MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “Cumhurbaşkanlığı seçiminde aday çıkarmayacaklarını, kayıtsız şartsız Tayyip Erdoğan’ı destekleyeceğini” açıklamasından hemen sonra, Saray’a davet edildi. Burada yapılan Tayyip Erdoğan- Bahçeli görüşmesinden “milli ittifak” kararı çıktı.
Bir seçim işbirliğinden çok, iltica (sığınma) denebilecek bir birliktelikti bu.
AKP’nin MHP’lilerin oylarına ihtiyacı vardı. İltihak (katılma) veya iltica (sığınma) dense ülkücülerin gururu incinir, oy vermezlerdi.
Hemen o müthiş propaganda makinesi harekete geçirildi. Öncelikle yandaş medya bu “ittifak” dışında kalan partileri (bir ittifak yapacaklarına dair hiçbir söz söylemedikleri halde) “şer ittifakı” ilan etti.
AKP- MHP birlikteliğini “şer ittifakına karşı yerli ve milli ittifak” sloganı ile pazarlama planı yürürlüğe kondu.
Gerekçe hazır: “Türkiye adeta bir milli mücadele vermektedir. Yerli ve milli unsurların milli mutabakatına ihtiyaç vardır.”
BBP Genel Başkanı Mustafa Destici de “şer ittifakı” içinde anılmaktan korkmuş olmalı ki, bu “ittifaka” girme konusunda atağa kalktı.
MHP ile AK Parti’nin bu birlikteliğinden duyduğu memnuniyeti ifade eden Destici “BBP bugüne kadar olduğu gibi bu birlikteliğin yanındadır ve bu birlikteliğe katkı sunmaya devam edecektir” dedi.
- Öncelikle belirtelim ki, kendileriyle siyasi işbirliği yapmayan rakiplerini “gayri milli, yabancı ve şer ittifakı” olarak nitelendirmek peşinen milli mutabakatı sabote etmektir.
- MHP ve BBP genel başkanlarını biz Türk Milliyetçisi olarak bilirdik. Bu iki genel başkan Tayyip Erdoğan’ın BOP’un eşbaşkanı olması; kendisini Türk kabul etmemesi, Türk Milletini etnisite temelli yirmi küsur parçaya bölmeye çalışmasına dair eleştirileri kulaklarımızdan silinmedi. PKK ile müzakere etmesine karşı çıkıp, “Çözüm değil, Çözülme süreci” dediklerini unutmadık.
Erdoğan ve Ak Parti’yi TSK’ya kurulan kumpaslar, ordumuzun vatansever kadrosunun tasfiye edilmesi; FETÖ’yü palazlandırması sebebiyle yaptıkları çok ağır eleştirileri hala hafızamızda taze.
AKP iktidarı hakkındaki yolsuzluk, hırsızlık iddialarını ve Devlet Bahçeli’nin odasındaki 17.25’de durdurulmuş duvar saatini unutmadık.
- Erdoğan’ın, Türk milliyetçiliğini ayaklar altına aldığını; Bahçeli’ye ve Türk milliyetçilerine ‘kafatasçısınız, kandan besleniyorsunuz, Fatiha bilmezsiniz’ dediğini Bahçeli unutmuş olabilir ama biz unutmadık.
Bugüne kadar Erdoğan’ın bu görüşlerinin değiştiğine dair kendisinden bir söz duymadık.
Şimdi insaf edin ve söyleyin, İYİ Parti lideri Meral Akşener haksız mı?
“Şimdi bu muhteremler yerli ve milli, bizler gayrı milli ha. Hadi oradan be!…”
**********************************
“Çömez Devlet, Güçsüz Devlet” Saygısızlığı
Cumhurbaşkanı Erdoğan 11 Ocak’ta 43. Muhtarlar Toplantısı’nda beni ürperten bir cümle sarf etti:
“Karşınızda ne Osmanlı’nın ‘hasta adam‘ı, ne Cumhuriyetin ‘çömez devlet’i, ne 1970’lerin, 1990’ların güçsüz ülkesi var. Artık bunların karşısında büyük ve güçlü Türkiye var” dedi.
Ürperdim. Çünkü “Çömez devlet” dediği Atatürk döneminde Türkiye Cumhuriyeti en itibarlı, en çok saygı gören devletlerin başında geliyordu. Devletin başı olan Atatürk, düşmanlarının bile saygı ile andığı bir liderdi. Savaş sonrasının bütün olumsuz şartlarına rağmen, ekonomik olarak da Cumhuriyet tarihimizin en yüksek rakamlı büyümesinin sağlandığı dönemdi.
Ürperdim. Çünkü “Çömez Devlet’in” 1932’de zamanın en büyük Uluslararası Örgütü olan Cemiyet-i Akvam (Milletler Cemiyeti) ya da sonraki adıyla “Birleşmiş Milletler”e üye olmasını hatırladım.
O zaman ki Milletler Cemiyetine girmek için prosedür gereği Türkiye’nin müracaat etmesi gerekiyordu. Ancak M. Kemal Atatürk böyle bir katılımın bizim yapacağımız bir başvuru ile değil, doğrudan doğruya Cemiyet-i Akvam’ın Türkiye Cumhuriyeti’ni resmen daveti ile olması gerektiğine inanmaktadır.
Genel Sekreter Sir Eric Dummond, durumu inceledikten sonra şu karara varıyor: “Cemiyet-i Akvam’a katılmanın hukuksal şekli yönünden öncelikle bir talepte bulunmak daha doğru olacaktır. Ancak eğer böyle bir işlem; MUSTAFA KEMAL TÜRKİYE’SİNİN örgüte katılmasına engel olacaksa, o zaman hukuksal sıradanlıklardan vazgeçilmesi gerekmektedir. Çünkü MUSTAFA KEMAL TÜRKİYE’SİNİN, CEMİYETİ-İ AKVAM ÖRGÜTÜ AÇISINDAN ÖNEMİ BÜYÜKTÜR.”
Cemiyet-i Akvam Genel Kurulu toplanır. Türkiye’yi davet kararı alınır. İçinde Kurtuluş Savaşımızda düşmanımız olan İngiltere, İtalya, Fransa, Yunanistan dâhil bütün üye ülkelerin katılımıyla Türkiye’ye davet çıkarılır. Türkiye daveti kabul ederek bu örgüte üye olur.
Ürperdim. Çünkü “Güçlü Türkiye” dediğiniz günümüzde ise Cumhurbaşkanımız Fransa’dan randevu alabilmek için 5700 ton et, füzeler ve Airbuslardan oluşan bir alım sözü vermek zorunda kaldığını düşündüm. Milyarlarca Euroluk bu alımı yaptığı halde, Fransa Cumhurbaşkanı Macron‘un demokrasi ve insan hakları nasihatlerini de dinlemekten kurtulamadığı aklıma geldi.
Ürperdim. Çünkü “Güçlü Türkiye”de ABD’nin sınırımızda bir PKK devleti kurmakta olduğunu düşündüm.
***
Erdoğan’ın “Güçsüz devlet” dediği dönemlerde (hatta koalisyonlarla yönetilen Türkiye’de) unutmayın Türkiye Kıbrıs‘a girdi. Soydaşlarımızın hakkını korudu, orada bir devlet kurdu. ABD üslerini yasakladı, ambargoya direndi. Kardak için savaşmayı göze aldı. K. Irak’ta 50-60 km derinliğinde alanlarda operasyon yaptı. PKK’yı bitirme noktasına getirdi. PKK’yı besleyen ve A. Öcalan’ı barındıran Suriye, bir generalimizin ihtarıyla, Öcalan’ı sınır dışı etti.
Güçlü Türkiye dediğiniz günümüzde ise Ege’de 18 adamızı Yunanistan işgal ve ilhak etti.
Vatan toprağımız sayılan bölgeden Süleyman Şah türbesini kaçırdık.
Yunanlar Türk hava sahasını ve deniz sahamızı defalarca ihlal ediyor. Çipras Keçi Adamızda ayine katılıyor. Devletimizi yönetenlerden ses seda çıkmıyor.
“Çömez ve güçsüz devlet” dönemi dediğiniz zamanın devlet adamları kadar iyi şeyler yapamıyorsunuz. Bari onlara saygı duyun.
Şimdi lütfen söyleyin, İYİ Parti lideri Meral Akşener şöyle söylemekte haksız mı?
“Şimdi bunlar yerli ve milli. Bizler gayrı milli ha. Hadi oradan be!..”