Ülkücü Hareket’in başlangıcından bugüne kadar geçmişine yakından tanıklık etmiş bir ülkücüyüm. Başbuğ Alparslan Türkeş’in bu hareketi siyaset arenasına taşıdığı 1965 yılından bu yana, Türkiye üzerine hesabı olan dış mihraklar ve onların resmi ve sivil işbirlikçileri, Ülkücü Hareket’e yönelik provokatif çalışmalar yaptılar. Bu çalışmaların bir kısmı (yanlış yönlendirici) ve bir kısmı da (bölücü) nitelikteydi.
Yanlış yönlendirici çalışmaların başında, ülkücü gençler arasına bir fitne gibi sokulan (Önce Türk müsün, müslüman mısın?), (Milliyetçi misin, ümmetçi misin?), (Üç hilal mi, bozkurt mu?), (Türkçü müsün, Türk-İslam sentezcisi misin?) tartıştırmaları gelmektedir. Ülkücü gençleri (Türkçü-Milliyetçi Mukaddesatçı) diye ikiye bölme çalışmaları sonucunda, maalesef partinin adının (MHP), ambleminin (Üç Hilal) olarak değiştirildiği 9 Şubat 1969 tarihinde yapılan meşhur Adana Kongresi’nden sonra bir grup Türkçü genç partiden ayrılmışlardır. O kongrede ben de İstanbul delegesiydim.
Ayrıca Atatürk’ün dinsiz olduğu, laikliği onun için getirdiği, din adamlarını suçsuz yere astırdığı yayılarak Atatürk üzerinden Cumhuriyet düşmanlığı yapılması ve yerine Osmanlı saltanatına ve hilafete özlemin yerleştirilmeye çalışılmasını da, yönlendirici çalışmalar bağlamında değerlendirebiliriz. Maalesef buprovokatif çalışmalar bir dönem ülkücü gençlik üzerindeciddi anlamdaetkili olmuştur.
Ülkücü Hareket’e yönelik bölücü çalışmalara örnek olarak da; bazı tarikat ve cemaatlerin girişimlerini, Milli Türk Talebe Birliği’nde oynanan oyunları, Yeniden Milli Mücadele Hareketini, Erbakan ve Akıncı Gençlik çalışmalarını, Menzil Cemaatinin çalışmalarını, Fethullah Gülen Hareketi(FETÖ)ni, BBP bölünmesini gösterebiliriz. Bu hareketlerin hepsi, maalesef Ülkücü Hareket’ten küçük ve büyük parçalar koparmışlardır. 12 Eylül darbesinden sonra kurulan partilerin çoğu da (ANAP- DYP) siyasetteki boşluktan istifade ederek Ülkücü Hareket’ten epey eleman devşirmişlerdir.
Ülkücü Hareket’i bölme çalışmaları, 1965’ten Başbuğ Türkeş’in vefat ettiği 1997 yılına kadar devam etmiş ve büyük ölçüde başarılı olmuştur. Devlet Bahçeli’nin genel başkan olmasından sonraki süreçte Ülkücü Hareket’i yavaş yavaş bitirme çalışmalarına hız verilmiştir. MHP’nin en büyük gücünü ve dinamizmini, (Ülkücü Gençlik) temsil etmiştir. Yüzde 90’ı eğitimli, Ocaklarda aldığı milli ve manevi kültürle vatan ve millet sevgisi gelişmiş, milli ve manevi değerler tehlikeye düşünce ölümü göze alabilen bu idealist gençlik, geliştirilmeyerek, bazı Ocakları kapatılarak, tasfiyeler yapılarak ve pasifize edilerek etkisiz hale getirilmiştir.
Genel Merkez’in çalışmalarını yetersiz bulan ve bazı politikalarını eleştiren, daha faal olunmasını isteyen, merhum Ali Güngör gibi milletvekilleri ve parti teşkilatlarında görev alan yöneticiler, birer birer tasfiye edilmişler ve muhalif görülen teşkilatlar feshedilerek bir küskünler ordusu oluşturulmuştur.Partiyi siyaset sahnesinde bitirme çalışmaları, özellikle 12 Eylül öncesi bu harekete emek veren kıdemli ülkücülerin ve kanaat önderlerinin etkisizleştirilmeleri ve sistemli bir şekilde tasfiye edilmeleri, yeterli çalışma yapılmayarak partinin oyunun yüzde 18’lerden yüzde 11’lere düşürülmesi ile devam etmiştir.
MHP’nin etkisizleştirilmesini ve bitirilmesini istemeyen ve Kurultayla MHP üst yönetimini değiştirmek isteyen genel başkan adayları ve onları destekleyen teşkilatlar ve yöneticileri, partiden ihraç edilmişlerdir. Bu süreçte parti içi iktidarlarının bekasını düşünenler, son olarak AKP ile işbirliği yaparak, hem muhalifleri bertaraf etmişler, hem ülkeyi rejim değişikliğine kadar götürecek tehlikeli girişimlere destek olmuşlardır. Bunun sonucunda, MHP tabanının büyük çoğunluğu, 16 Nisan Referandumunda, Genel Merkez’in karşısında yer almıştır.
Bütün göstergeler, yeni sistem gereği, MHP’nin önümüzdeki ilk seçimde barajın altında kalarak siyaset arenasından silinme tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğunu ortaya koymaktadır. Bu da, Türk milletinin milliyetçilik refleksinin parlamentoda temsil edilmemesi demektir. Böyle bir sonuca başta ömrünün önemli bir bölümünü adamış ve davasının çilesini çekmiş olan özden ülkücüler izin vermeyecektir.
Çünkü MHP, köksüz, sonradan türemiş, sıradan bir siyasi parti değildir. Bu partinin temsil ettiği Türk milliyetçiliği ideolojisi, devletin milli ve bölünmezliği davası, dünyanın seçkin ve saygın üyesi “Milliyetçi Türkiye”yi kurma ülküsü, elli yıllık süreçte, oy versin vermesin Türk milletinin çoğunluğunun sevgisini ve beğenisini kazanmıştır. Bunun için, MHP parti olarak sonlandırılabilir, ama temsil ettiği davası ve ülküsü sonlandırılamaz.
Bizler Namık Kemal’in dediği gibi “Merkez-i hâke atsalar da bizi/Kürre-i arzı patlatır çıkarız”. Türkiye ve bütün dünya, çok yakında ülkücülerin bir defa daha Ergenekon’dan çıkışını, bütün haşmeti ile görecektir. Bu çıkış, Türk milletinin ve Türk dünyasının bütün sıkıntılarından aydınlığa çıkışı olacaktır.