Adanmışlık Gerek

103

Dernekte arkadaşlarla sohbet ediyoruz. Güngörmüş, belediye başkanlığı da yapmış bir arkadaşımız, Kore’nin, kalkınmayı dört aile üzerinden gerçekleştirdiğini, bu ailelere toplumun inandığını ve çalışanların, çalıştıkları kurumları, fabrikaları kendi ekmek tekneleri olarak gördüklerini söyledi. Bir arkadaşımız da, “Bizim ülkemizde işçiler yapıcı değil yıkıcı, yapmak değil yıkmak derdinde, birçoğu üreten değil kemiren bir ahlaka sahip; işin temelinde sendikalar var; işçileri tahribata, boykota, greve yönlendiriyor; iş yerlerine ne katarım kaygısı taşımıyor.” diye sohbetimize iştirak etti.

Ben de “Bizde adanmışlık ruhu yok.” diyerek sohbete giriş yaptım.

“Adanmışlık” nedir, kişi kendini neye adamalıdır? Adanmışlık ruhuna sahip olan insanla olmayan  insan arasındaki fark nedir?

Adanmışlık, insan olmaktır, varlığına bir mana katmaktır. Bir ideal için yaşamayan, kendini bir yüce değere adamayan insanın ruhu, beden kaportasını gezdiren bol gürültülü, egzozu bozuk motor gibidir.

Kişi, kendini mutlaka bir kızıl elmaya adayarak, hayatına mana katmalı. Atalarımız, “bir baltaya sap olmak” demiş buna. Mesleğine adayarak insanlık adına bir çığır açabilir kişi, çocuklarına adayarak ülkesi adına büyük fetihler yapacak, insanlığın bir ıstırabını dindirecek evlatlar yetiştirebilir bir anne, mahallesini iyi yöneterek barış iklimi oluşturabilir bir muhtar, içten davranışları ile öğrencilerine yaşama sevinci ve memleket aidiyeti heyecanı verebilir bir öğretmen. Evlilikle başlattığı aile sürecinde eşi ve çocukları için yaptığı fedakârlıklarla onurlu bir yaşamın rol modeli olabilir bir baba. Çalıştırdığı işgörenlerinin haklarını adaletle vererek, güvencelerini sağlayarak hem onları mutlu eder hem memleketin kalkınmasına katkıda bulunur bir işveren.

Adanmış insan, hesabi değil, hasbidir, herhangi bir davranışının kendisi için ekonomik getirisini öncelemez, içtenlikle verdiği maddi ve manevi kıymetlerin, muhatabı olduğu kişi veya içinde bulunduğu topluma ne katkı sağlayacağına bakar. Aldıklarıyla değil, verdikleriyle mutludur o.

Adanmışlık adına çok kere yanlış adreslerde dolaşıyoruz. Mektup hedefine ulaşmıyor; çünkü adres yanlış. İnsan, yapabileceğini söylemeli. Özellikle erkeklerimiz, bir araya geldiklerinde önce mahalle, sonra şehir daha sonra memlekette yapılan yanlışları konuşuyor, olumsuzluk üretiyorlar. Sonra memleketi kurtarma senaryoları yazmaya başlıyorlar. “Bekâra karı boşamak kolaydır.” misali bol bol atıyorlar, mangalda kül bırakmıyorlar. Bazen hızlarını alamıyorlar, Kaf Dağı’nın arkasındaki beyaz atlı prensin gemilerini karadan yürütüyorlar. Sorumluluk makamında olmadıkları için konuşmaları rahat, senaryoları ütopik olabiliyor.

Hâlbuki insan yapabileceklerini konuşmalı, üzerine vazife olanları konuşmalı ve yapmalı. Leylek olmadığımız halde ömrümüzü lak lakla geçiriyoruz. Havanda su dövmek denir buna.

Akrabaları ile konuşmayan, komşusu ile iyi geçinemeyen kişinin memleketteki huzursuzluktan, asayiş eksikliğinden bahsetmesi samimiyetsizliktir. Evimizi, sokağımızı süpürme görevimizi yapmadan memleketi temizleme görevini üstlenmek ya da bunun lafını yapmak abesle iştigaldir.

Bütün sayı sistemleri 1’le başlar. Her büyük şeyin temelinde, önemsemediğimiz küçük şey vardır. Önce, küçük şeylere adamalıyız kendimizi. Adanmışlığın hazzını, başkalarının önemsemediği o küçük işlerde önce duymalı, sonra ne olduğunu başkalarına göstermeliyiz.

“Adanmışlık”, “adam”mışlıktır aynı zamanda; adam olmaktır. Adama gibi yaşamak, adam gibi ölmektir. Estirdiğin rüzgârların fırtınaya dönüşmesiyle okyanuslarda dalgalar oluşturmaktır.

Düşünüyorum bazen, öldüğümde cenazeme kaç kişi gelir, bunların kaçı kaç gün yokluğumu hisseder, “Yeri doldurulamayacak adamdı, memleket değerli bir insanı kaybetti.” der? Ya da “İyi ki öldü, insanlar huzur buldu.” mu der?

Öldükten sonra arkanızdan ne deneceği sizin adanmışlığınızla ilgilidir. Adanmış insanlar, ailesinin, yakınlarının, mahallesinin, çalıştığı kurumların, kentinin, ülkesinin küçük kahramanlarıdır. Onlar, adları ile değil, eserleri ile yaşarlar.

Kubbede kalan hoş seda, onların sesleridir. Onların, boş tenekenin çıkardığı gürültü ile, malayani ile işleri olamaz. Hasbiliğin ve ideallerinin verdiği görevle, bir küheylan gibi ufuktan ufka koşan aktif iyilerdir onlar.

Önce kendimize bakalım: İşlerimizde ne kadar hesabiyiz? Adanmışlık tarafımız, var mı, ne kadar? Çocuklarımız, yakın ve uzak çevremizdeki gençlerimiz; ne kadar idealistler, neyin peşindeler? Okullarımız, öğretmenlerimiz; çocuklarımıza bir ideal verebiliyor mu, onlara adanmışlığın hazzını tattırabiliyor mu, onları bu doğrultuda eğitiyor mu yoksa öğütüyor mu?

Önce, ağaçtaki erişebileceğimiz meyveleri toplayalım. Uzaktaki meyveye zıplarken yakındakini ezmeyelim, çürütmeyelim. Kolay ve doğru olan budur.

Eğitimde yapılacak iş çok, hiçbiri zor değil. Doğru zamanda, doğru yerde, doğru kişilerle yapılan iş, çok keyifli. İşe, adanmışlıkla başlanabilir.