Geçen hafta ümmet birliğini savunan İktidar döneminde “tek millet” diyene dek alt kimlikleri millet sistemi saymanın ve ‘tek’ledikten sonra da adını koyamamanın getirdiği millî travmanın halkımızı panikleterek nasıl soyağacı / alt-üst soy arayışına ittiğini irdelemeye çalıştık. Meselâ bizim Karadenizsporlularda Rum veya Ermeni çıkma korkusu var. Çıksa ne değişecek; civciv mi, kuş mu?
Gizli bir toplumsal mutabakatla Türkiye’nin zencileri pozisyonu içselleştirilen Roman / Çingeneleri (bence Esmer-can) saymazsak Yahudilik ve Ermenilik noktasında bir karşıtlık ve derin bir endişe var. Zaten Esmer-can taifeleri temelde etnik guruplar olmaktan çok düşük meslekî guruplar olarak addedilmektedir. Dahası onlar da ya bu rolü kanıksadıkları veyahut umursamadıkları için yazılı olmayan sosyal akitte ‘en alttakiler‘ kısmında da olsa yerlerini almış durumdalar.
Gelelim Yahudi ve Ermenilere. Buradaki durum daha çok anksiete hâlidir ve ağırlıklı olarak tarih referanslı eko-politik beka kılıfına sarılmış vaziyettedir. Biraz da siyaset ve şikâyet havzasında tüketim malzemesidir. Ki bu yüzden genel kabuller sorgulanmaksızın tekrarlanır. Oysa bu alanda da tarihsel gerçekliğe ve toplumsal birikimimize ters düşen ön yada son yargılar var.
Ermenistan diye bir devlet, varlığını ve milletleşme bağını Türk / Türkiye düşmanlığına bağlasa da; 93 Harbi‘nden İstiklâl Harbi‘mize değin dış birlikli Ermeni Komitelerince hem usûl hem de sayı bakımından anormal derekede Müslüman kıyımı yapılmış olsa da buradan sonuç olarak tüm Ermenilere düşmanlık çıkmamalı. 84’te başlayan PKK Terörü‘nün ilk beş yılında nasıl ki örgüte yüz vermeyecek Kürt kökenli köyler kadın, çoluk-çocuk diğerleriyle birlikte hedef alındıysa Hınçak ve Taşnak Terörü de 1890 sonrasındaki ilk on yılında Osmanlı devletine sâdık Ermenileri diğerleriyle eş zamanlı olarak ailece hedef almıştır.
Oysa misyoner mekteplerindeki propagandaya karşı duran ve ortak yaşam kültürünü bozmamak için çabalayan kesimler de bulunmuştur. Büyük vaatlerin ve konjonktürel zeminin etkisiyle gençlerin öncülüğünde devasa kitleler gaza getirildiyse / geldiyse de I.Cihan Harbi‘nde bile bizimle beraber şehit düşen Ermeni ve Rum vatandaşlarımız bulunmaktaydı. Azlık – çokluk kısımları her ne olursa olsun haksız genellemeler bu bağlamda boşa düşmektedir.
Etnoloji ve antropoloji gibi bilim dallarına tarih metodolojisiyle girersek sürprizlerle karşılaşabiliriz. Örneğin; Gregoryenlik nedir, Aziz Gregor kimdir, ilk kiliseler neden Kafkasya‘da teşekkül etmiştir? Ermeni olgusu hangi etnisitelerden mürekkeptir ve bunun yüzdelik dilimde ne kadarı Türkî unsurlardır? En azından Anadolu‘daki 950 yıllık Selçuklu ve Osmanlı tarihinde nereye kadar birliktelik yaşanmıştır?
Levon Panos Dabağyan‘dan Agop Minasyan‘a, Garkavets‘den Abdurrahman Küçük‘e, Aynakulova‘dan Abdullin‘e birçok yayın ve araştırma incelenebilir. Fakat mevzu yalnız akademik değil belki daha fazlasıyla kültürel kimlik ve duygu aidiyetidir. Yetmişli – seksenli yıllarda onlarca diplomatımızı öldüren ASALA militanları tabiî ki düşmanımızdı ama o teröristleri protesto etmek için Taksim’de kendini yakan Artin Penik bizdendi.
Yanızca “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir” demiyoruz. Ne diyoruz Anayasa‘mızın 66. maddesinde: “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.” Yani o bağı duyumsamadır önemli olan ve ‘biz diyebilmek‘tir. Hissî aidiyetiniz yoksa hangi kökenden olursanız olun o millete ait değilsinizdir.
Afedersiniz ama Ermeni olmak, Çingene olmak yada Türkmen olmak, Yörük olmak değil de mesele adam olmak / insan olmak, toplum için değer ve fayda üretmektir.
Karakter ve ahlâk; işte bütün mesele bu!