Neden dünya ehli / dünyaya düşkün olanlar, gaflet ve hatta dalâlette / yanlışta olanlar, üstelik nifak / geçimsizlik ve anlaşmazlık çıkaranlar; aralarında rekabet / çekişme olmadan İttifak / Uyuşma ve bağlaşma içinde oldukları hâlde,
Haklılar, vifak içinde / aynı düşüncede olanlar, dindarlar, âlimler, tarikat mensupları neden hem birbirleriyle rekabet / yarış hâlindeler, hem de birbirleriyle İhtilâf / Anlaşmazlık içindeler?
Oysa, ittifak / uyuşma; vifak / aynı düşüncede olanların hakkı iken,
Hilâf / uyuşmazlık; nifak çıkaranların / ara bozuculuk yapanların, iki yüzlü münafıkların lâzımı iken.
Neden bu hak oraya geçti ve şu haksızlık şuraya geldi?
Bu çok elîm / çok acı verici, fecî / yürek parçalayıcı ve hamiyet sahiplerini / vatan severleri ağlattıracak, müthiş / dehşetli bir durumdur.
Bununla beraber hemen belirteyim ki, haklıların İhtilâfı / anlaşmazlığı; hakikatsizlikten / haklı ve doğru olmadıklarından gelmediği gibi,
Gaflette olanların / gerçekleri görüp anlamayanların İttifakı / birlik ve beraberlik içinde olmaları dahi; hakikattarlıktan / doğru yolda olduklarından ve gerçeklere dayandıklarından değildir.
Ya nedendir? Derseniz:
Belki dünyayı seven, ona meftûn / düşkün olanların ve siyasetçilerin; ittifak ve vifak içinde olmaları; aslında her birinin sosyal hayat tabakalarında muayyen / belli birer iş güç sahiplikleri sebebiyle, yâni maişet derdi çekmemeleri, geçim sıkıntısı içinde bulunmamalarındandır.
Tıpkı çeşitli mektep ve okullardan mezun olanların belli işler edindikleri için, maişet / geçim bakımından birbirlerine muhtaç olmamaları gibi. Çünkü o vazife ve işler karşılığında alacakları maddî / parasal ücret belirlenmiştir. Ayrıca mevki, makam sevgisi; şan, şeref noktasında halkın ilgisinden alacakları mânevî ücret de bellidir.
Gerçi, halkın teveccühü / ilgisi istenilmez, belki verilir. Verilse de onunla hoşlanılmaz. Hoşlansa ihlâsı / içtenliği kaybeder. Riyaya / gösterişe girer. Şan ve şeref arzusuyla halkın ilgisini çekmek isteyiş ise, ücret ve mükâfat / karşılık değil. Belki ihlâssızlık yüzünden gelen bir itab / paylama ve azarlama ve bir mücazat / cezalandırmadır. Evet, amel-i sâlihin / Allah için yapılan güzel işin hayatı olan ihlâsın / samimi yapış ve işleyişin zararına; halkın teveccühü / ilgisi ve şan ve şeref, kabir kapısına kadar muvakkat / geçici olan az bir lezzete karşılık; kabrin öbür tarafında azab-ı kabir / kabir azabı gibi nahoş / hoş olmayan bir şekil aldığından; halkın ilgi ve alâkasını arzu etmek değil, belki ondan ürkmek ve kaçmak lâzımdır. Şöhretperestlerin ve şan ve şeref peşinde koşanların kulakları çınlasın.
Bu bakımdan birbirine zahmet ve sıkıntı vererek hareket etmeye hiç mahal yok. Birbiriyle yarış edecek derecede bir iştirak / bir katılma ve ortak oluş yok.
Onun için, bunlar ne kadar da fena / kötü bir meslek ve meşrebde de gitseler; yine de birbiriyle ittifak / birlik teşkil edebilir, vifak / anlaşık hâlde bulunabilirler.
Fakat dindarlar, âlimler / bilginler, tarikat mensupları ise, bunların her birinin vazifesi umuma baktığı gibi, peşin ücretleri de belirsiz oldukları ve her birinin sosyal makam ve halkın ilgi ve alâkasını çekmede kabul görüşteki hisse ve payı belirsiz kalıyor.
Nitekim, bir makama çoklar namzet ve aday olur. Maddî ve manevî her bir ücrete çok eller uzanabilir.
İşte o noktadan dolayı birbirine engel olma ve hizmette ben sen yarışı; vifakı / uyuşmayı nifaka / bozuşmaya; ittifakı / anlaşmayı ihtilâfa / anlaşmazlığa tebdil eder / değiştirir.
İşte bu müthiş marazın / hastalığın merhemi / ilacı ihlâstır. Yâni sadece Allah rızasını gözetmektir.
Onun için hakperestliği nefisperestliğe tercih etmekle ve hakkın hatırı -Hakkın hatırı yüksektir. Hiçbir hatıra feda edilmez.- nefsin ve enaniyetin / benliğin hatırına galip gelmekle: “Benim mükâfatımı ancak Allah verir.” (Yunus: 72) sırrına mazhar olur. Halktan gelen maddî ve manevi