduğu bir seçim atmosferinde bize en çok para – pul, kredi – borç, imkân vs. bulan kazanacak. Bu yüzden olsa gerek ki sosyal demokrat bir lider bile “Türkiye’yi dolara boğacağım” diyebiliyor.
Kendi şehrinin takımı yerine 3 İstanbul takımından birini sırf kazanma güdüsünü tatmin için tutan ülkem çoğunluğu tabii ki siyasette de kazanma ve kazandırma şansı olanı tutacak. “Hak bildiği yolda yalnız da olsa yürüyecek” değil ya!
Bu şuraya çıkabilir: 16 yıla 1-2 yıl daha avans verip, bilemedin 20’ye tamamlatıp sonra yerle yeksan eylemek. Ne der fiks menü; “Seçmen iradesine saygımız sonsuz“. Ve bu 16 – 20 yıl aralığında sonradan şikâyet edeceği tüm şeyleri yapma imkânı sunar Başganına. Nihayeti geri dönüşüm kutusu olmak üzere..
“Bu ne sevgi ah, bu ne ızdırap” derdi Abdullah Yüce merhum. Bizse “Hergün isyanım var kadere” diyenlerdeniz. Kader‘in Kur’an’a rağmen bir narkoz çivisi gibi Âmentü‘ye çakıldığını bilenlerdeniz. Tinerci – terörist muamelesi gören Müslümcülüğe, Müslüm Gürses sosyeteye meze olduktan sonra meşruiyet veren bir toplumdan bahsediyoruz.
“Kavgamız vurguncu düzenedir” diyoruz. Sokaklarda ıspanak fiyatına satılan demokrasiyi de 70 yıllık NATO / ABD çizgisinde çoluk – çocuk bekçilik yapmayı da istemiyoruz. “Düz yaşayıp, dik durup, doğru gideceğiz” kısmına yazı – tura‘da bile ‘dik‘ tercihini ekliyoruz.
Futbol kapitalizminde bile Anadolu takımlarının şampiyonluğuyla mesut olanlar tayfası olarak memleket genelinde de Finans-Kapital dediğimiz sistemik hegemonyaya karşı kim istenmiyorsa onu yüreklendireceğiz.
Son tahlilde varacağımız nokta ise azla yetinen, tüketim çarkından çıkan, ekonomiyi değil insanın mutluluğunu esas alan, rekabete değil dayanışmacılığa dayanan, sömüren değil sömürtmeyen, borçlandıran değil ‘Kula minnet ettirmeyen‘ bir düzen inşa etmek. Fıtrata uygun, doğal, insanî ve imanî..
“Kemdürür (kemdir, kötüdür) yoksulluktan nicelerin varlığı,
Bunca varlık var iken gitmez gönül darlığı.”