İnandığımız ve yaşattığımızı zannettiğimiz tüm değerleri, dünyanın zevk ü sefasına vekeyfimizin hevasına peşkeş çekiyoruz. Yemediğimiz kul hakkı, işlemediğimiz halt ve üzerine basmadığımız gariban kalmadı ve biz hala Müslümanız. Ve biz hala ince bıyık ve sakallarımızla, günah çıkartma maksatlı umrelerimizle, alışkanlığa dönüşmüş umdelerimizle ve asla paylaşmadığımız mal varlığımızla Müslümanız!
Hele ki Ramazanın gelmesiyle televizyon kanallarında fon müziği eşliğinde kimisi salya sümük, kimisi akademisyen tavırlı din tacirlerini görünce hepten çılgına dönüyorum. Kanallar arası transferler, dönen transfer paraları; sonrasında iftar ve sahurlarda dini şovlar… Şu hale bir bakın Allah aşkına! Kur’an’dan, Hadis’ten ve tefsirden hikâyeler, aralarda ilahiler; ağlasın divaneler ve gelsin TL desteler…
Neymiş; efendim bir sanatçı bir saat sahnede şarkı söyleyerek milyarlar kazanıyormuş da, bu insanlar din anlattığı için neden almayacakmış? Neymiş; bu insanlar iftar, sahur demeden çok ciddi bir emek harcıyorlarmış da, bu emeğin hakkını almaları gerekirmiş!
Yazıklar olsun! Ne zamandan beri emr-i bi’lma’ruf ve nehy-i an’ilmünker (iyiliği emretme, kötülükten alıkoyma) parayla yapılır oldu? Ne zamandan beri özü nasihat olan din, para kazanma, yolunu bulma, zenginleşme vesilesi haline geldi? Çıkıp da o sahnelerde Allah Resulü böyle yapardı derken hiç mi utanmıyorsunuz! Hiç mi vicdanınız sızlamıyor!
Evet, bu ülkede çok edebi ve dokunaklı din anlatmak ciddi getirisi olan bir mesleğe dönüşmüştür. Hele ki Ramazan geldi mi, kanallarda sabit programlar ve ayrıca belediyelerin davetlerinde ekstralarla bir yıllık hasılat tamamdır. Hadise içler acısı olsa da magazinleşmiş bir din ve şovmenlere dönen din adamlarıyla geldiğimiz nokta tam da burasıdır.
Birer eğlenceye dönüşüverdi Ramazanlarımız; oysa biz on bir ayın sultanında saatlerce aç kalırdık da açları hatırlardık. Nefsimiz tamahkarlığından utanırdı… Sofralarımıza konu komşuyu çağırırdık; Allah ne verdiyse paylaşırdık da, bereket yağardı evvela gönüllerimize, sonra hanemize. Dünyayı ve dünyalığı zihnimizde ve gönlümüzde en az taşıdığımız bir aydı Ramazan. Cömertleşirdi eller, melülleşirdi bakışlar ve susardı ağızlar… Biz oruçluyduk çünkü ve Allah’a çok yakındık.
Ne hale geldi manevi coğrafyamız; talan talan üstüne… Ramazan gelir; camilerde para, para, para… Kurban gelir; deri, deri, deri… Para toplanmayan bir Cuma kıldınız mı hiç? Biz ve bu din nasıl bu hale geldik! Diyanetin bütçesine bakıyorsunuz, bazı bakanlıklardan bile fazla. Ama camimizin elektriğini biz ödüyoruz; boyasını, camını ve çerçevesini biz yaptırıyoruz.
Televizyonculuktan, Hac-Umre Organizatörlüğüne kadar holdingleşen cemaatlerimiz ve tarikatlarımız ise işin bir diğer boyutu. Allah rızası dedin mi zaten cebe gitmeyecek el de yok! Hele ki o cemaat ya da tarikattan iseniz kaçarınız zaten yok.
Velhasıl, midesine taş bağlayan Peygamberi vardı dinimizin; sadece bir hurmayla iftar açardı; hatta kimi zamanlar onu dahi paylaşırdı. Şimdi sahnelerde hitabet ve tiyatral yetenekleriyle, camilerde Allah’ın evine yardım terennümleriyle ve dergahlarda hizmet niyetleriyle para toplayanlarımız var bizim. Dünya ahiretin tarlası elbet; ama dünyalık, ahiretin çetin hesabı olsa gerek! Ramazanınız mübarek olsun!