Geçtiğimiz hafta, tarihin en adi yalanına Almanya’nın da burnunu sokmasıyla uyduruk soykırım yalanı tasdik edicileri 26’ya yükseldi. Uruguay’dan Lübnan’a, Vatikan’dan Arjantin’e kadar 26 ülke… Adalet, merhamet ve medeniyet eksenli onlarca devlet kurmuş bu milleti, bugün dahi kanlı elleriyle dünya coğrafyasının dört bir tarafında mazlum katleden medeni görünümlü zalimler soykırımla suçluyor. Tarihçiler susuyor; ülke parlamentoları konuşuyor.Tarihi bir komedi yaşanıyor.
Bu düşmanlık sergisine dönüşmüş vahim hadiseyi şaşırmadan izliyoruz elbette. İçimizde birileri bu ülkelerin bize dostane sarılabileceğini ihtimal vererek Avrupa Birliği rüyalarında gezinseler de, Ermenistan ile samimi kucaklaşmalar sergileseler de, hatta bu sürgün için özür ifadesi cümleler kurabilseler de biz biliyoruz ki, ayıdan post, düşmandan dost olmaz. Biz biliyoruz ki, tarihin derinliklerine akan dost ve düşmanlık yüklü zihinsel kodlar hep tazeliğini koruyor tüm milletlerde. Sanırım tek saf biziz; herkese gülücük dağıtan, adeta babaannesini yemiş kurda kulaklarının neden bu kadar büyük olduğunu soran kırmızı başlıklı kızız…
Olan oldu ve olmaya devam etse de meselenin iki hususiyeti kafamı karıştırır durur. Birincisi, bir tarafta Ermenistan, diğer tarafta Türkiye… Bir tarafta Ermeni lobisi, diğer tarafta Türk lobisi… Nasıl olur da, bu rüzgar hep bizim aleyhimize eser durur. Mesela Türkiye uluslararası arenada bugüne kadar ne yapmıştır? Doğu Perinçek ve onun yıllarca Rus arşivlerinde çalışarak bu soykırım yalanını tüm belgeleriyle ortaya koyan oğlu Mehmet Perinçek dışında hangi çalışmalar yapılmıştır? Bir ara Yusuf Halaçoğlu Hoca meseleyi biraz dillendirdi, bin pişman oldu. Bırak pişmanlığı görevinden de oldu.
Şu soykırım yalanı üzerinden bizi tehdit etmeye çalışanların tarihleri çok mu temiz! Afrika’da, Asya’da, Balkanlar’da, Ortadoğu’da ve birçok ada ve adacıkta milyonlarca masum insanı hunharca doğrayanlar, bunlar değil mi! Neden bu ülkenin Meclisinden böyle bir karar çıkmaz, anlamıyorum. Korkuyor muyuz yoksa önemsemiyor muyuz!
İkinci vahim taraf ise, maalesef artık dünya milletleri arasında herhangi bir caydırıcılığımızın kalmamış olması. Her önüne gelen bizim böylesi hassas olduğumuz bir konuda bize misilleme yapma güç ve kudretini kendinde bulabiliyorsa, vay bizim halimize… Hiç hükmümüz kalmamış anlaşılan…
Keşke Sayın Cumhurbaşkanımızın şu konuşurken kestiği raconların, ortaya koyduğu birçoğuna katıldığım Avrupa ve Amerika eksenli çakma adalet vurgusunun dünyada bir karşılığı olabilseydi. Eğer olabilseydi, son bir yılda en çok bir araya geldiği Merkel ve onun meclisi bu tasarıyı kabul etmezdi.
Görülen o ki, bu mesele doğrultusunda hiçbir hazırlığımız, hiçbir çalışmamız yok. Devlet dediğinizin kırmızı çizgileri olur. Ve bu kırmızı çizgilerinizin karşıya yansıtacağı tehditleri olur. Bu sizin ciddiyetinizdir, saygınlığınızdır; uluslararası arenada tavrınıza bağlı oluşturduğunuz bir kimliğinizdir.
Şimdi çok merak ediyorum; En çok Türkün yaşadığı bir ülke olan Almanya’nın Parlamentosuna bu tasarının geleceği elbette çok önceden biliyordu. Türkiye’yi yönetenler gelmemesi ve kabul edilmemesi için ne yaptı? Eğer bir şey yapılmışsa, gördük ki başarısız olunmuş; o halde şimdi ne yapacağız? Televizyonlar bangır bangır bu tasarıya evet oyu veren Türklerin şeceresini anlatıp duruyor. Sayın Cumhurbaşkanı kürsülerden en ağır sözleri sarf ediyor. İyi de hepsi bu mu? O halde içimizden en iyi şiir okuyanı ya da en güzel konuşanı Başbakan ya da Cumhurbaşkanı yapalım, kimse bize yan bakamasın…
Herkesçe malum bir Nasreddin Hoca fıkrasıdır. Nasreddin Hoca bir köyde misafirken heybesini yitirmiş. Köylülere: “Ya heybemi bulun, ya da ben yapacağımı bilirim” demiş. Köylüler telaşlanmışlar, korkmuşlar da. Arayıp taramışlar, sonunda heybeyi bulup Hoca’ya getirmişler. Köyden ayrılırken de: “Hocam” demişler, “heybeyi bulmasa idik ne yapacaktın ?” Hoca şöyle bir elini sallayıp: “Hiç” demiş, “evde eski bir kilim vardı, gidince onu bozup heybe yapacaktım !”
Kimse kusura bakmasın; çok canımı acıtıyor bazı şeyleri yazmak; ama artık coğrafyanın şamar oğlanına dönüyoruz. Krizdeki Yunanistan adalarımıza çöküyor, en güçlü lobilerimizin olduğu Almanya soykırım tasarısını meclisinde kabul ediyor, Avrupa’nın en kıytırık ülkeleri bize posta koymaya, akıl vermeye kalkıyor; İŞİD bombalıyor, PYD tehdit ediyor…
Ya gücümüzü bilmiyoruz ya da şu anki acziyetimizin farkında değiliz. Bir an evvel bu kaosun içerisinden çıkmanın bir yolunu bulmalı ve tekrar dünyaya yön ve nizam veren şahsiyet ve itibarımızı kazanmalıyız. Yoksa küçüldükçe küçülüyor ve ezildikçe de eziliyoruz… Mevla sonumuzu hayr ede…