Dün Bugün Yarın (3)

98

Fransız ihtilâlinin tesirlerini (etkilerini) incelemeden, bizdeki Tanzimatı tetkik etmek (araştırmak) mümkün olur mu? Şu son senenin bir sual-cevabı içinde, en büyük boşluğumuzu bulabilirsiniz:

Amerika’ya davetli olarak giden bir tarih profesörümüz şerefine verilen veda ziyafetinde, tarih ihtisası (uzmanlığı) yapan bir Amerikalı genç söz almış:

“- Muhterem Profesör demiş, ben Avrupa kavimler tarihi üzerinde ihtisas yapıyorum. Her kavmin tarihinde istisnasız (hepsinde) Türk milletinin tesiri (etkisi) var. İsveç ve Polonya’nın tarihinde bile Türk tesiri (etkisi) elle tutulur gibi.. Afrika ortalarında, Hindistan’da Sibirya’da Türkler, milletlerin kaderlerini istikametlemişler (kaderlerine yön vermişler). Dünyaya böylecesine tesir etmiş büyük bir milletin dilini öğreneceğim ve şüphesiz ki muazzam (çok büyük) kütüphaneler tutan tarihini tetkike hayatımı vakfedeceğim. Bana, en güvenilir tarih serilerinizin listelerini lütfen verir misiniz?”

Hem (listesini) değil (listelerini) …Bizim Profesör yutkunmuş ve kızarmış. Nasıl diyebilirdi ki, bir Alman Hammer çıkmamış olsaydı, Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihi sadece vak’anüvislere (devlet tarihçilerine) kalacaktı!

Çünkü tarihçilik başka şey, vak’anüvislik (devlet tarihçiliği) başka şeydir. Birincisi, beşeriyetin (insanlığın), fakat bütün milletlerin mazisi (geçmişi) ve hâli üzerine ışık tutar..İkincisi, yaşadığı veya yaşanılmış bir devri, kendisine mevdû (verilmiş) vazife (ve görev) hâlinde hikâye eder. Bizim tarihlerimiz hemen hemen küll (bütün) hâlinde bu ikinci kategoridir (ikinci kısımdandır): Vak’anüvislik, devlet kadrosu içinde vazife (bir görev) idi. Ruzname’cilik aynıdır. Sır kâtipliği bu kademelerin daha mütevazıı (daha gösterişsizi) idi…

Dün olduğu gibi bugün de, milletçe hayâl kırıklıklarımız, yarıda kalmış ümitlerimiz, hepsi(ne), elimizde güvenilir ve bizi dünya ile terkip eden (birleştiren) bir tarih serimizin olmamasından ileri gelen tarih şuursuzluğu (ve bilinçsizliği) sebep olmuştur..El âlem (yabancılar), millî tarihini asırlarca süren derin ve köklü himmetlerin, asil sabırların sonunda elde edebildi. Türkiye halkına, bugünkü iktidarların henüz vaad hâlinde kalmış hürriyet bonoları’ndan daha sarih (açık) netice (ve sonuç)lar üzerinde konuşanlar olmuş, fakat bu engin serbestiyi, kaskatı istibdatlar (despotluklar) takip etmiştir…

Aziz efendim..Dünyanın en nazik coğrafya bölgesinde, kavşak noktasındayız. DÜN’ümüzü doğru ve minnetsiz (çekinmeden yazılan) bir tarih içinde öğrenmeden, BUGÜN’ümüz ve YARIN’ımız için güvenilir, devamlı, müstakar (istikrarlı, kararlı ve oturmuş) tedbir (ve önlem)ler alamayız..(Türkiye İstiklâl ve Hürriyet Mücadeleleri Tarihi, Cilt:1, Sayı:3, Mayıs-1957, s.VI)

Bu vatanda hürriyetin geçirdiği safhaları (evreleri) itibarda olan ölçüler dışında anlatabilmek, hiç bir devirde mümkün olmamıştır. Ve diyebileceğiz ki, bizde hürriyet mücadelelerinin başkalarına göre çok kanlı ve bitmez tükenmez olmasına rağmen verimsiz ve kısır kalmasının gerçek sebebi, her çeşit müstebitlerin (zorbaların), hürriyet için dökülen kanlar, esirgenmemiş himmetler (yardımlar) ve tutulmuş ışıkların meçhul kalması yolunda gösterdikleri müşterek (ortak) haşin (sert) gayretlerdir. Çünkü müstebit (zorba), hürriyet için yapılan savaşın beşerî (insanî) tefekkürün en asîl nasîbesi olduğunu bilir ve gönülleri tutuşturan füsunkâr (büyülü) cazibesinden istibdadını korumak için ilk çarenin hürriyet için dökülen kanların, harcanmış mukaddes emeklerin üzerine nisyan (unutkanlık) perdesi çekmiş olduğunu da hisseder…

Gerek şahıs, gerek zümre istibdatlarının binası, hürriyet için yapılan mücadelelerin meçhuliyet temeli üzerinde yükselmiştir. (Türkiye İstiklâl ve Hürriyet Mücadeleleri Tarihi, Cilt:1, Sayı:1, Mart-1957, s.II)

İstiklâl ve Hürriyet mefhumu (kavramı), aynı tarih devrinde yaşamış nesillerin müşterek nimetidir. Millî olduğu kadar Milletlerarası vak’aların (olayların) muhassalası (sonucu) olan hâdiseleri (olayları), millî hudutlar içine sıkıştırmak mümkün müdür? Bu sebepledir ki, … sadece biz, Garp (Batı) Türkleri’nin değil, bütün Türklük âleminin ve cihânın, …tarih devresi içinde, karakteristik hususiyetlerini (ele almak lâzım). (a.g.e., s.III)

 

Önceki İçerikİz Bıraktılar / Şehit Erhan Cengiz
Sonraki İçerikİslâm’da Mescid
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.