Milletçe Yaşadığımız Gerçekler

60

BİRİNCİ BÖLÜM,

VATAN, MİLLET, DEVLET BAYRAK:

Ay Yıldızlı Al Bayrağımız altında yaşamaktan onur duyan, Büyük Türk Milletin ayrılmaz bir parçası olmanın gururunu taşıyan her yurttaş gibi; ‘vatan, millet, devlet, bayrak’ kavramları benim kutsalımdır, vazgeçilmezimdir.

Kaldı ki, atalarımız ardımızda kalan o dört bin yıllık muhteşem tarihimizi, bu dört önemli kavram üzerine inşa etmişlerdir.

Ben, devletimizin yüksek menfaatleri için 1974 yılında ata yadigârı Kıbrıs adasında savaşmış bir Muharip Gaziyim.

Sekiz bölümlük bu yazı dizimde belirtmiş olduğum görüşlerim:

Ülkemizin kuruluş felsefesi olan Atatürk ilke ve devrimlerini benimsemiş, Atatürk milliyetçiliğine inanan, ülkemizin aydınlık yarınlarını; modern ilmin çağdaş uygulamalarında gören bir yazarın değerlendirmelerini, analizlerimi içermektedir.

Günümüz Türkiye’sinde; bizi birbirimize bağlayan bu dört önemli kavramın kimilerince görmezden gelindiği, kimilerince küresel dünya şartlarında artık ”dünya vatandaşlığı” kavramı geçerlidir algısının yaratılmaya çalışıldığı bir süreç yaşanırken;

Bu önemli kavramlara değinmek, Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bu son vatan topraklarımızda kurmuş olduğu Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, ancak onun göstermiş olduğu ilkeler doğrultusunda çağdaş yarınlara ulaşabileceğine dikkat çekmek benim için önemli bir vatan görevidir.

Türk Milleti:

Asırlar boyunca devlet kurduğu, yaşam sürdüğü her coğrafyada; ”Önce Vatan” kavramını canından da aziz bilmiş. Vatan tehlikeye düştüğünde; hiç tereddüt etmeden canını da, malını da bu uğurda feda etmiştir.

Bilgi ve değerlendirmenize sunmuş olduğum her bölüm; tarihi niteliklerimizi unutanlara, unutturmaya çalışanlara cevap olması için kaleme alınmıştır.

‘Milenyumlu yılların’ başlamasıyla birlikte, ülkemiz üzerindeki emellerinden hiçbir zaman vazgeçmeyen emperyalizmin acımasız yüzü bu defa bir toz bulutu gibi çökmüştür.

Bu süreç ne yazık ki, bizi biz yapan ‘vatan, millet, devlet, bayrak’ kavramları üzerinde onların amaçlarına uygun birtakım aşınmalar yaratmış, yaratmaya devam etmektedir.

Özellikle AB’ye üyelik sürecinin başlamasıyla birlikte, bizler için çok hassas olan bu kavramlar; küreselleşen dünya standartlarıyla uyuşmuyor safsatasıyla, gelişen/modernleşen Türkiye söylemleriyle içi boşaltılmaya çalışılmıştır!

Öyle bir an gelmiş ki, milliyetçilik ayaklar altına alınırken, okullarımızda her sabah okutulan ‘andımız’ kaldırılmış. Türk kelimesini kullanmak dahi yadırganır, cumhuriyet dönemine dayanan simge olmuş kurumlarımızın önündeki T.C. kısaltması dahi kullanılmaz olmuştur.

En nihayetinde bu vatan;

Onur ve gurur timsalimiz şanlı bayrağımızı gönderinden indirme-yakma cüretinde bulunabilecek kadar hain ama nüfus cüzdanında T.C vatandaşı kimlik numarası yazan kimi alçaklara da tanıklık etmiştir.

Bu arada bizi millet yapan en önemli niteliğimiz olan ana dilimiz güzel Türkçemizin o zengin anlam derinlikleri olan kelimeler, cümleler yerini;

Giderek yozlaşan, yabancı kelimelerin istilasına uğramış bir Türkçeye bırakmış olup. Günlük konuşma lisanımızda anlamını yitirmiş, devşirilmiş pek çok kelimelerin yer almasının yanı sıra; yazım lisanımızda da ne yazık ki, dil bilgimizin neredeyse yok olduğu benzer bir süreç yaşanmaktadır…

Milliyetçilik, benim için yurtseverliktir.

Ne Amerika, ne Rusya, ne de Avrupa Birliği derim. Hepsinden, her şeyden önce benim için canımdan da çok sevdiğim ülkem Türkiye’m, bu aziz vatanın milli ve ulvi değerleri gelir.

Devletimizin kurucusu Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün fikirleri, devrimleri ve Türk Milletinin yapısal özelliği ile ilgili tarihe not düştüğü gerçekler, çağdaş yarınlarımızın yol göstereni olmalıdır.

Bu yazıyı kaleme almamın en önemli nedeni:

Özellikle böylesine kritik bir sürecin yaşandığı ülkemizde, yaşam coğrafyamızda, bir ve beraber olabilmemizin ne kadar önemli olduğuna dikkat çekmek;

Toplumdan ümmete, ümmetten millet olmaya giden bu kutlu yolda aşındırılmaya,  unutturulmaya çalışılan o özel niteliklerimizin önemini Türk Milletine hatırlatmaktır.

İKİNCİ BÖLÜM,

BÜYÜK TÜRK ULUSU;

Türk Milleti çok uzun tarih macerası içerisinde, yaşamını sürdürebilen iki ya da üç halktan birisidir. Yazdığım kitabıma da isim olarak verdiğim ”ÖNCE VATAN” tanımlaması;

Türk Milletinin yaşam mücadelesi boyunca hiç vazgeçmediği, her zeminde, her şartta öne çıkardığı kavramların en önemlisidir.

Bulunduğumuz coğrafyada, Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının liderliğinde kurulan bu devlet bizim son vatanımızdır.

Böylesine büyük bir milletin çocuklarının, torunlarının bugününe baktığımızda bizi büyük bir ulus yapan, bizi birbirimize bağlayan, birlik ve beraberliğimizi pekiştiren o dört önemli kavramın; (vatan, millet, devlet, bayrak) manası aşındırılmış, içi boş, toplumu sürü haline getirmeye çalışan akıl almaz senaryolarla yok edilmesi hedeflenmiştir.

Bu milletimize kurulmuş en büyük tuzaktır.

Çünkü bu tuzağın en çarpıcı yanı; ”önce ben, önce param” diyenlerin çoğaltılmasıdır.

Böylesi bir tercih, Türk milletinin yapısal niteliklerine de asla uygun değildir, olamaz da.

Türklerin binlerce yıl önce tarih sahnesine çıkmasıyla başlayan, ardımızda kalan ‘o muhteşem tarihimizin’ harcında:

‘Millet sevgisi, devletimize sadakat, bayrağımıza olan düşkünlüğümüz ama en önemlisi vatan sevdamız vardır.

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin temeli de, bu niteliklerimiz üzerine atılmıştır.

Ata yadigârı gelenek ve göreneklerimiz, bize has insani özelliklerimiz; bu yaşlı dünyaya hediye ettiğimiz, pek çok millete örnek olacak niteliklerimizin öne çıkanlarından sadece birkaçıdır.

Bu önemli değerlerimizin yanı sıra;

Gerektiğinde vatan uğruna seve seve ölüme gitmek, şehit ya da gazi olmak milletçe tarih sayfalarına kanlarımızla yazdığımız en önemli gerçeğimizdir.

15 Temmuz 2016’da, o salya sümüklü meczubun yönettiği FETÖ hainlerinin milletimizi sırtından hançerleyerek, ülkemizi ele geçirmek adına kalkıştıkları darbe teşebbüsüne ‘Şehitlik, Gazilik’ mertebesine erişen binlerce yurttaşımız; ”Önce Vatan” diyerek dur demiştir.

Bu son vatan parçamız; sevginin, saygının, yardımlaşmanın/paylaşmanın, arkadaşlığın, dostluğun, hoşgörünün milletimizin tüm katmanlarına yaygınlaşmasıyla sonsuza değin yaşayacaktır.

Kavramsal olarak ‘vatan’ kelimesinin çok çarpıcı, çok özel, çok güzel tarifleri yapılmıştır. Ben bu kavramsal anlatımlara; yaşadığımız gerçekleri de dikkate alarak, benim yorumumla bir yenisini eklemek istiyorum:

Vatan; Türk Milletinin yaşam hamurudur. Bu hamur Türk Milletinin namusudur, şerefidir, onurudur. Türk Milletine atalarından emanet, burçlarında ay yıldızlı bayrakların dalgalandığı gururudur. Gelecek nesillerimizin istikbali, yaşam geleceklerinin ele geçirilemeyen, geçirilemeyecek son kalesidir. Türk Milleti için vatan söz konusu olduğunda; ona olan bağlılık her şeyden önde gelir.

O nedenledir ki,

Vatan; Kimi zaman canımıza can katan, Kimi zamansa uğruna can verdiğimiz topraktır.

Yaşadığımız bu son vatan topraklarımız; ülkemizin stratejik konumu nedeniyle tarihin her döneminde tehdit altında olmuş, türlü tehlikelerle karşı karşıya kalmıştır. Tarih sayfalarımız, bu tehditlerin, bu tehlikelerin örnekleriyle doludur.

ABD’nin son dönemde bölgemizde GBOP (Genişletilmiş Büyük Orta Doğu Projesi) kapsamında Ortadoğu’da başlattığı:

Bölgenin enerji kaynaklarını kullanmaya, kendi stratejik menfaatlerini savunması için yeni bir uydu devlet kurulmasına (sözde Kürt devleti) yönelik, 2010 yılında Tunus’tan başlayan/başlatılan ‘Arap Baharıyla’ devşirilen, emperyalizme biat eden yönetimlerin iş başına gelmesiyle, bu tehdit daha da belirgin bir hale gelmiştir.

Ülkemizin son on beş yılında içeride ve dış ilişkilerinde yaşananlara bakıldığında;  PKK, PYD, YPG, DEAŞ ve FETÖ terör örgütlerinin vatanımıza vermiş olduğu zarar, bu örgütlerin iç ve dış destekçilerinin yaptıkları, dış ilişkilerimizde özellikle ekonomik yönden AB ile Ortadoğu’nun yeniden yapılandırıldığı bu önemli süreçte, ABD ile yaşadığımız güncel olumsuzluklar değerlendirildiğinde;

”Stratejik derinlikten”, ‘derin bir yalnızlığın’ yaşandığı bir süreçle karşı, karşıya olduğumuz görülecektir!

Özellikle böylesine özel bir coğrafyada yaşayan devletimizin milli menfaatlerini bir başımıza çözmemiz de, günümüz dünyasının gelişmeleri dikkate alındığında pek mümkün görülmemektedir.

Bunun için de düşman değil dost biriktirmemiz, dünya ülkeleriyle dostane ilişkiler geliştirmemiz önemlidir.

O nedenledir ki; Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ”Yurtta Sulh Cihanda Sulh” söylemiyle hayata geçirmiş olduğu bölgesel uygulamaları, bugünlere değin özellikle dış ilişkilerimizde ülkemizin barışa odaklı tercihini gösteren en önemli niteliğimiz olmuştur.

Pek tabiidir ki, ülkemizin toprak bütünlüğünü, milletimizin milli menfaatlerini tehdit söz konusu olduğunda; devletimiz bu sürece müdahale etmelidir.

Günümüz olayları değerlendirildiğinde; devletimizin tüm tehdit ve tehlikeleri defedecek güçte ve kararlılıkta olduğu da görülecektir.

Yakın tarihimize bakıldığında; 1974 yılında Kıbrıs konusunda tarih sayfalarına şanla, zaferle yazılan süreç milletimizin, devletimizin milli davası söz konusu olduğunda nasıl davrandığını/davranacağını gösteren tarihsel bir gerçektir.

Halen güney sınırımızda oluşturulmaya çalışılan ”Kürt koridorunun” yaratmış olduğu bu kritik süreç; hiçbir yasallığı bulunmayan Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimin yapmış olduğu bağımsızlık referandumuyla Barzani yönetiminin tırmandırdığı bu krizin önlenebilmesi:

Milletçe bir ve beraber, devletimize sadakatle bağlı olmaktan, millet, bayrak sevgisinden; bu değerler manzumesine yeterince önem vermekten geçmektedir.  ”Önce Vatan” bu değerler manzumesini sarıp, sarmalayan en önemli kavramdır.

Unutmamız gereken önemli bir diğer husus ise; nasıl ki, ”dünya beşten büyüktür” deniyor ise; dünyanın bu en önemli bölgesindeki sorunları bir başına çözmemiz de mümkün değildir.

Tutarlı politikalarla, dost ülkelerle koordineli ama milli menfaatlerimizi gözeten dış politikaların uygulanabilmesi, ülkemiz açısından hayati öneme haizdir.

 

 

Önceki İçerikAfrin Harekâtı Konusunda Gerçekçi Olalım
Sonraki İçerikKaynatılan Ortadoğu Kazanı Üzerine
Avatar photo
1967 yılında Teğmen rütbesiyle T.S.K da göreve başladığı zaman, Kıbrıs olayları adada tüm hızıyla devam ediyor, Yunanistan’ın da desteğini alan Rum’lar; adada yaşayan Kıbrıs Türk’üne her türlü mezalimi yapıyor, gerçekleştirdikleri toplu katliamlar, uyguladıkları ekonomik ambargolarla Kıbrıs Türk Halkını adadan göçe zorluyorlardı… O dönemde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin 1960 yılında imzalamış olduğu, BM’ler tarafından da onaylanmış garantörlük anlaşması gereğince, ada da bulunan ‘Şanlı Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayında’ görev almak için defalarca dilekçe veren Teğmen Çilingir; 1974 yılının 20 Temmuz Cumartesi sabahı kendisini Kıbrıs’ta savaşın içinde buldu. Bölük komutanı olarak Kıbrıs Savaşlarının her iki safhasında da bu görevini başarıyla sürdürdü, ‘Gazi‘ unvanı ile onurlandırılarak Türkiye’ye döndü. 1974–1975, 1985–1987 yıllarında Kıbrıs’ta görevli olduğu yıllardan sonra da, adada yaşanan olayları yakinen takip eden Çilingir; 2004-2011 yılları arasında Kıbrıs Türk Kültür Derneğinin İstanbul Şubesi yönetim kurulunda da görev yaptı. Bu uzun süreçte ’mili davamız’ olarak bilinen Kıbrıs konusuna sahip çıkarak, Kıbrıs Türk Halkının kazanılmış tarihsel ve hukuksal haklarını savunmak adına değişik platformlarda görev aldı. Sempozyumlara, panellere, televizyon programlarına konuşmacı olarak katıldı, makaleler yayınladı. Yakinen takip ettiği Kıbrıs konusu başta olmak üzere, ülke meseleleriyle ilgili güncel yazılarına, konferanslarına devam etmektedir. T.S.K.’dan 1990 yılında, kendi isteği ile emekli olduktan sonra; Kıbrıs konusuyla ilgili kaleme almış olduğu; ’’Özgürlük Nefesi (K.K.T.C Cumhurbaşkanlığı yayını 1995)’’, ‘’Girne’den Doğan Güneş (1997)‘’, ‘’Unutanlar Unutturulanlar ya da Hatırlayamadıklarımız (2004)’’, ‘’Elveda Kıbrıs Ama Bir Gün Mutlaka (2006)’’, ‘’Andımız Olsun ki Bu Topraklar Bizim (2007)‘’,’’Tarihten Gelen Çığlık (2010)’’, Kıbrıs ‘’Yes Be Annem’’ 2002-2016 (Eylül-2016) isimli kitaplarıyla; Ülkemizin son 65 yılında öne çıkan, yaşanmış önemli olayları anlatan: ‘’10’ların İzleriyle Türkiye (2014)’’,’’Kırılmadık Ne Kaldı?-Zaman Asla Kaybolmaz (2015)’’, ‘’Önce Vatan (Eylül 2017) isimli kitapları da bulunmaktadır… Sivil iş hayatına ‘Türkiye Sigorta Sektöründe’’başlayan Atilla Çilingir Koç YKS bünyesinde uzun yıllar görev yaptıktan sonra, halen dünyanın 18 ülkesinde hizmet veren, sağlık bilişim şirketlerinden birisi olarak ülkemizde de faaliyet gösteren; ‘’CompuGroup Medical Bilgi Sistemleri A.Ş’’ bünyesinde, görevine devam etmektedir. Pek çok üniversitenin ‘Bankacılık-Sigortacılık Fakültelerinde, Yüksek Okullarında, vermiş olduğu seminerler, konferanslar ile sektöre bu yönde de hizmet vermeye devam eden Çilingir’in: Sigorta sektöründe 27 yıldan beri vermiş olduğu hizmetlerini anlatan; ‘’Sigortalı Hayatın Gerçekleri’’ (2012) isimli bir kitabı daha bulunmaktadır. Atilla Çilingir; bugüne değin kitaplarından elde etmiş olduğu telif gelirleriyle; Sosyal sorumluluk projeleri kapsamında: 2010 yılında ‘K.K.T.C Lefkoşa Şehit Aileleri ve Malul Gazileri Derneğine’ ‘Tarihten Gelen Çığlık’ isimli kitabının telif gelirini bağışlamış, 19 Şubat 2012’de Van’da yaşanan büyük depremden sonra Van’ın Muradiye İlçesi Akbulak Köyü İ.M.K.B. (İstanbul Menkul Kıymetler Borsası) Yatılı Bölge İlk Öğretim Okulunda içinde 20 adet bilgisayarı bulunan ve kendi adını taşıyan bir BT (bilgi teknolojisi) sınıfı açmış. 02 Haziran 2017 tarihinde de Samsun’un Tekkeköy ilçesi Büyüklü İlköğretim okulunda da adını taşıyan, içinde 2500 kitabı, 2 adet bilgisayarı bulunan bir kütüphanenin açılışını sağlamıştır.