Almanya Başbakanı Merkel, Yıldız Sarayında, altın varaklı koltuklarda ağırlandı ve bu durum ülke içinde çok ciddi eleştiriler aldı.
Bir kere, İstanbul’da neden ağırlandı?
Yeni Türkiye(!)’nin artık Başkenti de mi değişti?
Neyse…
Artık, bu konuları ayrıca tartışırız.
Bugün tarihten yapraklarla günümüzü karşılaştıralım.
25 Aralık 1915’de dönemin Padişahı bir yemek veriyor.
Yemek, Yıldız Sarayı Çadır Köşkü Kasrı’nda yenecek.
Yemek listesi; bezelye çorbası, kalıpta soğuk hindi, terbiyeli ıspanak kökü, pisi balığı filetosu, çerkez tavuğu, bademli börek, zeytinyağlı lahana dolması, anberbû pilavı, yemişli pasta.
Bu arada, ülke, tarihinin en ağır savaşında, I. Dünya Savaşı içerisinde.
Ülkede korkunç sıkıntı var. Vesika ile günde arpa, yulaf, süpürge tohumu karışımı yüz dirhem (üç yüz gram) ekmek verilmektedir.
Şeker, yağ, et yok gibidir. Varsa da sahip olanlar sıradan vatandaşlar değildir. İmtiyazlı bir sınıf ancak bu yiyeceklere sahip olabilir.
Peki! Bir de gelelim 1921’e.
Millî Mücadele’nin en zor günleri.
Fransız ilişkileri yeni bir ümit dalgası oluşturmuş. Fransızlar, İngilizlerin tek başlarına hâkimiyet kurmalarını istemiyorlar. Bunun için de Franklin Bouillion’u görüşmeler yapmak üzere Ankara’ya göndermişler.
Hariciye Vekilimiz (Dışişleri Bakanımız) Yusuf Kemal(TENGİRŞEK) Bey, Fransız temsilcisini iyi ağırlamak istiyor. Ama hiçbir imkân yok. İyi kalitede çatal, bıçak takımı bile yok.
Çok üzgün, her şey danışılan Mustafa Kemal Paşa’ya gidiyor.
“Paşam ne takım taklavat var, ne de bir orta lokantanın servisi ve mutfağı…inşallah ilk fırsatta şu eksiklikleri tamamlayalım. Mahcup olacağız adamlara…”
Mustafa Kemal gülümsüyor:
“Onlar bizim halimizi bizden iyi biliyorlar. Zaten onları ayağımıza getiren de bu yokluklar içinde başardıklarımız… Askerin mermisi, ayağında çarığı olmadığı, mebusunun koridorda kap karavana yediği hareketin Hariciye Vekili sofrada kristal kadehler içinde şampanya ikram ederse öteki mucizenin sihir’i kalmaz. Hariciye Vekili… Sen neyin içinde neyi yiyorsan herife onu ikram et…” diyor.
Yusuf Kemal Bey bu hatırasını anlattıktan sonra;
“Goca Adam!” diyerek bitiriyor.
Goca Adam nasıl olunurmuş?
Hadi, Padişahı da anlayalım.
Ne de olsa, birkaç yüz yıl önce dünya hâkimi olmamızın etkisini unutamamış diyelim.
Peki, şimdi bize ne oluyor?
Kaçak saraylar, altın varaklar, olağanüstü israflar…
Ne için? Ne pahasına? Ne adına? Kim için? Kime karşı? Şartlar nedir?
Bu durumda kime “Goca Adam” diyeceğiz?