Hak Ölçülere Bağlı Olmak

105

Siz; her hangi bir kitabın gazete gibi hem bayilerde, hem de sokak satıcılarında, hem vapur ve trenlerde satıldığını gördünüz veyahut gördünüz mü? Bir zamanlar İstanbul’da günlük gazeteleri çocuklar, ellerindeki matrislerin içine yerleştirdikleri kadarıyla koşarak satarlardı. Bir de sloganları vardı: “Hürriyet, Milliyet, Cumhuriyet, Yeni Sabah, Tercüman yazıyor..Kasımpaşa canavarının yakalandığını yazıyor!”

Taşrada da böyleydi. Mesela ben Nuri Günal rahmetlinin Genç Kilis Gazetesi’ni daha ilkmektep sıralarında iken caddelerde “Kentimize şehir suyu Narlıca geliyor” diye bağırarak satmıştım bir kaç defa. Gazete 5 kuruştu,  satana bir kuruş bırakılırdı. Gazete satışının ayrıca böyle bir algısı vardı insanlarımız arasında. Seyyar kitapçılar ise daha ziyade atkılı, bir kitap eninde ve boyunda karton kutuya benzeyen uzun bez torbalara yerleştirdikleri Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin, Nasrettin Hoca Fırkaları, Zaloğlu Rüstem Destanı, Kara Davut gibi kitapları sokaklarda şiirler okuyarak, menkıbeler anlatarak pazar ararlardı.

“KARANLIK GECELERİN NURLU SABAHI”

Sonra bunlardan vazgeçildi derken bir de baktım İstanbul Sokaklarında, vapurlarda, Sirkeci ve Harem’deki otobüs garında, Taksim, Karaköy, Eminönü ve Aksaray’da “Karanlık Gecelerin Nurlu Sabahı” diye seyyar satıcı bir genç peynir ekmek gibi böyle bir kitap satıyor. Millet kuyrukta, bir lira veren kitaba sahip oluyor. Varlık Yayınları ebadında, ancak bir kaç formalık, yani 50-60 sahifelik bir kitapçık. Yazarı Denizli Müftüsü Sami Arslan(Acıpayam-1936). Yüksek İslam Enstitüsü Mezunu genç din adamı bu kitabıyla 3. ve 4. Dönem Adalet Partisi’nden Denizli Milletvekili olarak TBMM’ne girdi. Başka da bir çalışması olmadı parlamentoya girince.

Beyaz kapağında sadece isimler yazılan bu kitap gazetelerde haber de olmaya başladı. Ben bu moda kitabı okumak istiyorum ama”abilerin tavsiyesi” olmadan ve mektebimizdeki öğretilen yazarların dışında bir esere alaka göstermek bile mümkün değildi. Ancak “hürmet içinde hürmetsizlik” yaparak ben kaçak güreşirdim okumak konusunda. Karanlık Gecelerin Nurlu Sabahı’nın çıtası bir üniversite öğrencisi için değildi. Bir saat içinde bitirdim, heyecan ve hamaset ile birlikte dini bir şevk veriliyordu sokaktaki avama. O yıllarda bu tür okunabilecek değil kitap, gazete bile yoktu.

ÇEMBERLİTAŞ’TA KIĞILI PASAJI

Üniversite eğitimi sırasında en fazla gittiğim yerlerden birisi Kirazlı Mescit Sokağı 46 numara Abdurrahman Abinin evi, Zübeyir Gündüzalp’in ikametgahı idi. Buna bir de Çemberlitaş Yeniçeriler Caddesi Kığılı Pasajı’nda girişin üzerinde yazıhanesi olan Avukat Bekir Berk’in ofisini eklemem gerek. Çoğu zaman gittiğim Kığılı Pasajı’nda karşılaştığım mütevazı birinin hem Bekir Berk ve hem de Mehmet Güleç (Fırıncı) Ağabey ile selamlaştığını görünce sordum “Bu kimdir?” diye. Abdullah Işıklar olduğunu böylece öğrendim. Aynı pasajda Işıklar Kitapevi adlı bir yeri vardı ve Karanlık Gecelerin Nurlu Sabahı’nı kendisi yayınlamıştı. Koli koli taşraya da kitap gönderiyorlardı.

ESKADER Babıali Sohbetlerinde bu olayı kendisine hatırlattım “Evet bu kitabı ben yayınlamıştım. O yıllarda Kığılı Pasajı’nda yerimiz vardı” dedi. Abdullah Işıklar bağımsız, tarafsız, her hangi bir parti veya cemaate mensup olmadığı için pek dikkat çekmezdi. Kendisini davasına adayan Abdullah Işıklar bundan mutlu idi ama daha fazla ses getirememesi, arka planda daha geniş taban bulamaması da bittabi buna bağlı idi. O mütevazı hali hep sürdü. Homojen yapısını sürekli korudu, davasını üslenen herkese ve herkesime aynı mesafede durdu. Bu özelliğin belki kıymeti şimdi biliniyor da şuraya buraya itelenmiyor insanlarımız, aydınlarımız. Toplantıda ciddi bir kalabalık vardı öyle genç nesil tarafından pek fazla tanınmamasına rağmen. Yaşıtları ve meslektaşları da gelmişti Osman Akkuşak gibi. Babıali’de Sabah’ta tanıdığım ilk Arapkirli gazeteci ve Hamalların “ağabeyimiz” dediği, müsahhihimiz AgÂhGüçlü’den sonra tanıdığım diğer ArapgirliGazeteci Abdullah Işıklar İstanbul’a geldiğinde gördüklerini şöyle anlatıyor:

BÜYÜKDOĞU VE YENİSABAH’TA GAZETECİLİK

-1950’li yıllarda Dolmabahçe’den Karaköy’e doğru giderseniz sırasıyla BezmiAlem Valide Sultan Camii, Hekimoğlu Ali Paşa, Molla Çelebi, Nusretiye ve Kılıç Ali Paşa Camii gibi önemli tarihi eserlerya askeri bir kışla, yahut müze veya kömürlük, hatta ahır gibi görev görüyordu. Dehşete düşmüştüm. Karaköy Kara Mustafa Paşa Camii de yıkılmıştı. Dediklerine göre taşlarına numara verilmiş, saklanıyormuş. Hala hiç bir haber çıkmadı. Nusretiye’nin yanındaki Karaköy Aya Nikola Kilisesi de yıkılacakmış yol genişletme programına göre, kilisenin zangocu çıkmış ve tepki göstererek yıkılmasına mani olmuş. 1959 İstanbul’unda gördüklerim bunlardı.

Abdullah Işıklar hem İktisat Fakültesi’ne bağlı Gazetecilik Enstitüsü’nde okuyor ve hem fiilen muhabirlik yapıyor. Önce Osman Akkuşak, Çetin Öner, Kubilay İmer, Galip Erdem ve tiyatrocu Metin Serezli ile birlikte Necip Fazıl’ın günlük yayınlanan Büyük doğu’sunda çalışıyorlar. Bir gün Necip Fazıl yazıişleri toplantısında belindeki tabancayı eline alarak “Arkadaşlar Ankara’ya gidiyorum. Yer sıkıntımızı sona erdireceğim. Herkese bir odaya verilecek.” deyince ümitsiz bir sevinç meydana geliyor(1952).

Osman Akkuşak bir gün büst taşıyor. Herkes biranda duruyor, hazır ola geçiyor!. Necip Fazıl, Ahmet Emin Yalman olayı dolayısıyla tutuklanıyor. Malatya’ya gittiklerinde ise onları konuk eden önemli bir aydın Terzi Mehmet Sait Çekmegil oluyor. Üstada bizzat kendi yatağını getiriyor cezaevinde rahatlasın diye. Büyük doğu kapanınca Safa Kılıçlıoğlu’nun Yeni sabah’ına geçiyor. Yeni sabah o yıllarda çok önemli bir medya organı. Selim Edes, Yazı İşleri Müdürü gazetenin. Peyami Safa imzasız da olsa başyazıları kaleme alıyor. Genel seçimlerde Abdullah Işıklar Malatya ve çevresiyle görevlendiriliyor(1954). O yıllarda telefon için saatlerce, bazen bir gün beklemek gerekiyor. Teleks var az da olsa. Telgraf daha yaygın. Allah’tan basın mensuplarının çok ciddi bir itibarı ve öncelikleri var da sorun çözülebiliyor.

Genç Gazeteci Abdullah Işıklar sandıkların açılmasını haber yapacak, sandık başkanı hâkim soyadı Tola olan Bey’i bekliyorlar. Fakat bir sürpriz oluyor açıklamada katır sırtında getirilen oy sandıklarının bir kısmının nehre düştüğü, bir bölümünün uçuruma katırlarla birlikte yuvarlandığı savunuluyor. Işıkların hâkim beyle hukukları artmıştır, “nasıl böyle bir şey olabilir” diye hatırlatıyor, o da kulağına “Ankara böyle istedi, bizzat Bayar telefon etti: (sakın ha seçimde İsmet İnönü kaybetmesin, ne yapıp yapın kazandırın) dedi.

FETİH YAYINLANIYOR

O yıllarda gazetecilik ve kamu hizmetleri bir uç örnek olsa da maalesef böyle yapılıyor. CHP’den sonra DP iktidara gelince demokrasi ve hukuk devletinin getirdiği imkânlarla medya nefes alıyor bir dönem. Sonra o da aslına rücu ediyor. Ancak Osman Nuri Çerman adında birinin dergi çıkararak, “Kemalizm Türk’ün dinidir, camilere sıralar konulmalı, namazlarda dualar Türkçe okunmalı” diye bir kampanya açması üzerine toplumda tepki görüyor. Abdullah Işıklar kitap yayınlarının yanına bu defa bir gazeteyi de ekliyor.

Adı Fetih. Diğer alt başlıkları da şöyle:Fetih Hakkındır. Siyasette, fikirde, sanatta hak ölçülere bağlı haftalık siyasi, edebi gazete. Cuma günleri çıkar. İdare:Şehit Mehmet Paşa Yokuşu No 16 Sultanahmet. Sahibi:Abdullah Işıklar. Yazı işlerini fiilen idare eden: Reşit Dericioğlu. Fiyatı 25 kuruş. Basıldığı yer:Sinan Matbaası.” Her sayı 5 bin basılıyor. Hemen bitiyor.  Taşradaki dostları bu vesileyle İstanbul’a gelerek yol parasından daha az tutan borçlarını hemen ödüyorlar. Maraş’ta Vakkasoğlu Ailesi buna örnek. Anadoluile böyle bir dayanışma başlamış.

Fetih’e Hasan Basri Çantay, Sezai Karakoç, Ziya Nur, Muhittin Nalbantoğlu, Hüseyin Rahmi Yananlı yazılar gönderiyor. Fethi Gemuhluoğlu motive ediyor, yüreklendiriyor Fetih’i. O yıllarda talebe olan Esat Çoşan(Prof. Dr.), Hasan Aksay(daha sonra Devlet bakanı), Hilmi Oflaz gazete satıyorlar davaları için sokak, sokak, fakülte, fakülte. Bazı başlıklar gazetede şöyle: Şehrin En Yüce Yerinde-Sezai Karakoç,Müslüman Türk’ün Mukaddes kitabına Karşı Gayeli Tuzak-Ziya Nur, Gayretleri Hüsrandır-Hasan Basri Çantay, Hortlayan Zihniyet-Mustafa Demir, Hadiselerin Bütün İçyüzü Mukaddes Kitaba Taarruzda Komünistve Farmason Unsurların Rolü, Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil Ne Diyor? En Selahiyetli Tarihçimiz İsmail Hami Danişment Diyor ki? İslam Harflerine Eski Yazı denmez, Çünkü Latince Daha Eski!

Fetih’in her sayısı olay oluyor, dava açılıyor. 75 yıl isteniyor yayınlarından dolayı Abdullah Işıklar ve Fetih’e. İstanbul Hukuk Fakültesi’nden Ord. Prof. Dr. Sulhi Dönmezer ve Prof. Dr. Naci Şensoy bilirkişi. Solcu olmadıkları biliniyor. Raporları şöyle: “Türkiye’de bazı camilerin satılması, yıkılması laiklik gereğidir!”Dehşet bir bilirkişi raporu gerçekten. İmdada basın affı yetişiyor.

Bu konuda 200 kadar üniversitemizin çoğunda İletişim Fakültesi var. Acaba hangisi bir mezuniyet tezi, bir master, bir doktora yaptırdı öğrencilerine? Fetih bir dönemin marka gazetesidir, onca yazarın kabiliyetini ortaya çıkarmıştır, siyasi ve edebi etkileri olmuş, ciddi bir baskı sayısı kaydetmiştir. Daha ne olsun? Eskiden rektörlük öyle kolay kazanılmıyor, iktidarlara rahat gelinilemiyordu. Şimdi burası rahat, kolaycılık, üretimsizlik ve bana necilik makamı oldu gibi! Üniversitelerimizin hiç bir sektörde iddiaları da yok, bir Akşemsettin, bir Ali Zembilli Efendi, Bir Ebusuud efendi yetiştirme endişeleri de yok. Vay benim köse sakalım.

Fikirde, Sanatta, Ahlakta Ölçü: Türk ruhu

“Ruh kökümüz” tespiti Necip Fazıl’a ait. Bunu ancak kendisi kullanabilir!Millet ve milliyet, iman ve küfür, dini tedrisattaki eksikler konularını işleyen(1958) Ali Haydar Öztürk’ün sahibi olduğu Türk Ruhu(Fikirde, Sanatta, Ahlakta Ölçü/ Cumaları çıkar – Siyasi Edebi Haftalık Mecmua-Ankara Caddesi 107 İstanbul Fiyatı 50 kuruş) Dergisi yayınlanınca, daha sonra kendisinin de yazılarının yer alacağı bu yayın organına Üstat her zamanki edebi iğnelemesini yapıyor ” Nane Ruhu gibi bir şey”.  Mustafa Abamor’un yazı işleri müdürü olduğu Türk Ruhu’nda Bekir Berk, Peyami Safa, Hasan Basri Çantay, Ömer Okçu, Prof. Dr. Celal Saraç, Mehmet Çavuşoğlu, Fazlıoğlu Cemal Oğuz Öcal, Ahmet Rüştü Çelebi, Recep Necati Yazgan, M.Sait Çekmeğil, Selim Sarper, Zafer Sülek, Fehmi Cumalıoğlu ve İbrahim Minnetoğlu gibi yazar, şair ve sanatçılar görüşlerini aktarıyordu.

Fetih’in ziyaretlerine her zaman elinde kilolarla muzla geliyor Necip Fazıl. Tipinin kasırga gibi öne çıktığı acımasız bir kış gününde bile helalleşmeyi de önemsiyor. Osman Akkuşak, Üstat hapis e girince başmakaleleri bizzat yazabileceğini, kendisine çok güvendiğini anlatıyor. Necip Fazıl bu! Ne demiştir?Abdullah Işıklar’ın anlattığına göre Büyükdoğu’nun bu fedakar çalışkan yazarına Üstat şöyle sesleniyor:

-Sünnet çocuğuna paşa elbisesi giydirirseniz general olur mu?

Üstat sigarayı öyle bir içiyor ki adeta ikram ettiği muz lezzetinde, sanki keyiflerin en zirvesindeki adam. Hatta Necip Fazıl’ın sigara tüttürmesi, dumanını üflemesi bile içmeyenleri alıştıracak kadar etkili Abdullah Işıklar’a göre.

Üstadı ziyarete giderler cezaevine Büyükdoğu çalışanları.  Ancak Necip Fazıl rahatsız olmamasına rağmen hastaneye kaldırılmıştır! Kapısında bir jandarma nöbetçi bekliyor. Cezaevine göre hastanenin şartları çok daha iyidir elbette.

Keşke Abdullah Işıklar ile uzun bir röportaj yapılsa bu birkaç dönemi yaşayan akil insanımızın tespitleri,hatıraları, dostları, söz konusu yılların yayın hayatını daha yakından öğrenebilsek. Çünkü bunlar bir dönemin bilgisi ve belgeleridir. İşte birkaç örnek daha:

İSLAM ALİMLERİ

Pakistan-Hindistan tek devlet iken Haydarabat’da doğan, hukuk eğitimi gören, dünya üniversitelerinin önemli olanlarında dersler veren,alim, hukukçu, 8 dil bilen, Fransa Bilimsel Araştırmalar Merkezi Üyesi, Hazreti Peygamberin Savaşları ve Savaş Meydanları, İslam Devletler Hukuku ve İslamPeygamberi yazarı, Paris Sorbon Üniversitesi hocalarından Prof. Dr. Muhammed Hamidullah(Haydarabat 1908- 2002 Florida/ABD) Mahmudiye Oteli’nde kalmakta ve İstanbul’da ders vermektedir misafir öğretim üyesi olarak. Hoca sadece yumurta yiyor. Daha sonra şehit olan Eczacı Sait Mutlu ile birlikte Abdullah Işıklar ziyaretine gidiyor ve çorba götürüyorlar. Hamidullahİslam Peygamberinin Miraç olayı yaklaşımı dolayısıyla Türkiye’de tepki görmüştü. Daha sonra her şey doğru anlaşıldı. Emekli Albay ve mütercim Kemal Kuşcu’nunHamidullah’ın eserlerini tercümesi önemli bir hizmet görmüştü ve hala bu eserler basılarak istifade ediliyor. Batının stratejisi ile İslam coğrafyasının kan gölüne döndüğügünümüzde keşke Prof. Dr. Muhammet Hamidullah’ın savaş hukuku üzerine yazdığı eserler yeniden incelense ve değerlendirilse Ortadoğu’da, bu tuzaklara düşülmese. Abdullah Işıklar’ınHamidullah’tan yola çıkarak bir tespiti ciddi ciddi üzerinde düşünmeye değer doğrusu:

-İslam tarihinde namaz kılmayan kabilelerin değil ama zekat vermeyen kabilelerin üzerine gidilmiştir. Çünkü bu önemli genel bir sosyal sorunun çözümü için elzemdi.

Abdullah Işıklar tanıştığı diğer iki önemli isim konusunda da bilgi verdi. Birincisi Türkiye’de ve dışarda Kur’an Kursları açarak bütün ömrünü böyle bir hizmete vakfeden Süleyman Hilmi Tunahan(Silistre 1888- 1959 İstanbul), diğeri ise “iman kurtarma davası”na gönül vermiş, yayınladığı Risale-i Nur Külliyatı ile çalışkan, üretken, dindar, memleketsever bir nesil yetiştirmiş Bediüzzaman Said Nursi(1878 Bitlis/Hizan- 1960 Şanlıurfa).Her ikisi de bir ekol kurucusu, bilge ve alimkişiler. Süleyman Hilmi Tunahan ve bağlıları Fetih’ten dolayı Abdullah Işıklar’ı tanıyorlar. Davete icabet eden Abdullah Işıklar, yanında damadı Kemal Kaçar (1917 Eskişehir- 2000 İstanbul/ TBMM’nde 2, 3 ve 5. Dönem Milletvekili) olduğu halde Süleyman Hilmi Tunahan ile İstanbul’da görüşüyor. Masada ise birkaç kiremit var. Çünkü Kemal Kaçar aynı zamanda kiremit fabrikası sahibi. Süleyman Hilmi Tunahan “Abdullah Bey, Fetih gazetesi güzel çıkıyor, hizmete vesile oluyor. İmkansızlığınızı biliyoruz. Çamlıca’daki evi size verelim de gazeteye böyle bir imkan hazırlayayım. Fetih devam etsin.” Diyor. Motive ediyor, moral veriyor, sahip çıkıyor.

Konyalı Üniversite talebesi Muhsin Alev(Konevi) Abdullah Işıklar’ın arkadaşıdır. Muhsin Alev aynı zamanda kendisini Bediüzzaman’ın hizmetine adamış bir gençtir. Vezneciler’deki İlim Yayma Yurdu’nda aynı odada kalıyorlar. Muhsin Alev sürekli polis takibi altında olduğu için zaman zaman yatağı kapının önüne konabiliyor emniyet güçlerine şirin görünmek için. Abdullah Işıklar, Muhsin Alev’i çok iyi tanıdığından bu tasarrufa itiraz ederek kendisinin de yurttan çıkırılmasını söylüyor. O yıllarda dindar öğrenci sayısı bir elin parmakları kadar az olduğundan yurt müdürü serzenişte bulunarak, jesti kabul etmek durumunda kalıyor. “Abdullah oğlum Muhsin aynı zamanda Risale-i Nur talebesi. Said Nursi’nin yakını. Her gün polisler gelerek beni rahatsız ediyorlar, Muhsin’in dolabını kırarak araştırma yapıyorlar. “Bu öğrenciyi yurttan at,  gericiliği yurda sokma” diye. Dolayısıyla polislerin sizlere de zararı dokunmasın diye böyle düşündüm. Madem birlikte kalmayı göze alıyorsun, olur devam edin.” Diyor. Dindar üniversite öğrencisi olmak uzun bir dönem böyleydi maalesef.

“BEN URFA’YA ÖLMEYE GELDİM!”

Bir gün Cağaloğlu’dan Sirkeci’ye inerken İran Konsolosluğu’nun önünde ismen çağırıldığını duyuyor Abdullah Işıklar. Dönüp bakıyor Muhsin Alev. Yanında tipik doğulu kıyafetli omzunda maşlahı, başında sarığı, ayağında lastik ayakkabılı bir adam ile birlikte Divanyolu’na doğru gidiyorlar. Eliyle “yanımıza gel” gibi işaret ediyor Muhsin Alev. Epeyidir görmediği ve çok değer verdiği bu arkadaşının yanına doğru gidiyor. Muhsin Alev, arkadaşını Bediüzzaman Said Nursi’yle tanıştırıyor. Abdullah Işıklar böyle bir sürpriz karşısında sevinmektedir. Elini öpmek istiyor. Said Nursi hemen lafa giriyor:

-Maşallah maşallah Abdullah Efendi, Fetih Gazetesi ile önemli hizmetler yapıyorsunuz. Tebrik ederim. Çünkü gazetecilik günümüzde bir amme(kamu) hizmetidir. Dolayısıyla her türlü takdirin fevkindedir. Devam edin. Allah muininiz olsun.

Abdullah Işıklar şaşkındır. Çünkü o günkü gazeteler ve muhabirleri Said Nursi için hiç de doğru olmayan haber ve yorumlar yazıyor, peşini bırakmayarak taciz ediyorlardı. Bediüzzaman’ın böyle bir yumuşak dost gazeteci algısı O’nu mutlu etmişti. Yürekleniyor. Teşekkür ederek daha sonra vedalaşıyor. Demek gazetecilik bir kamu hizmetiydi. Bundan sonrasını kendisinden dinleyelim:

-Bediüzzaman Muhsin ile birlikte Nuruosmaniye Caddesi’nden geçerek Fatih’e doğru gittiler. Onlarla birlikte gitmediğime çok üzüldüm. Kapalıçarşı, Sahaflar, Beyazıt, Saraçhane’den geçtikten sonra hemen kaldığı Reşadiye Oteli’ne varırdık. Olmadı. Bir gün yazıhaneme bir polis geldi. Bende niçin geldiğini bilmediğim için endişelendim. Dedi ki;

“-Bir yazınızı okuduğum için size geldim. Ben Urfa Emniyet Müdürü’yüm. Bediüzzaman Said Nursi Şanlıurfa’ya geldiğinde görevliydim. O günlerde Ankara’dan bize sürekli baskı yapılıyor, İçişleri bakanı Namık Gedik arıyor ve “Bu adamın hemen şehri terketmesini sağlayın” diye ikaz ediyordu. Neticesi itibariyle biz de emir kuluyduk. Birkaç defa otele gittim bu emri tebliğ için. Görüşemedim. Talebeleriyle temas kurdum. Sanırım ya Mustafa Sungur’a ya da ZübeyrGündüzalp’e “Emniyet Müdürü gelsin görüşelim, bakalım” deyince beni kabul etti. Daha tek kelime etmemiştim ki bana dönerek “Ben Urfa’ya ölmeye geldim, gitmeye değil.” dedi defalarca. Gerçekten öyle oldu. Urfa’da hayata gözlerini kapadı. Size bu olayı anlatmak için geldim.

MARUFLARIN MÜTEVAZI DEVAMI

Abdullah Işıklar gazetecilik ve yayıncılık hatıralarını anlattıktan sonra yanına giderek dedim ki “Muhsin Alev’İin son durumu hakkında bir bilginiz var mı?” Olmadığını söyledi. Ben devam ettim “Muhsin Alev Berlin’de yaşıyor. Sanırım 90’lı yaşlara varmak üzeredir. Edindiğim bilgiye ve görüşen arkadaşlarımızın aktardıklarına göre yıllardan beri Almanya’da. Müslüman olan bir Almanhanım ile evlendi. Bir erkek çocuğu oldu. Hizmete sağlığının el verdiği saate kadar koştu durdu. Arkadaşlarıyla görüş ayrılığına düştüğünü söylediler. Ailesi dağıldı. Alman hükümetinin sosyal imkanlarından faydalanarak bir huzurevinde yaşıyor(muş).”Abdullah Işıklar önce inanamadı. Sonra “adresini bulalım da yardımcı olalım” dedi. Hayat böyle devam ediyor işte.

En son Abdullah Işıklar Çatalçeşmesokaka taşındı ve buradan da kendini emekliye sevketti. Beşiktaş’ı merkez edindi. İstanbul’da önemli din adamlarının, maruf insanlarının, hayırsever ve hizmet ehli kişilerin hayatını, mücadelesini ve katkılarının bazı bilinmeyenlerini kendisinden öğrendik. Çünkü Abdullah Işıklar “İslamın Müdafaası, Büyük Dua Kitabı, Karanlık Gecelerin Nurlu Sabahı vs” gibi eserleri neşretmek, Fetih Gazetesini yayınlamakla kalmadı, mütevazı ama bir güzide mekanda bir irfan sofrasının müdavimlerinin sırlarıyla doluydu.  Ömer Nasuhi Bilmen, Celalettin Ökten, Bekir Haki Efendi, Ali Rıza Sağman, Ali Fikri Yavuz, Eşref Edip Fergan, Ali İhsan Yurt gibi örnek aydınların, akil insanların belki de günümüzde değişik kulvarda devamıydı.Abdullah Işıklar ayrıca “Seni Afrika’ya götüreyim” diyen başta meczup Urfalı Aydın dahil, hepsine insani ve islami muamele yaptığı ve sürekli nesilleri azalan “meczupların da şeyhi” diye anılıyor.