Cumhuriyet’ten Sonrasına Bakış

37

Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya ve müttefiklerinin safında hasbelkader yer aldık. Her cephede şerefle çarpıştık. Fakat müttefiklerin yenilgisi neticesinde biz de hükmen mağlup sayıldık.

“Galip devletler sonucundan emin göründükleri bu gâlibiyet için tarihte iz bırakacak şatafatlı bir senaryo hazırlamışlardı.” (Oğuz Gökmen, Türkiye, 27 Eylül 1998, s.9)

Büyük kalem üstadımızın dediği gibi:

“Gene iyi dayandık. Bu yüzyılda başımıza gelmeyen kalmadı…

“1909…Otuzbir Mart olayı ile allak bullak oluşumuz.

“1910…Artık her dağ bir eşkıya yatağıdır.

“1913…Balkan savaşları, fecî mağlûbiyetler.

“1914…Birinci Dünya Savaşı, büyük sarsılış, imparatorluğun çöküşü.

“1915…Ermenilerin Doğu’da yüzbinlerce yurttaşımızı katledişi, gölge veren ağaçların bile sökülüşü, hunharca yok edilişi.

“1919…Ülkenin istilâya uğrayışı.

“1920…karnı tok, sırtı pek, en modern silâhlarla çıkagelen saldırganlara karşı verilen kurtuluş mücadelesi.

“1922…Vebanın, koleranın, veremin, sıtmanın 30 yıl boyunca Türkiye’nin baş belâsı olmaya başlaması.

“1925…İngiliz güdümlü Doğu ayaklanmaları.

“1930…verimsizlik, kıtlık, açlık yıllarının çıkagelişi.

“1939…Erzincan depremi…40 bin ölü. Harap bir şehir.

“1940’lar…İkinci büyük savaş. Gene yokluk, muhtaçlık, eşkiyalığın geri dönüşü.

“1945…Rus baskısı, Boğazların ve Doğu vilâyetlerimizin istenişi.

“1950…Kore savaşına katılışımız.

(Bundan sonrası hepimizin bizzat yaşadığı olaylar.)

“Gene iyi dayandık. Bu saydıklarım yığınla bâdirenin onda biridir. Bıktıran, iğrendiren, candan bezdiren sürüyle çullanışın ardı arkası hiç kesilmemiştir.

“Gerçekten iyi dayandık. Bizden başka hiçbir millet bunca merhametsizliğe, cinnete, cehalete rağmen ayakta duramazdı.

“Çok çektik. Ama hâlâ diriyiz, ümitlerimiz, sevdâlarımız bizi terketmedi.

“Fert fert zenginleşiyor, yatırımlara devam  ediyoruz. Dünyanın en kudretli askerine sahibiz. 100 üniversitenin önü açıldı. İhracat, döviz rezervleri yüz güldüren seviyelerde…

“Türkiye, yarınların apaydınlık kapıları önündedir.

“Her şeye rağmen mi, evet her şeye rağmen.

“(Velhasıl) Türkiye, düşe kalka, ihanetler içinde kavrulmuş ve nihayet var olmayı öğrenmiştir.” (Gürbüz Azak, Türkiye, 29 Haziran 1998  s.2)

“(Daha) 1910 yılında…Mustafa Kemal…hergün biraz daha çökmekte olan Osmanlı İmparatorluğu’nun içinde Türk varlığının hâkim kudretinin yepyeni bir hayat kaynağı olabileceğine inanır…(ve)…genç silâh arkadaşlarına…’Bugün yeryüzünde refah ve saadet içinde yaşayan medenî devlet ve milletlerin benimsedikleri idare usûlünü kabul etmeliyiz. Milletleri mesut ve memnun eden yegâne idare tarzı ancak ve ancak cumhuriyettir.’ Dediği unutulmamıştır.” (Yılmaz Altuğ, Türkiye, 17 Ekim 1998  s.9)

113

Sevr anlaşması, daha başından Mustafa Kemal ve arkadaşlarının başlattıkları Türk’ün millî vicdan ve mukavemet duvarına çarptı…(Her) sene…yıl dönümünü kutladığımız Lozan Anlaşması, tam üç ay sonra resmen ilan edilecek olan Türkiye Cumhuriyeti’nin hukukî zeminini oluşturdu. (Oğuz Gökmen, Türkiye, 27 Eylül 1998  s. 9)

“(Her yıl) Cumhuriyetimizin… yıldönümünü kutluyoruz. Gâzi Mustafa Kemal, görünen ve görünmeyen pek çok düşmana karşı, akıllara sığmayacak zorlukları o kadar kıt vasıtalarla bir avuç inançlı fikir ve silâh arkadaşı ile yenerek milletinin kazandığı büyük ve eşsiz zaferlerini Türkiye Cumhuriyeti’ne temel yaptı.

“Tarih en âdil şâhittir…Mustafa Kemal yenilmiş, yıkılmış, parçalanmış, ölüme mahkûm bir devleti bağımsızlığa ve birliğe kavuşturmuş, mahvolmuş dağılmış bir orduyu yoksulluklar içinde yeniden kurarak kesin zafere ulaştırmıştır.” (Yılmaz Altuğ, Türkiye, 17 Ekim 1998  s. 9)

“Mondros Ateşkesi’nden hemen sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kurulduğu 1920 yılının ortalarına kadar Anadolu ve Rumeli’de 28 kongre toplanmıştır.

“Atatürk’ün bu gelişmeyi görerek kurtuluş mücadelesinin başına geçmesi ve düşmanı durdurma olanağı bulunmayan bu halk iktidarlarını birleştirip  ‘Türkiye Büyük Millet Meclisi’ çatısı altında toplaması büyük bir devrimdi.

“Artık Türk Ulusu egemenliğine sahipti. Kurtuluş Savaşı’nı işte bu Halk Meclisi kazanmıştır. Ardından Cumhuriyeti de bu Meclis kurdu. O meclisi yönlendiren, onu ulusal amaçlara doğru yürüten ise hiç kuşkusuz Atatürk’tür.

“Böylece bir liderlik ışığı altında Türkiye’de gerçek ulus egemenliği doğdu. Zaferden sonra cumhuriyetin kurulmasıyla atılan adımlar bu şeklin içine demokrasi özünü yerleştirmeyi amaçlayan atılımlardır.

“(Her yıl )…yıldönümünü kutladığımız cumhuriyetimiz; Amerikan ve İsviçre cumhuriyetlerinden sonra dünyada, kesintisiz olarak yaşamını sürdüren üçüncü devlettir.” (Prof. Dr. Ahmet Mumcu, Bütün Dünya, Ekim 1998  s. 19)

Fakat Cumhuriyet’in…(yıldönümlerini) bir muhasebe yapma fırsatı olarak da kullanmalıyız. (Orhan Silier’den naklen: Aziz Çağlar, Hürriyet Gösteri Eylül-Ekim 1998  s. 22) Çünkü bir yere gelmek önemli değildir. Önemli olan orada durabilmektir. Bunun için karar sahibi, muvazene ve strateji sahibi olmak gerekir. (Taner Ünal, Ortadoğu, 1 Ekim 1998  s. 9)

“(Evet her yıl)…nereden nereye geldiğimizin idraki içindeyiz. Bunu bilhassa genç nesillere iyice anlatmalıyız.

“Ama yapılmayan ve yapılamayanları da şiddetle vurgulamazsak, yerimizde saymamız, yeni yüzyıla yetişemememiz tehlikesi büyük olur.

“Niçin yapılamadı? Sorusuna çok gerçekçi cevaplar bulmak durumundayız. Devletlerin hayale kapılacak bir anları bile olamaz.

“(Cumhuriyeti her yıl))…elbette şevkle, iftihar ederek kutlayacağız. (Çünkü) Türk milletinin büyük eseridir. Karmaşık, başı tam anlamıyla belâda bir imparatorluktan ulus-devlete, cumhuriyet ve demokrasiye geçişimizin millî hikâyesidir. Milletimizin öz geçmişidir. Bizim hesabımıza sonsuz özverileri göze alan dedelerimizin, babalarımızın eseridir.” (Yılmaz Öztuna, Türkiye, 13 Ekim 1998)

“Cumhuriyet…,yurttaşların faziletine dayanır. Fazilet ise, umumî menfaati kendi menfaatinin üstünde tutmaktır. Bu his kuvvetli oldukça, cumhuriyet de kuvvetli olur.” (Montesquieu’dan naklen: Mehmet Dikmen, Zaman 2, 11 Ağustos 1998  s. 3)

“(Kaldı ki) bizim cumhuriyetimiz, kanlı ihtilâller, darbeler, iç savaşlar sonunda kurulmamıştır. Tam aksine, emperyalizme ve Türkiye’nin imhası plânlarına karşı kazanılan bir

114

 

zaferin sonrasında vücut bulmuştur. Bu bakımdan, bağımsızlığımızla eş anlam kazanmıştır. Milletimiz gücünün son zerrelerini ve kanının son damlalarını harcayarak, ayakta kalma mucizesini bir kere daha göstermiştir.

“Böyle bir Türkiye ile,… (cumhuriyetten sonrasını) kutlayan Türkiye’yi kıyaslamak imkânsızdır. Alınan mesafe muazzamdır, fakat asla yeterli değildir. Bundan dolayı karamsarlığa kapılmak değil, aksine ilerleme azmini ve iradesini kamçılamak gerekir.

“(Şu da unutulmasın ki) Türkiye’de yenilik ve çağdaşlık teşebbüsleri, şüphesiz sadece Atatürk’ün eseri değildir. 17. Yüzyılda  II. Osman’la başlamış, kademe kademe gelişerek III. Selim’le hız kazanmış ve II. Mahmud zamanında kemale varmıştır.

“Bütün 19. Yüzyıl, çağdaş medeniyete ulaşma gayretleriyle geçmiştir. Atatürk, bu zincirin son dönem yüksek rütbeli kurmay subayları; aynı zamanda Cumhuriyet’in ilk dönem yönetici kadrosunu oluşturmuştur. Tarihi bıçakla dilimlemek mümkün değildir, tekâmül ve geçiş çizgileri çok kere birbirine karışmaktadır.” (75 Yılın Fotoğrafı (A.D.) ORKUN, Ekim 1998 s.4)

“(Özetlersek) Kurtuluş Savaşı’nın zaferi (ve Cumhuriyet) üç ayak üzerinde yükselir; Meclis, Hükûmet ve Ordu. Yâni Millet artı Ordu.” (Hasan Yalçın, Aydınlık, 11 Ekim 1998  s.5)

Çünkü bu millet ordulaşmış-millet; çünkü bu ordu milletleşmiş-ordudur. Yâni Türk ordusu milletiyle aynîleşmiştir. Ha ordu-millet, ha millet-ordu farketmez. Bunun içindir ki tarihte Türk ordusu daima başı çeken lider konumunda olmuştur. Binaenaleyh Türk ordusuna rağmen Türkiye’de bir şey yapılamaz, yapılsa da başarılı olamaz. Zira bu millet ordusuz düşünülemez; onsuz yapamaz, onsuz ayakta kalamaz. Öyleyse ordumuz üstüne titremeli, ona toz kondurmamalıyız.

“Daha büyük zaferden önce İngiltere’nin olağanüstü komiseri Amiral de Robeck Anadolu’daki hareketin ‘Cumhuriyete doğru gelişmekte olduğu’ doğru teşhisini hükûmetine bildirmişti.

“Cumhuriyeti kuran ve yaşatanlara ebedî minnetler, teşekkürler, rahmetler.” (Yılmaz Altuğ, Türkiye, 17 Ekim 1998 s.9)

Bütün bunlar işin siyasî tarafı. Sosyal hayata gelince: “Şimdi Cumhuriyet’in kurulduğu 1923 yılına dönelim: Ülkemizde okur yazar oranı yüzde 10’u zor bulmaktadır; demokrasinin temeli olan yurttaşlık bilincini oluşturacak eğitim sıfır düzeydedir. Zira bütün yurtta yalnız 23 lise vardı. Bu sadece bir örnek. Ayrıca ülkemizde ne yol vardı, ne hastane. Kent yaşamı hiç gelişmemişti.” (Prof. Dr. Ahmet Mumcu, Bütün Dünya, Ekim 1998 s.21)

Yüzyıl önce devlet; memurlarına senede ancak 2 ay maaş verebiliyordu. (Financial Times, 29 Eylül 1998’den naklen: Melih Aşık, Milliyet, 2 Ekim 1998 s.13)

İkinci Dünya Savaşı boyunca yokluk ve yoksulluk görülmemiş derecelere vardı. Savaşa girmedik ama, girmiş kadar eziyet çektik. (75 Yılın Fotoğrafı (A.D.), ORKUN, Ekim 1998 s.5)

“Ordusu dünya sıralamasında ilk 3’e giren, millî gelir bölüşümü âdil olmasa da ekonomik gücü kabul edilen Türkiye…teknolojik gelişmesini ve kalkınmasını sürdürüyor. Öylesine ki; 60 yıl önce lise mezunlarının parmakla gösterildiği Türkiye, son 25 yılda dünyaya beyin göçü veren ülke konumuna dönüşüyor.” (Vedat Zeydanlı, Türkiye, 12 Haziran 1998)

Artık dış politikada, söz sahibi olan bir Türkiye var karşımızda. ABD, Irak’a yeniden harekât düzenlemeye kalkıştığında bunu onaylamadık. Kıbrıs’a S-300 füzeleri yerleştirildiği takdirde, asla kabullenemiyeceğimizi ve gerekeni yapacağımızı kesin şekilde dünya-âleme duyurduk. Yunan’ın kara sularını 12 mile çıkarmasını savaş sebebi sayacağımızı ilân ettik. AB’ye şahsiyetli bir şekilde tavır aldık. En son Suriye’ye karşı gösterdiğimiz haklı galeyan ve bu hususta geri adım  atmayacağımızın göstergesi olan kararlı tutumumuz beklenen sonuçları vermeye başlamıştır.

115

Nitekim, ABD’nin  “Türk Ordusu’na söz geçiremiyoruz!”  gerekçesiyle Pentagon’da  -Basına kapalı olarak-  Türkiye’yi nasıl kaosa sürükleyebilecekleri hakkında yaptıkları toplantılar; Türkiye’nin uzak-yakın çevresinde doğurduğu endişe’nin tezahüründen başka nedir?

“Şimdilerde İran, Suriye, Yunanistan ve Ermenistan arasında şurada burada, yanı başımızda çok karanlık ve kuşkulu toplantılar yapılıyor. Hiçbiri bize dost değil!” (Oğuz Gökmen, Türkiye, 27 Eylül 1998  s.9)

“Son zamanlarda hain bir komplo ile karşı karşıya kaldık. ABD ve İngiltere, Mes’ud Barzanî ile Celal Talabani’yi Washington’da kucaklaştırdı. Amerikan ve İngiliz başkentleri, âni bir atakla Türkiye’nin güneydoğu hududunda bir Kürt devleti oluşturma çabasına giriştiler. İtalya, parlamentosunu Kürtlere kiraya verdi. Bazı İtalyan politikacılar, Roma ile Şam arasında mekik dokumaya başladılar.” (Rahim Er, Türkiye, 5 Ekim 1998  s.13)

“(Kısaca demek lâzımsa:) Bir yandan bir Kürdistan hayali kışkırtılırken, bir yandan da Ermeni sorunu ortaya atılıyor. Boğazlar’ın yabancı egemenliğine geçmesi için sinsice kamuoyu oluşturulmaya çalışılıyor. Yunan, yine saldırganlaşıyor. Pontus Cemiyeti’nin yeniden temelleri atılmaya çalışılıyor.” (“Müdafaa-i Hukuk” Dergisinden naklen: Hasan Pulur, Milliyet, 12 Ekim 1998  s.3)

“ABD Hariciye nazırı Mad. Albright…Kürt liderlerine el sıkıştırıyor, Ermeniler’e göz kırpıyor. Amaç bellidir. Kafkaslarda yeni bir İsrail kurulmak isteniliyor. Hazar petrolleri ve doğalgazının batıya sevki ABD için hayatî önem taşıyor. Rusya bütün dahilî gailelerine rağmen konuya aynı zâviyeden ve daha kuvvetli olarak yaklaşıyor. Hâsılı yanıbaşımızda ve sınırlarımızda bir bakıma yeni yeni Sevr senaryoları oynanmak isteniyor.” (Oğuz Gökmen, Türkiye 27 Eylül 1998  s.9)

“Pek çok devlet gibi Birleşik Amerika’da da; terörün işini bitirmiş, Kafkasya’daki ve Türkistan’daki kardeşleriyle işbirliği yapabilecek, bütün bölgede söz sahibi bir Türkiye istenmediği açıktır.” (Yılmaz Öztuna, Türkiye, 14 Ekim 1998)

Maalesef Kuzey Irak  “…’Önce bir Kürt federasyonu, sonra da Kürt devletine varabilecek’ gelişmelere gebe!” (Yalçın Doğan, Milliyet, 2 Ekim 1998  s.13)

“Gerçi bugün yurdumuz eylemli bir işgal altında değil. Ama unutmamak gerekir ki, emperyalizm, bir ülkeyi egemenliğine almak için artık eylemli bir işgale gereksinim duymuyor.” (“Müdafaa-i Hukuk” Dergisinden naklen: Hasan Pulur, Milliyet, 12 Ekim 1998  s.3) Çünkü bir ülkeyi ele geçirmenin en kolay yolunun; o ülke aydınlarının kafalarını işgalden geçtiğini anlamışlar. Yani kendi emellerine dolaylı bir şekilde bilmeden hizmet edecek tarzda eğitilecek insanların bunu kendilerine rahatça sağlayabileceklerini keşfetmişlerdir.

“(Nitekim) silâhlı terör neredeyse susturuldu. Ama bu defa silâhsız terör çıkageldi. ‘Kültürel haklar’ bağırışlı yıkım ekibi, ortağı ve can yoldaşı  ‘Demokratikleşme’cilerle, gâyet masumca gözüken raporlar, beyanlar, hedefler arkasına sığınıp belirli aralıklarla ortaya çıkmaktadır.

“Neymiş? Devlet dilinin, eğitim dilinin Türkçe olmasında ısrar gereksizmiş. Yanlış. Dahası; kasıtlı, hesaplı, plânlı bir oyun bu. Bozulmalıdır. Bu devirde kabilecilik, bölgecilik yapılmaz. Bir kısım aydın ve bir takım işadamı Türkiye yıkımcılarına arka çıkamaz. Böyle hareketlerin bir adım ötesi  ‘Sevr’  denilen parçalayıcı haritaya dört elle sarılmak olur. Demek, ihanet önlerindeyiz. Silâhlı terör bitiyor derken Büyük Türkiye şimdi de silâhsız terörle burun buruna.

“Şükür ki, bu vatanın sahipleri var…’Türkiye açık artırmaya çıkarılamaz’ dediler. ‘İnsanları mahallîlik çemberine hapsedemezsiniz’ diye diklendiler. Aynen katılıyoruz. Silahsız terörün de ne pahasına olursa olsun karşısındayız…Türkiye sahipsiz değildir. Cumhuriyetimiz sokakta da

116

bulunmuş  değildir.” (Gürbüz Azak, Türkiye, 30 Temmuz 1998  s.2)

Her bakımdan perişan bir Türkiye’den herşeye rağmen, nasıl mamur bir Türkiye çıkardığımız ortada. Koca bir imparatorluğumuzu dağıttıkları yetmiyormuş gibi bir avuç öz vatanımızda bile bizi rahat bırakmıyorlar. Kendi yağımızla kavrulmak isteyişimize bile tahammülleri yok. Mütemadiyen Sevr’i hortlatmak istediklerini her vesile ile ihsas ediyorlar.

“Yıldırımlar nedense hep büyük dağlara düşüyor. Ama dağlar, güzelim dağlar, devler gibi yerinde duruyor. Çareye gelirsek: Türkiye, önündeki on yılı, canlar dişte, var gücüyle çalışarak aşmalı, zenginleşmelidir.

“Güç artık zenginliktedir. Keyfi yerinde, kuvvetli bir Türkiye önünde inanın hepsi el bağlayacaktır.Bunun için siyasî ve ekonomik istikrar ilk hedef olmalı.” (Gürbüz Azak, Türkiye, 6 Temmuz 1998  s. 2)

“(Artık Türkiye) dünya siyasetinde, Birleşmiş Milletler’de, Ortadoğu’da başa güreşmeye hazırlanmalıdır.

“(Artık Türkiye’nin) 70 civarında (şimdi daha fazla) üniversitesi vardır.

“(Artık Türkiye) milyonlarca yüksek tahsilliye sahiptir.

“(Artık Türkiye) kendi denizaltısını ve silâhını kendisi yapabilmektedir.

“(Artık Türkiye) ihracat tecrübesini ve rekabet kurallarını öğrenmiştir.

“(Artık Türkiye’nin) gereğinden fazla hür basın-yayın organları  vardır.

“(Artık Türkiye) turizmin önemini anlamış, inanılmaz yatırımlar yapmıştır.

“(Artık Türkiye) nükleer enerji peşindedir.

“(Artık türkiye) Türk dünyası ile gönül birliği içindedir.

“(Çünkü Türkiye) muhteşem bir coğrafya üzerinde oturmaktadır.

“Bunca bâdireyi alteden Türkiye artık engelsizdir. Ve böyle bir millet, büyüklüğünün farkında olmalı, hedef çoğaltmalı, cesaret ile heybetini kuşanıp dünyaya karşı  ‘Bende varım.’  diyebilmelidir. (Çünkü) yakışan o…” (Gürbüz Azak, Türkiye, 8 Ekim 1998)

Büyük tarihçimiz (merhum) Yılmaz Öztuna’nın İstanbul için kaleme sarıldığı ve muhteşem, haklı öfkesini haykırarak söylediği ateşîn hitabete nazîre olarak ben de derim ki:

“Dünyayı yakar, Türkiye’yi yaktırmayız. Türkiye’yi yakmaya boşveren medeniyetin yüz karalarının yüzlerine tükürürüz…” (Yılmaz Öztuna, Türkiye, 14 Ekim 1998)

 

Önceki İçerikİstiklal Savaşı’ndan Demokrasi Savaşına!
Sonraki İçerikCumhuriyetimizle Nereden Nereye?
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.