Nitelikli İlkesizlik!

101

Nitelik ve ilke! Her geçen gün yabancılaştığımız şeyler. Eğer ileride değişmez, başka bir anlam almazsa şimdilik Türk Dil Kurumu’na göre ‘vasıf, kalite’ gibi anlamlara gelen ‘nitelik’ ve ‘temel düşünce, unsur, prensip’ gibi anlamlara gelen ‘ilke’!

Sözlüğümüzde olmalarına rağmen örnekleri pek az görülen ve görülünce de sanki normalin dışında bir şeymiş gibi davranılan şeyler. ‘Prensip meselesi’, ‘ilkeli duruş’, ‘ilkeli adam’ gibi kavramlar bizden epeyi uzaklaştı. Toplumun her alanında görünen bu yozlaşma durumu ‘tavandan tabana’ doğru bir yol seyrediyor.

Merhum Abdurrahim Karakoç diyor ya; ‘İster sâri deyin isterse ırsi, büyük revaç buldu makbulün tersi.’ Durum, tam olarak bu. İlkesizlik her yerde, her bünyede ve normal. Lâkin siyasi arenada had safhada!

Gözlerinde, ‘siyasi malzeme’ yapılabilecek hemen her şeyi ‘yeşil ışık’ ile gösteren bir dedektör taşıyanlar, ‘bu bana oy getirir’ dediği her şeyi siyasi malzeme yapmaktan hiç çekinmiyor, utanmıyor, yüzü kızarmıyor. Utanmak, sıkılmak şöyle bir yana ‘önce ben yapmalıyım’ diye bir yarış ta söz konusu! Bu yarışta birinci hiç değişmiyor bilindiği üzere.

Dini ve Milli değerlerimizden kullanılmayan kaldı mı bilmiyor ve ‘aman varsa da duyulmasın’ hassasiyeti ile konuyu uzatmıyoruz tabii ki. Bayrak, başörtüsü, din, iman, Peygamber! Milli, manevi, dini her türlü değeri ‘limiti olmayan bir kredi kartı’ gibi ceplerinde taşıyanlar, gerek duyduğu yerde hemen kullanıyor! Onlar bu işi çok iyi biliyor. Bunu biz değil kendileri hemen her yerde ‘biz bu işi biliyoruz’ şeklinde ifade ediyorlar!

Bir insan, bir topluluk, bir hareket düşünün ki; menfaati uğruna hiçbir şeyi yapmaktan çekinmeyecek; hak, hukuk, adalet, ilke, her şeyi yok sayacak ve bunu normal bir şeymiş gibi yapıp üstüne bir de karşısındakileri ‘ilkeleri yok ilkeleri’ diye eleştirecek! İşte ‘nitelikli ilkesizlik’ burada karşımıza çıkıyor.

Milletin genelini ilgilendiren hassas konuların işlenip, kendi çıkarları doğrultusunda kullanılması, duygu ve inanç sömürüsü ‘nereden ne kadar oy gelir’ hesabı ile yapılan nitelikli işler.

Üstünlüğün ‘takva’dan geçip, ‘para’da karar kılması ile başlamış olan üstün olma yarışında tabi ki ‘köşeyi dönme’ tabirinin önemini de dile getirmek zorundayız. Köşeyi dönmek; ‘kısa zamanda zengin olup lüks içinde yaşamak’ anlamında kullanılan bir deyim malumunuz. Yani daha çok kazanmak için gösterilen bu uğraşlar, ilkesiz davranışlar tamamen ‘üstünlük’ için. Bu kitle için ‘üstünlük-takva-para’ üçgeni biraz değişik.

Son günlerde ‘Sen hiç şühedanın sesini duydun mu?’ sorusu her ne kadar ‘ne şiir okudu bee’ hayretinin gölgesi altında kalmış olsa da amacına ulaşmış bir çalışma. Anmanın gerçekleştiği tarih olan 24 Nisan tarihi aslında Anzakların Çanakkale’ye çıkışının bir gün evveli! Ve ne hikmetse Anzak torunlar da orada! Sözü fazla uzatmadan gelelim sorunun cevabına; şühedanın sesini duyduk amma bir sor nasıl duyduk. Arif Nihat Asya’da duymuş mudur bilemiyoruz ama ‘dua’ şiirinin bu günlerde ve böyle işlerde kullanıldığını görse ne hissederdi acaba diye düşünmeden de edemiyoruz haliyle.

Ya çağır şurada ilkeli kullarını, ya bizi ilkesiz bırakma Allah’ım.