Son zamanlarda gazete, radyo ve bilhassa televizyonlarda ısrarla ve sık sık “irtica” yâni “gericilik” endîşe ve tehlikesinden bahsedilir oldu.
Gerçekten, Türkiye için böyle bir tehlike var mıdır?Varsa boyutları nedir?
Bu soruları cevaplandırmadan önce, bâzı hususları belirtmek lâzım: Her fikrin zıttı,her düşüncenin mutaassıp / körü körüne savunucusu vardır. Her fiilin yanlış uygulayıcısı,her mesleğin yanlış tatbikçisi olur. Üstelik böyleleri her zaman ve her yerde, hep olagelmiş ve daima da olagelecektir.
Fakat hemen belirtelim ki, bu saydığımız ve sayamadığımız grup ve meslek mensuplarının, büyük çoğunluğa göre sayıca mevcudiyetleri; her zaman küçük çapta kalmış; asla büyük bir yekûn tutmamıştır.
Zaten bütün dünyada ideolojik yönden faaliyet gösteren ve bu yolda taraftar toplamak isteyenler; hep sayıca azınlıktan öteye geçememişlerdir.
Bundan dolayı, sayıca ürkütücü olmaktan uzak bir rakamla ifadesini bulan aşırı uçların -ister dinsel ister gayri dinsel olsun- tehlikesinden söz etmek ne kadar yerindeyse; bu tehlikeyi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni çökertecek derecede abartmak da bir o kadar yanlıştır.
Evet Türkiye için “irtica” tehlikesi vardır. Fakat Türkiye’ye zarar verecek boyutta değildir. Kaldı ki bu tehlike İslâmdan değil; İslâmı yanlış anlayan bir avuç müslümandan kaynaklanmaktadır.
Bin yarım adam, bir tam adam olmadığı gibi, İslâmı yanlış anlayan ve yorumlayan kimselerin İslâm diye bahsettikleri bir takım siyasete ait hususların da İslâmla uzaktan yakından alâkası yoktur. Varsa, hatâ müslümanındır, İslâmiyetin değil.
Nasıl ki kimyagerin hatâsından Kimya ilmi; fizikçinin hatâsından Fizik ilmi sorumlu değilse; müslümanın hatâsından da İslâm sorumlu değildir.
Yılan zehirine karşı panzehir, yılan zehiridir. Hastalıklara karşı korunmanın yolu, aşı olmaktan yâni hastalık yapan mikrobu, vücûda zerkederek, ona karşı bağışıklık kazanmaktan geçer.
Öyle de Din’in yanlış yorumlanmasından meydana gelen tehlikeyi önleyecek olan da, ancak Din’in doğru yorumlanmasıyla kabildir. Yâni Din’in panzehiri yine Din’dir. Yanlış İslâmı temize çıkaracak olan da ancak doğru İslâmiyettir.
Bunu sağlıyacak olanlar ise, başta İlahiyatçılarımız olmak üzere Diyanet câmiamız ve Din derslerine giren öğretmenlerimizdir. Kısaca insanımıza -devletçe- doğru dini ve gerçek İslâmiyeti öğretebildiğimiz takdirde “irtica” diye bir tehlike kalmıyacaktır.
Çünkü hastalanan vücûd ölüme terkedilmez. Aksine tedavisine bakılır. Din iki taraflı keskin bıçak gibidir. Katletmekte de kullanılabilir, ekmek kesmekte de.
İslâm ilaç gibidir. İlaç nasıl ki doktor reçetesiyle devaya sebep olur. Rastgele kullanmakla da ölümlere sebebiyet verirse; Kur’an-ı Kerîm’i kendine göre, keyfî yorumlayanlar, hem kendilerine hem de vatana, millete ve devlete gaile açmaktan, kendilerini kurtaramazlar.
Bunlar, dinde hassas fakat muhakeme-i akliyede noksan kişilerdir. Böylelerin dine verdikleri zararı akıllı düşman bile veremez.
Evet, insan mükerrem ve mükemmel bir varlıktır. Yaratılışı îcabı hakikati arar. Fakat bâzan hakikat zannederek yanlışa sarılabilir.
İşte bu yüzden kişiye çok büyük bir mes’ûliyet ve sorumluluk düşmektedir. Doğru kişileri ve doğru kitapları bulup seçmekte, âzâmî gayret göstermeli, büyük bir dikkat sarfetmelidir.