Giriş:
İstiklal Marşı, belki de dünyanın en anlamlı millî marşıdır. Onun; içinde doğduğu ortam, Türk milletinin hayatında çok kritik bir devre oluşturuyordu.
Varlık-yokluk kavgası içine girmiş, mahrumiyetlerin pençesinde kıvranan bir millet, bütün dünyanın tahminlerini tersine çeviriyor; küllerinden yeniden doğan bir kaknus (phoiniks) gibi, kendini yok etmek isteyenlerin karşısına yiğitçe dikiliyordu.
İstiklâl Marşı, bu yiğitçe doğruluşun ve ‘Ben bu topraklar üzerinde kıyamete kadar yaşayacağım.’ diyen milletin destanıdır.
Bu bakımdan millî marşımızın anlaşılması ve her Türk gencinin yüreğinde yer etmesi önemlidir. Bu bengi kaynakla beslenen Türk gençleri, sâhip oldukları istiklâl karşılığında, atalarının ödediği bedelin bilincine varacak ve onu kıskançlıkla korumaya devam edecektir.
İsa Kocakaptan
İstiklal Marşı
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Çatma, kurban olayım, çehrene ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül... Ne bu şiddet, bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal;
Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklal.
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim: Bendimi çiğner, aşarım;
Yırtarım dağları, enginlere sığmam taşarım.
Garb'ın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar;
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
''Medeniyet!'' dediğin tek dişi kalmış canavar?
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın...
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.
Bastığın yerleri ''toprak!'' diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Huda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
Ruhumun senden İlahi şudur ancak emeli:
Değmesin ma'bedimin göğsüne na-mahrem eli;
Bu ezanlar -- ki şehadetleri dinin temeli --
Ebedi, yurdumun üstünde benim inlemeli.
O zaman vecd ile bin secde eder -- varsa -- taşım;
Her cerihamda, İlahi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-i mücerred gibi yerden na'şım!
O zaman yükselerek Arş'a değer, belki, başım.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklal.
Oğuz Çetinoğlu: Marş, ‘edebiyatımızda nazım türlerinden biri‘ olarak kabul edilir. Özelliklerini ve ifâde ettiği mânâyı anlatarak sohbetimize başlayabilir miyiz?
İsa Kocakaplan: Millî marşlar, milletlerin kahramanlık destanlarıdır. Onu dikkatle okuyan ve gönülden söyleyen nesiller, millî şuurlarını kazanır ve kim olduklarının farkına varırlar.
Çetinoğlu: İstiklal Marşı, ‘sancak’ ile başlıyor. Sancak, bayrağın bir başka adı… İstiklal Marşı’nın bayrakla ilişkisini yorumlar mısınız?
Kocakaplan: Bayrağımız ve onun hürriyetini ebedileştiren İstiklâl Marşımız milletimizin ruhunu, târihini, ideallerini aksettiren ölmez değerlerdir.
Bayrağımızın rengi ve hilâli, sanatkârlarımıza zarif hayaller ilham etmiştir. Ârif Nihat Asya’da bu zarâfet şu mısralarla dile gelir:
‘Kopardılar ay’ı gökten
Bir ipek dala astılar.
Yurt dediler gölgesine
Ayaklarını bastılar…
İstiklâl Marşı’nda da Âkif’in dert ortağı, gönül arkadaşı bayraktır.
Çetinoğlu: İstiklal Marşı, heyecanla okunuyor. Güzel… O’nu anlamak da gerek. Fakat nasıl?
Kocakaplan: İstiklâl Marşı’nı anlayabilmek için, Mehmet Âkifi iyi bilmek, O’nun bütün yönleriyle şahsında topladığı ve Türk milletinin bütünüyle benimsediği ‘Millî mücâdele ruhu’nu yakından tanımak, o ruhu hakkıyla hissetmek gereklidir.
Çok yerinde bir kararla okullarımızda İstiklâl Marşı’nı ezberlemek mecburî kılınmıştır. Ancak marşın ruhuna nüfuz edemezsek, yazıldığı devrin özelliklerine gidemezsek, bu muhteşem âbide, alelâde manzumelerle aynı kategoride mütalâa edilecektir.
Genç nesilleri, Millî Mücâdele’yi yapanların içinde bulundukları dünyaya götüremezsek, bütün çabalar neticesiz kalır. Orta 3. sınıflarda Cahit Sıtkı Tarancı’nın ‘Borazanbaşı, borazanbaşı‘ diye başlayan ve şâirin İstiklâl Marşı’nı dinlediği andaki duygularını işleyen şiirini okumaya başladığımızda, ‘Borazanbaşı‘ kelimesini duyan öğrencilerin gülüşmeleri, o neslin duygu dünyasına ulaşamamalarından kaynaklanmaktadır. ‘Vatan, millet, Sakarya‘ tekerlemesinin doğmasına sebep de, araya giren zamanın bizi o duygudan uzaklaştırmış olmasıdır.
Çetinoğlu: İstiklal Marşımızla târihimiz arasındaki münâsebet nasıl kurulabilir?
Kocakaplan: İstiklâl Marşı’nı işlerken târihle mutlaka ilgi kurulmalıdır. Osmanlı’nın yükselme devrini ve Sevr Antlaşmasıyla ülkenin düştüğü hâli gösteren iki harita, öğrencinin zihnine nakşedilmelidir. Mondros Mütarekesi’yle ilgi kurularak milletin çâresizliği, ordunun kımıldayamaz duruma getirilmişliği ve nihâyet ‘yedi düvele’ karşı verilen mücâdelenin emsalsizliği, heybeti, bu mücâdeleyi yürütenlerin sabrı, tevekkülü, gayreti… Tereddütsüz Hak yoluna fedâ-yı can edişleri… Hep bunlar genç zihinlere bir daha silinmemecesine yazılması gereken olay ve hasletlerdir.
Çetinoğlu: İstiklal Marşı’nın mısralarında, anlaşılmayı kolaylaştıracak hususlar hakkında neler söylenebilir?
Kocakaplan: Marşımızın birinci dörtlüğünde, içinde bulunulan karanlık tabloya rağmen ‘İnananlar ye’se kapılmaz.’ kavlince Türk milletine verilen ümit vardır. Bu tablo, tabiî bir olay ile izah edilir. Âkif; Çanakkale Şehitleri’nde güneşin batışıyla ay’ın parlaması olayını esas alarak, ‘kahraman Mehmetçik’in fonksiyonunu ‘Bir hilâl uğruna Yarab ne güneşler batıyor‘ mısraında dile getirir.
Şâir birinci kıt’ada Türk milletine seslenir. Şafak vaktinden önce gecenin en karanlık zamanı yaşanır. Bizim İstiklâl Savaşı verdiğimiz yıllar, bu en karanlık zamana benzer. Fakat bu zaman çabucak geçer ve ardından şafak söker. Aydınlık günler başlar, Bunun için millet, içinde bulunduğu karanlığın uzun süreceğini sanarak korkuya kapılmamalıdır. Biraz sonra şafak sökecek ve karanlık son bulacaktır. Bu benzetme şâirin, Türk milletinin bağımsızlığına çok kısa sürede kavuşacağı hakkındaki kesin inancını ortaya koyar. İkinci mısra millete verilen ümidi taşımakla beraber, ona gösterilen bir yoldur da: ‘Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak’ demek, aynı zamanda ‘Bayrağı indirmemek için, son fert olarak kalsan bile mücâdele edeceksin‘ demektir.
Üçüncü mısra Türk istiklâline olan sarsılmaz imanı haykırır: ‘O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak.’ Milletimin yıldızı, Türk’ün kaderi; tâlihidir. Tâlih ve kader mânâsına yıldız, deyimlerimize de girmiştir. ‘Yıldızı kararmak‘ ve ‘yıldızı parlamak‘ bunlardan ikisidir.
Bayrak milletin kaderini, tâlihini temsil eder. O parlıyorsa (hür ise) millet de aydınlık günlerini yaşamaktadır. Onun zevâli, milletin de sonudur. Türk övülmüş bir millettir. Âkif üçüncü mısra ile, Türk milletinin ve istiklâl sembolü bayrağımızın, kat’î olarak ebediyete kadar yaşayacağını ve dalgalanacağını belirtir. Bundan zerre kadar şüphesi yoktur. Millî Mücâdele’nin zafere ulaşması işte bu sarsılmaz imânın sonucudur.
Çetinoğlu: Bayrak mühim bir sembol…
Kocakaplan: Şâir ikinci kıt’ada bayrağa seslenir. Bayrak canlıdır. İkinci şahıstır. Hatta sevgilidir. Uğruna can verilen bir sevgili. Onun kaş çatışı bile âşıkını elemlere sürükler. Lirizmin sâdece aşk şiirlerine has olmadığını Âkif’te görürüz. Âkif şiirimize vatanî-millî lirizmi getirmiştir. Bayrak sevgilinin yüzüdür, hilâl ise kaşı. Ve o, bütün milletin -kahraman bir ırkın- sevgilisidir. Kızgınlık ve öfke bu sevgiliye yakışmaz. Onun gülümsemesi âşıklarına can verir, kahramanlıklarına kahramanlık katar. Şâirin bayrağı ikinci şahıs ve canlı bir varlık olarak kabul ettiğini söylemiştik. Her şahsın mutlaka zayıf bir yönü vardır Âkif, bayrağın bu yönünü yakalar. Kahraman ırka gülmediği takdirde, bu millet onun uğrunda döktüğü kanları kendisine helâl etmeyecektir. Bayrak, rengini bu kanlardan almıştır. Dolayısıyla Türk milletine borçludur. Son mısra hem millet hem de bayrak için bütünlüğü temsil eder. Milletin, ye’se kapılmasına, bayrağın da yüzünü asmasına sebep yoktur. Çünkü Hakk’a (Allah’a) tapan bu millet, istiklâli ‘hak’ etmiştir.
Çetinoğlu: Târihimiz de ihmal edilmiyor…
Kocakaplan: Üçüncü kıt’ada Âkif’in diliyle Türk târihi, Türk kahramanlığı ve Türk’ün yılmaz karakteri konuşur. Bu dörtlükten itibâren şiirin sonuna kadar, dalga dalga mefâhir bütün ruhları doldurur. 1921 Türkiye’sini düşününce bu mısralardaki lirizm ve destanî hava kendini daha fazla hissettirir. Çıkmazlar ve imkânsızlıklarla dolu bir devirde böyle haykırabilmek Âkif’e ve Türk milletine mahsustur.
Dördüncü kıt’a Batı âlemi ile Türklüğün mukayesesidir. Şâir yine milletiyle bütünleşmiş hâldedir. Batı çelik zırhlarını kuşanmış, âlemin iftihar vesilesi olması gereken bir milleti, ‘medeniyet’ adına boğmak için saldırmaktadır. Yedi düvelin teknik ve sayı üstünlüğü, göğsü imân dolu Mehmetçik karşısında kırılmaya mahkûmdur.
Çetinoğlu: İstiklal Marşı’na bir etiket koymak gerekirse en uygunu nedir?
Kocakaplan: İstiklâl Marşı ümit ve cesâret şiiridir desek yanlış olmaz.
Âkif beşinci kıt’ada askere yapması gerekeni değil, zaten onun yapmakta olduğunu hatırlatır. Türk yurduna saldıranlar ‘alçak, hayâsız ve zalim’, müdâfaadakiler ise göğüsleri iman dolu mazlumlardır. Kıt’anın son iki mısraı, imanın karşılığı olan ‘zafer’ müjdesini verir. Allah, kitabında inananlara zafer vâdetmiştir. Zaferin yakınlığı müminlerin gayretine ve kahramanlığına bağlıdır.
Çetinoğlu: Vatan kavramı da ihmal edilmemiş…
Kocakaplan: Âkif, sonraki üç kıt’ada vatan fikri üzerinde durur. Vatan alelâde toprak değildir. Onun altında binlerce kefensiz (şehit) yatmaktadır. Toprağı vatan yapan, o şehitlerin kanlarıdır. Askerlikte en yüksek rütbe şehitliktir. Ve bu herkese nasip olmaz. Vatan uğrunda bizim kadar şehit veren millet yoktur. Her karış toprak şehitlerle doludur.
İnancımıza göre şehitler cennete giderler. Bağrında bu kadar çok şehit barındıran toprağın cennetten farkı yoktur. O bizim dünyadaki cennetimizdir: Vatanımızdır.
Âkif, vatanı için canı dâhil her şeyini fedâ etmeye hazırdır. Allah’tan, dünyada kendisini vatanından ayırmamasını diler.
Vatana yabancı girmesin, mâbetlerimizin göğsüne onların kirli elleri değmesin. Ve en önemlisi ezanlar susmasın. Ezan sesleri ebediyen Türk semâlarında inlesin. Çünkü o ezanlar Millî Mücâdele’nin de mihveri olan Kelimeişahadet’i, günde beş vakit minarelerden alıp sonsuzluk âlemine götürürler.
Bilindiği üzre ezanın Allahüekber’den sonra gelen ‘Eşhedü en lâilâhe illâllah (şâhitlik ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur.) ve ‘Eşhedü enne Muham-mede’r-resûlullah’ (şâhitlik ederim ki Muhammed, Allah’ın peygamberidir.) kısımları İslâmiyet’in temeli olan Kelimeişahadet’i ifâde eder. Bu bakımdan ezanlar günde beş vakit, ülkenin Müslüman olduğuna şâhitlik yapar.
Çetinoğlu: Birinci kıt’adaki bayrak tasviri ile son kıt’adaki arasındaki fark dikkat çekiyor…
Kocakaplan: İlk kıt’ada bayrak, karanlığı haber veren şafak ânındaki güneşin allığında yüzmektedir. Yüzmek, insana suyu tedâî ettirir. Bu noktada bayrak, milletin gönlündeki istiklâl ateşidir de, düşman denizi içinde sönüverecekmiş gibi görülür. Ama Âkif, şiirinin dokuz kıt’asında bunun sâdece görüntüden ibâret bulunduğunu belirtmiş, gerçeğin hiç de göründüğü şekilde olmadığını söylemiştir.
Çeşitli savaşlara girip, zaferle çıkan bayrak (istiklâl ateşi) işte nihâyet kesin sonuca ulaşmıştır. Şan kazanmıştır.
Birinci kıt’adaki nazlı hilâl, son kıt’ada şanlı hilâle dönüşmüştür. Yeni, aydınlık ve hür ufuklar, şanlı hilâlin dalgalanışı ile süslenecektir. Son kıt’adaki şafak kelimesi de sabahleyin güneşin doğuş anındaki kızıllığı ifâde eder. Bu vakit gündüzün, aydınlığın özetle kesin zaferin müjdecisidir. Sabah vaktinin huzuru, ümidi, temizliği ve sükûnu bayrağa izâfe edilir. Bayrak artık şafaklar gibi şanlı, dalgalanacaktır. Kahraman ırka ‘çehre çatmak’ da söz konusu olmadığına göre, onun uğruna dökülen kanlar kendisine helâl edilebilir. Zira bundan sonra ebediyete kadar, bayrağa ve Türk milletine yok olma, yere düşme, yeryüzünden silinme şeklinde bir tehlike yoktur. Bayrak ve millet, bu yaşama hakkını târihleri ve verdikleri son imtihan sonucu hak etmişlerdir. Türk bayrağı ezelden beri hür yaşamıştır, bundan sonra da hür yaşamak hakkıdır. Türk milleti Allah’a olan imanıyla, bağlılığıyla asırlardır istiklâlini korumuş ve bu defa da ezan seslerini susturmamıştır. Öyleyse istiklâl içinde bulunmak onun da hakkıdır.
Çetinoğlu: Umûmî mâhiyetteki değerlendirmenizle sohbetimizi bitirebilir miyiz?
Kocakaplan: Kısaca İstiklâl Marşı, millî karakterimizi, târihimizi, imanımızı, Millî Mücâdele günlerinin heyecanını içinde taşıyan, o günleri ve o günleri yaşayanların duygularını nesilden nesile aktaracak olan emsalsiz bir âbidedir. Çanakkale Savaşı’nı âbideleştiren Âkif, Millî Mücâdele’ye de İstiklâl Marşı âbidesini hediye etmiştir. İstiklâl Marşı sâdece duygu yönünden değil, şiir sanatı yönünden de büyük değere sâhiptir.
Çetinoğlu: O hususu da ayrı bir sohbette konuşuruz inşallah. Teşekkür ederim.
İSA KOCAKAPLAN 1956 yılında, vaktiyle Çankırı’nın, 1995 yılından itibâren Karabük’ün ilçesi olan Eskipazar’da doğdu. İlk ve ortaokulu İstanbul’da okudu. İstanbul, Tunceli ve Kırşehir İlköğretmen okullarında devam eden lise öğrenimini Kırşehir Erkek İlköğretmen Okulunda tamamladı. 1974-1975 yıllarında Siirt ili Eruh ilçesinde ilkokul öğretmenliği yaptı. 1979’da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi ile Çapa Yüksek Öğretmen Okulu Türk Dili ve Edebiyatı bölümlerini bitirdi. Çeşitli ortaokul ve liselerde Türkçe/Edebiyat öğretmenliği yaptı. 1990 yılında ‘Yahya Kemal’in Şiirlerinde Edebî Sanatlar‘ isimli tezi ile İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde yüksek lisansını bitirdi ve aynı yıl Kültür Bakanlığı bünyesinde çalışmaya başladı. İstanbul İl Kültür Müdürlüğünde Müdür Yardımcılığı ve adı, 1997’den sonra Ansiklopediler Yayım Müdürlüğü olarak değiştirilen İslam Ansiklopedisi Müdürlüğü görevlerinde bulundu. Şubat 2001-Eylül 2005 târihleri arasında Türk Edebiyatı Dergisi’nin genel yayın yönetmenliğini yaptı. 2002 Aralık ayında İl Kültür Müdürlüğü Müdür Yardımcılığı görevinden emekliye ayrıldı. O târihten itibaren İstanbul Kültür Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde öğretim görevlisi olarak çalışmaktadır. Daha çok biyografi, metin incelemesi ve deneme türünde eserler veren İsa Kocakaplan’ın Hareket, Divan, Türk Edebiyatı, Orkun, Türk Dili, Millî Folklor, Berceste, Bizim Külliye, Varlık vb. dergilerde çok sayıda makale, inceleme ve röportajları yayımlandı. Kitap hâlinde yayımlanmış eserleri: *Türklük Mücâhidi İsa Yusuf Alptekin (Altan Deliorman ve Abdülkadir Donukla birlikte), *Açıklamalı Edebî Sanatlar, *Cengiz Dağcının Dört Romanı, *Gök Kubbemizin Şâiri Yahya Kemal, *Kırım’dan Londra’ya Cengiz Dağcı, *Namık Kemal, *İstiklâl Marşımız ve Mehmet Âkif Ersoy, *Ziya Gökalp, *Ahmet Hâşim, *Türkü Söyleyen Şehirler; *İki Cihan Arasında-1 Şinasi, *İki Cihan Arasında-2 Ziya Paşa, *İki Cihan Arasında-3 Nâmık Kemal, *İki Cihan Arasında-4 Abdülhak Hâmid, *İki Cihan Arasında-5 Muallim Naci, *Tür ve Şekil Bilgisi (Başlangıçtan Günümüze Türk Edebiyatında) (Mehmet Aça ve Halûk Gökalp’la birlikte), *Kırım’ın Ebedî Sesi Cengiz Dağcı, *Üniversitelerde Türk Dili ve Kompozisyon (Rekin Ertemle birlikte), *Edebiyat Burcu/ Makaleler, *Yahya Kemal’in Şiirlerinde Edebî Sanatlar. |