HDP’nin Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş da sonunda (15.07.2014) tarihinde seçim stratejisini ve programını açıkladı. Beden diliyle yumuşak, cana yakın bir görünüm çizen Demirtaş, kullandığı dil ve üslupla da edepli, hoşgörülü, birleştirici ve esprili bir kişilik ortaya koymaya çalıştı. Seçim sloganının “YENİ YAŞAM” olduğunu söyledi ve bir hükümet programı havası içinde bu sloganın içini doldurmaya çalıştı. Mensup olduğu kitlenin özlediği Türkiye’nin nasıl olması gerektiğini açıkladı.
Konuşmasında “Kürt” kelimesini hiç kullanmadı. “Millet” kelimesinin ırki bir hüviyet taşıdığını belirterek sürekli “Halklar” kelimesini kullandı. Bugüne kadar sürekli “Kürt halkı“ndan,onların hak ve özgürlüklerinden söz eden, Güneydoğu Anadolu’yu “Kürdistan” olarak ifade eden Demirtaş, bu ifadeleri hiç ağzına almadı. Bunun yerine sürekli “Halklar” ifadesini kullandı. Kendisini de “HALKLARIN CUMHURBAŞKANI ADAYI” olarak ilan etti. Bununla daha geniş bir seçmen kitlesini etkilemek ve Türkiye’nin partisi olmak isteğinde olduklarını ortaya koydu.
Demirtaş, Kürtlerin, Lazların, Çerkezlerin, Abazaların, Gürcülerin, Süryanilerin, Ermenilerin, Romanların, solcuların, Alevilerin, Sünnilerin, -lutfetti son anda- Türklerin de Cumhurbaşkanı olacağını söyledi. Rumları, Yahudileri niye halklar arasında saymadı bilemiyorum.Türkiye’nin 36 etnik gruptan meydana geldiğini söyleyen diğer Cumhurbaşkanı adayından ne farkın var? Bu mudur milletin bütününü kucaklamak? Zaten “Halklar” ifadesini kullanarak milleti yeteri kadar bölmüş olmuyor musun? Zaten haklar konusunda, halklardan birinden bir kişi dahi istese, devletin o anadilde eğitim yapması gerektiğini söyledi. Halbuki eğitim dilinin birliği, milli beraberliği sağlar. Demek ki, burada amaç birlik ve beraberliği sağlamak değil.
Diyanet İşleri Başkanlığının kaldırılması gerektiğini söyledi. Bu kurum Atatürk döneminde hayatımıza giren önemli bir kurumdur. Zaten İslam dini dışındaki dinlerin Patrikhaneleri ve Hahambaşılıkları var. İslam dininin ise ülkemizde çeşitli mezhepler, tarikatlar ve bunların oluşturdukları cemaatler nedeniyle oldukça karmaşık bir yapısı var. Hepsinin inanç ve ibadetlerinde ve dini yorumlamalarında önemli farklılıklar var.Diyanet İşleri Başkanlığı, inanç grupları arasındaki bu farlılıkları aza indirgemek, aralarında koordinasyonu sağlamak ve daha önemlisi milletin dinin öğrenme ve ibadet yapma özgürlüğünü güvence altına almak üzere kurulmuştur. Ayrıca laikliğin de bir güvencesidir. Bu kurumun yapısında bazı inanç gruplarının temsil edilmediğini, onların haklarının gözetilmediğini söyleyebilirsiniz. Bunun için mücadele edebilirsiniz, bu doğru bir yöntemdir, yapısındaki eksiklikler giderilmelidir. Ama böyle bir kurumun kapatılması dini hayatımızda önemli bir boşluk ve başıbozukluk yaratacaktır.
Ayrıca Selahattin Demirtaş’ın programına bakınca dersiniz ki, Başbakanlık seçimi yapılıyor, ya da bir siyasi partiye Genel Başkan seçiliyor, Demirtaş da “Hükümet veya Parti Programı”nı sunuyor. “Yeni Yaşam”da bütün halklar eşit koşullarda yaşayacak. Halk kurulacak Cumhur Meclisleri yoluyla yönetime katılacak. Bunların içinde Gençlik Meclisleri, Kadın Meclisleri olacak, herkes kendi kendini yönetecek. Yerel yönetimler güçlendirilecek, yerinden yönetime geçilecek. Devlet iyice küçülecek. Acaba nereye kadar? Şimdi soruyorum, Türkiye’de mevcut yasal bir devlet sistemi yok mu, Anayasa ve yasalar rafa mı kaldırıldı, yeni bir devlet yapılanmasına mı gidiyoruz?
Şu anda Türkiye Parlamenter demokratik sistemle yönetiliyor ve millet iradesini halkın seçtiği milletvekillerinin oluşturduğu TBMM temsil ediyor. Vaktiyle millet iradesini bölüyor, zayıflatıyor diye Senatoyu kapattık. Şimdi yurdun her yerinde Cumhur Meclisleri oluşturacağız. Cumhurbaşkanı ülkeyi bunların aldığı kararları da göz önünde bulundurarak yönetecek. İktidarın Cumhurbaşkanı adayı Anayasa’yı değiştirmeden sistemi değiştirip Başkanlık sistemine geçmek istiyor. Acaba Demirtaş da ülkeyi İmralı ÂkiliApo’nun önerdiği “Demokratik Özerklik”e sahip Eyalet sistemine götürmek istiyor. Parlamenter demokratik sistemden vazgeçip, etnik ve dini grupların egemenlik bölgelerinde kendi meclisleriyle kendilerini yönetecekleri Kanton sistemine mi, ülkeyi özerk bölgelere bölüp Eyalet sistemine mi geçiyoruz. Bütün bölgelerin ve eyaletlerin düşük profille yöneteceği bir tür Başkanlık sistemine mi geçiyoruz? Eğer Demirtaş’ın anlattığı yönetim biçimine geçersek, devletimizin adı “Türkiye Cumhuriyeti” değil, “Anadolu Federal Cumhuriyeti” olur.
Sayın Demirtaş, önce neyin seçimine aday olduğunuzu bir defa daha gözden geçirin. Biz 10 Ağustos 2014’te yürütme gücü olmayan, yürütmeyi denetleme yetkisi olan bir Cumhurbaşkanı seçiyoruz. Biz, milleti, eşit yurttaşlık ekseninde bütünüyle kucaklayan, milletin birliğini, vatanın bütünlüğünü, içte ve dışta barışı ve huzuru sağlayacak bir Devlet Başkanı seçiyoruz. Bu çizdiğiniz pembe tablo görünümündeki “Yeni Yaşam” projesini, ancak bir genel seçim sonucunda partiniz iktidar olur ve siz de Başbakan seçilirseniz, belki o zaman hayata geçirebilirsiniz. Türkiye halen Parlamenter demokratik sistemle yönetilirken ve Anayasa’da belirtilen yetkilere sahip bir Cumhurbaşkanı seçilecekken, sizin ortaya koyduğunuz Cumhurbaşkanı profili oldukça sanal kalıyor.
Sayın Demirtaş, sizi, partinizi, PKK’yı, eylemlerinizi, şu anda Güneydoğu’da oluşturduğunuz fiili durumu iyi tanıyor ve biliyoruz. Bir de Kürtçü ve Bölücü terör örgütü PKK’nın son otuz yılda 30 binin üzerine insanımızın ölümüyle sonuçlanan terör faaliyetlerini, aynı doğrultuda politika sürdüren Kürtçü partilerin niyetlerini ve bölücü söylemlerini bilmesek, peşmerge elbisesiyle Kandil’deki Selahattin Demirtaş’ı hatırlamasak, HDP’nin sunduğu bu yumuşak, esprili üsluplu ve fazla demokrat havucu yiyip yutacağız. Ama kazın ayağı öyle değil “HALKLARIN CUMHURBAŞKANI”…. Yemezler.