Bir seçim sürecinin daha içerisindeyiz. Önce aday adaylarını tanımış olduk, sonra gönlümüzde yatan aslanların bizzat sıralamasını kendi kendimize belirledik. Daha sonra gerçek adaylarını siyasi partilerin genel merkezleri, seçip sıralamaya koydular. Yerlerini beğenenler oldu, beğenmeyenler oldu, saygı duyulur. Bize göre kim seçilirse seçilsin, “vatanımıza, Milletimize hatta Türk dünyası için hayırlara vesile olsun” demekten başka söyleyecek söz düşmez. Bu seçim atmosferinde, kiminle konuşup, kimleri dinleyecek olsak; 7 Hazirandan sonra kurulacak hükümet modelini konuşuyor, hükümet kurup, hükümet düşürüyor bulduk.
Bizim bu yazımızda öyle bir derdimiz yok.
Bu tür büyük işleri Anadolu insanı tabiriyle: “Biz ne bilek begim böyüklerimiz bilir” demekten başka elimizden bir şey gelmez.
“İnsanı yaşat ki Devlet yaşasın” (özdeyişinden)yola çıkarak; önce küçük meselelerimizi hal yoluna koymuş muyuz ona bakalım hele.
Yıl 1970 Almanya:
Hangi otobüs durağına gitseniz duraktan kalkan, durağa gelen otobüslerin tarifeleri en ince ayrıntısına kadar yazıyor. Otobüsler de o tarifeye göre dakikası dakikasına duraklarda bulunuyor.
Aradan tam 45 sene geçmiş, birde güzel Türkiye’mize bakalım.
Allah aşkına, siz bu güne kadar herhangi bir otobüs durağında tarife gördünüz mü, hadi diyelim işgüzar(!!!) bir belediye çılgınlık yapıp koymuş, otobüsler tarifelerde yazan saatte orada bulunuyorlar mı, işyerinize kafanızda tasarladığınız saatte gideceğinizden emin misiniz?
Acaba Almanlar, beyhude işlerle uğraşmayı çok mu seviyorlar, yoksa biz kendi insanımıza değer mi vermiyoruz veya bizim insanımızın zamanı çok mu değersiz?
Yorumu siz değerli okuyucuya bırakıyorum.
1980 li yıllar.
Petkim Petrokimya fabrikası henüz özelleşmemiş. Petkim, içerisinde 16 üniteyi barındıran Balkanların ve Orta Doğu’nun en büyük Petrokimya Komplekslerinden biri. Bu on altı üniteden biri, benim de bünyesinde 20 yıl çalıştığım, CBR ünitesi. Araba ve uçak lastiğinin hammaddesi olan sentetik kauçuk üretiyor. Baş Mühendisimiz şu an Kocaeli Aydınlar Ocağı Başkanı Yüksek Kimya Mühendisi Ruhittin Sönmez. Kauçuk elde edilirken çeşitli kimyasalların yanında “Benzen” adı verilen çok tehlikeli bir madde de kullanılıyor. (6 Dakika direkt teneffüs ettiğinizde kan kanserine yakalanma ihtimaliniz %75).
Ruhittin Bey, Benzenin bu tehlikesini görerek, Avrupa ve Japonya’daki fabrikaların kullandıkları çözücüleri incelediğinde, onların Benzeni çoktan terk ettiklerini, yerine Toluen denilen daha zararsız bir madde kullandıklarını öğrenir.
Araştırmalarının neticesini Fabrikalar Müdürlüğüne rapor eder. Raporda, Benzenin tehlikelerinden bahsederek, “Avrupa devletleri, benzeni sağlığa zararlı olduğu için terk edip, Toluen kullanmaya başlamışlardır. Türk işçisinin sağlığı da en az Avrupalı işçilerin sağlığı kadar değerli olduğuna göre, biz de en kısa zamanda bu dönüşümü sağlamalıyız” diyerek raporunu yetkililere ulaştırmıştır.
Bizim yetkililerimiz de, “bu çalışanlar da artık çok oluyor” diye düşünmüş olmalılar ki, gerekli dönüşümü yapmadıkları gibi, fabrikada hiçbir teknolojik yenileme dahi yapmadan koskoca holdingi arsa fiyatına özelleştirip elden çıkardılar.
1970’li Yıllar İzmit Körfezi:
Adeta körfezde balık kaynıyor, aklınıza gelen bütün balık türleri, deniz dibi bitki örtüsünün elverişliliği sayesinde gelip yumurtalarını buraya bırakıyor. Ama güzel yurdumuzun diğer bölgelerinde olduğu gibi çarpık sanayileşmeden, sanayi atıklarının kontrolsüzlüğünden, çevre duyarlılığının olmayışından dolayı bırakın körfezde balığın yaşamasını, deniz dibindeki canlılar dahi bugün yok olmuş durumda. Avrupa Ülkeleri ve İsrail, fosseptik çukurlarında biriken suları dahi içilecek nitelikte arıtırken; bizler, Allahın bahşetmiş olduğu doğa harikasını dahi koruyamayacak durumdayız. Yaşasın vurdumduymazlık, yaşasın aymazlık, yaşasın Kapitalizm’in çok kazanma hırsı!!!
Yazımızın ana konusuna: “İnsanı Yaşat ki Devlet Yaşasın” demişsek, 301 madencinin güya acısını paylaşmaya giden devletin en tepesindeki yetkilinin korumaları, şehit yakınlarını tekme-tokat dövüp yerlerde sürüklüyorsa, bu yetkili vatandaşına: “-Yahudi dölü” diye hitap edebiliyorsa, insanlar bedenen yaşasalar dahi ruhen öldürülmüşlerdir.
Devleti yaşatmayı ise, Yeni Türkiye sayesinde, şirket yönetmeğe dönüştürdük Elhamdülillah. Neresini tutsanız elinizde kalıyor.
Ne yapmalı?
Hanefi Avcı’nın “Haliç’te Yaşayan Simonlar” kitabını çoğumuz okumuşuzdur. Kitabın bir paragrafında der ki: “İstanbul’da her gün işyerime gidip gelirken Haliç’in kenarından geçiyorum. O günlerde Haliç, o kadar pis kokuyordu ki, bazen burnumun deliklerini kapamak zorunda kalıyordum. Ama Haliç çevresinde bir kısım halk, o kokudan habersiz piknik yapıyordu.“
İşte işin esas püf noktası burada.
Halk zamanla o kokuya alıştırılmış, kokuyu kanıksamış artık hiçbir şey hissetmiyor. Biz de yukarıda sıraladığımız rezaletlere o kadar alıştırılmışız ki, bunları yok hükmünde farz edip, her şey gayet normalmiş gibi olup bitenlere hiçbir tepki göstermeden yaşantımıza devam ediyoruz.
Etrafımızda olup biten haksızlığa, yolsuzluğa, tepkili bir toplum olmak arzu ve dileklerimle.