“Benim de bir annem olsa annemin / Beşiğini seve seve sallardım.
Gülse güller açılırdı içimde / Ve ağlasa inci inci ağlardım.”
Aslında kendimi Soma Faciası‘nın üçüncü yıldönümüne hazırlıyordum. Ve sonra acı bir “Annesizler Günü” hatırası gibi o meşum kaza ve yitip giden Bucalı 24 ana yüreği geldi saplandı böğrüme. Onun için Arif Nihat Asya‘nın yukarıdaki beytiyle giriş yaptım. Yoksa Grup Yorum‘un “Soma İçin” yazdıkları belki biraz yansıtırdı öfkeli acımı:
“Bir mezar ki kazdığımız / Ne ucu var ne bucağı.
Açlık yoksulluk var diye / Bu kadar ucuz ölünmez!”
Bir bakıyorum Mayıs ayı grafiğine; İran‘ın Azerşehr kentindeki maden faciasında 35
karındaşımız ölmüş. Pakistan‘ın Mastung kasabasındaki intihar saldırısında 25 kardeşimiz, Nijerya‘da bir camiye yapılan saldırıda 20 dindaşımız ölmüş. Afrika‘daki Benin‘de otobüs kazasında 13 kişi ve Amerika‘daki yangın faciasında da çoğu çocuk 7 kişi ölmüş; yani yine bizim gibi insanlar.
Bitimsiz savaş kurguları: IŞİD Suriye‘de mülteci kampına saldırdı; 38 ölü, Deyrizor‘a düzenlenen hava saldırısında da 30 sivil katledildi. Irak‘ın yalnızca Musul şehrinde IŞİD infazıyla 20 sivil, intihar eylemiyle 10 asker, karşı operasyonla da 13 militan öldürüldü. Bitimsiz açlık oyunları: Güney Sudan‘da yüzbinler, Somali‘de milyonlar… Ve Türkiye‘de Canan Karatay Hoca’dan zayıflama önerileri.
Maraş‘ta iş kazasında ölen FETÖ’den ihraç edilen öğretmen. Son süreçteki intihar vakaları; 35‘te.. Ergenekon sürecindeki Ali Tatar‘lar, Kuddusî Okkır‘lar şimdi iade-i itibar duygusuyla anılıyor. 6-7 Ekim 2014’te Kobani bahaneli tedhiş eylemlerinde vahşice öldürülen 50 civanın hakkı – hukuku da, 13 Mayıs 2014’te Soma Madeni‘ndeki 301 canın hesabının sorulacağı mahkemeler de takvimlerden tespih hükmünde.
Yaşarken sahip çıkamıyoruz, ölümüne üzülmüyoruz ama öldükten sonra kıymet biçmeye başlıyoruz. 15 Temmuz‘daki 248 şehidin ve 2 binden fazla gazinin hesabı henüz en üst düzeyden sorulmadı; bekliyoruz. Lâkin hukukun üstünlüğü, suçun şahsîliği, müddeinin iddiasını ispat yükümlüğü ve aksi kanıtlanmadıkça beraat-i zimmetin asıllığı unutulmadan. Yani meşruiyetten ayrılmadan ve yarına yeni pişmanlıklar bırakmadan.
Bize sadece normalleşme lazım. Suç işleyenin cezalandırıldığı, hak arayanın bulabildiği ve insanlarımızın huzur, güvenlik ve refah içerisinde ağız tadıyla yaşayabildiği bir ülke. Yani Şairin (Cahit Sıtkı); “Memleket isterim / Ne zengin – fakir, ne sen – ben farkı olsun / Kış günü herkesin evi barkı olsun” dediği türden.
Biliyorum, Silopi‘de panzerin evlerinin duvarına çarpması sonucu ezilerek ölen ve uykularında dünya değiştiren o iki çocuk geri gelmeyecek. Biliyorum Berkin Elvan‘ın, Yasin Börü‘nün, Ali İsmail Korkmaz‘ın anneleri kalplerindeki kurşundan acılarla yaşamaya devam edecekler.
Biliyorum ki Nuriye Gülmen ile Semih Özakça‘nın Ankara’da 70 günü deviren açlık grevinden ötürü başlarına iş gelse sonradan üzüleceğiz. Fikirleri farklı olabilir, aidiyetleri tuhaf bulunabilir; ama Devlet sesini duyurmak isteyenlerin sesini duymalı, demokratik işleyiş içerisinde kendi koyduğu kurallara uymalı ve hiçbir kimseyi kaybetmeden, herkese aynı eşitlikte – âdillikte uygulamalarla toplumu rahatlatmalıdır.
Ölümleri kanıksamak toplumsal ölümdür.