İslâm tarihinin iki büyük lokomotif milleti; yani selef olan Araplarla, halef olan Türklerin bunca parlak asırların sahipleri olarak; tembellikte günahları büyüktür. Tıpkı iyilik ve haseneleri de gayet / son derece büyük, yüce ve ulvî olduğu gibi.
Gönül isterdi ki, Arap taife, kavim ve toplumları; Amerika Birleşk Devletleri gibi, en ulvî bir duruma girsin. Esarette kalan İslâm hâkimiyetini eskiden olduğu gibi, dünyanın yarısında, hattâ çoğunda kurmayı başarsın. Aynı şekilde halefleri olan Kahraman Türklerle bir ve beraber olarak; eski haşmet ve güçlerini kazanarak, dünyaya parmak ısırtsınlar. Bu İslâmî başarıyı Rahmeti İlâhiyeden kuvvetle umuyor ve bekliyoruz. Bir Kıyamet çabuk kopmazsa, inşaallah gelecek nesiller görecek.
Zannetmeyiniz ki, bu sözlerle siyasetten dem vuruyorum. Hayır! Asla! Hakikati İslâmiye bütün siyasetlerin üstündedir. Bütün siyasetler ona hizmetkâr olabilir ancak. Hiçbir siyasetin haddi değil ki, İslâmiyeti kendine âlet etsin. İslâm’ın toplum hayatı, çok çark ve dolapları bulunan bir fabrika gibidir. O fabrikanın bir çarkı geri kalsa, yahut bir arkadaşı olan başka bir çarka tecavüz etse, makinenin mihanikiyeti / hareket kabiliyeti bozulur. Onun için, İttihadı İslâm’ın / İslâm Birliği’nin tam zamanıdır. Müslümanlar birbirlerinin şahsî kusurlarına bakmamaları gerekir.
Şu hususu da teessüf / üzüntü ve teellüm / acı ile belirtmeliyim ki: Ecnebi ve yabancıların bir kısmı, nasıl kıymetli malımızı ve vatanlarımızı bizden aldılar. Onun bedeline çürük bir fiyat verdiler. Aynen öyle de, yüksek ahlâkımızı ve yüksek ahlâkımızdan çıkan ve sosyal hayata temas eden seciye, huy ve karakterlerimizin bir kısmını da bizden aldılar. Terakkî ve yükselişlerine dayanak yaptılar. Ve onun fiyatı olarak bize verdikleri, sefihçe kötü ahlâklarıdır. Gayrimeşru seciyeleridir. Meselâ, bizden aldıkları millî seciye ile, bir adam onlarda der:
“Eğer ben ölsem milletim sağ olsun. Çünkü, milletimin içinde bir hayatı bakıyem / kalıcı bir hayatım var.”
İşte bu kelimeyi bizden almışlar. Nitekim, ilerleme ve yükselişlerinde en metin, en sağlam ve en güvenilir esas bu olmuştur. Yani bizden hırsızlamışlar. Oysa bu kelime; hak dinden ve iman hakikatlerinden çıkar. O bizim, ehli imanın malıdır. Halbuki, ecnebilerden içimize giren pis ve fena seciye itibariyle bir hodgâm / bencil adam bizde diyor:
“Ben susuzluktan ölsem, yağmur bir daha yağmasın! Eğer ben görmezsem bir saadeti, dünya istediği gibi bozulsun!”
İşte bu ahmakça kelime; dinsizlikten çıkıyor, ahireti bilmemekten geliyor. Hâriçten içimize girmiş, zehirliyor. Hem o ecnebilerin bizden aldıkları MİLLİYET fikriyle; bir ferdi, bir millet gibi kıymet alıyor. Çünkü, bir adamın kıymeti, himmeti / ciddî gayreti nisbetindedir. Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek başına küçük bir millettir.
Bazılarımızdaki dikkatsizlikten ve ecnebilerin zararlı seciyelerini almamızdan, kuvvetli ve kudsî İslâmî milliyetimizle beraber herkes “Nefsî Nefsî” / “Ben Ben” demekle ve milletin menfaatini düşünmemekle -şahsî / kişisel menfaat ve yararını düşünmekle- bin adam, bir adam hükmüne sükut eder / düşer. Hz. Ali’nin dediği gibi:
“Kimin himmeti yalnız nefsi yani kendisi ise, o insan değil. Çünkü, insanın fıtratı / yaratılışı medenîdir.”
Çünkü ebna-i cinsini / aynı cinsten olanları mülahazaya / düşünmeye mecburdur. Zira ancak sosyal hayat ile özel hayatı devam edebilir.
Meselâ: Bir ekmeği yese, kaç ellere muhtaç ve ona mukabil / ona karşılık o elleri manen öptüğünü ve giydiği libas ve elbiseyle kaç fabrikayla alâkadar olduğunu kıyas ediniz.
Hayvan gibi bir postla yaşayamadığından, kendi cinsiyle fıtraten / yaratılışı bakımından alâkadar olduğundan ve onlara manevî bir fiyat vermeye mecbur bulunduğundan yaratılışı gereği medenîdir / birlikte yaşamak zorundadır.
Sadece şahsî menfaatine bakan, insanlıktan çıkar; masum olmayan câni bir hayvan olur. Bir şey elinden gelmese, hakikî özrü olsa, o müstesnâ / o başka bir mesele.