Azerbaycan Gezimizden İzlenimler – 2 (Kelbecer Neresi Biliyor musunuz?)

106

 

15-18 Haziran 2014 tarihleri arasındaki Azerbaycan -Bakü – Gence ve Tovuz ziyaretlerimizi anlattığım yazı serimizin ikincisi ile, siz değerli okuyucularımla tekrar birlikteyim. 17 Haziran sabahı otelimizdeki sohbet ve muhabbetli kahvaltımızdan sonra, gazi şehir Gence’ye hareket etmek üzere toplandık. Milletvekilimiz Sn. Ganire Paşayeva ve Cemal Safi abimiz özel bir araçla, ekibimiz de bir minibüs ile yola koyulduk.

Yolculuğumuz süresince değerli kardeşimiz ses sanatçısı İlham Askeroğlu, sazı ve müziği ile birlikte, ekibimize  unutulmaz güzellikte anlar yaşattı. Ayrıca Azerbaycan büyükelçiliğimiz, kültür müşavirliğinden bir ekip, seyahatimiz boyunca bizlerin güzel anlar yaşaması için çaba gösterdiler. Kendilerine özellikle teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Yol boyunca sık sık molalar vererek, çevredeki vatandaşlarımızla tanışıp hasbihal ederken, aynı zamanda da, Azerbaycan’ın coğrafi, ekonomik, kültürel, doğal ve stratejik yapısını anlama gayreti içerisindeydik. Çevrenin ağaçsız ve çorak oluşu, yeterli sulama suyunun olmadığına işaret ediyordu. Hoşumuza giden her yerde mola vererek, resimler çektirip, seyahatimizi ölümsüzleştirmeye çalıştık.

Gence’ye yaklaşınca şehrin güzelliğini ve tarihi duruşunu fark etmek hiç de zor değildi. Şehrin girişinde bizi güzel bir sürpriz bekliyordu. Zira Milletvekilimiz Ganire Paşayeva, şehrin Valisi, Belediye Başkanı, Aşık Şemşir Medeniyet Ocağı başkanı (Azerbaycanda bakan seviyesinde çok büyük önem taşıyor) ve ilgili heyet ekibimizi yolda bekliyorlardı. Şehrin yöneticileri arabamıza kadar gelip, bizlere hoş geldiniz merasimi yaptılar. Ekibimizin hiç de beklemediği bu jest karşısında mutlu olmaması ve duygulanmaması gerçekten imkansızdı.

İki kardeş heyet birleşerek, sohbet ve muhabbet içerisine lüks bir otelin nezih bir salonuna yemeğe geçtik. Yemek oturuşumuz için özel bir gayret sarf etmememize rağmen, hasret ve özlemin verdiği duyarlılık nedeniyle olsa gerek, her iki ekip birbiriyle iç içe oturmuştu. Çok kısa sürede birbirimize kaynaşarak, çok anlamlı ve yüksek kaliteli zamanlar geçirdik.

Küçük bir şehir turundan sonra, muhteşem bir şekilde inşa edilmiş olan, Gence programımızı gerçekleştireceğimiz kültür sarayına ulaştık. Salon kardeşlerimiz tarafından tıklım tıklım doldurulmuştu. Ganire hanım gelirken bize şöyle demişti: “Bu bölgedeki sunumlarımız, şiirlerimiz ve hitabetlerimiz, milli ve manevi ağırlıklı, moral ve motivasyon yükseltici olsun, sevda ve doğa şiirlerinden ziyade, Vatan-Millet, kahramanlık ve milli mücadele ağırlıklı olsun. Zira bu bölgemiz hem cepheye çok yakın, hem de Karabağ’ın ve KELBECER’in acısıyla hala kavruluyor…”

Olağanüstü güzellikler ve anlamlı duygusallıklarla dolu bir şekilde programımızı gerçekleştirmeye başladık. Sunuculuğu yine bizim heyet başkanımız Sn. Ayşe Paslanmaz ve Gence’li bir kardeşimiz yaptılar. Azerbaycan’lı şair, yazar, sanatçı ve yöneticilerle dönüşümlü olarak, şiir, müzik, edebiyat, hitabet vb. konularındaki sunumlarımızı coşku ve başarı ile gerçekleştirdik. Vatan-Millet sevdası, milli mücadele, düşman duyarlılığı, dostluk ve kardeşlik konularındaki  manevi atmosferi herkesin görmesini çok isterdim. Zira klavyemin tuşlarının bu coşkuyu anlatmakta yetersiz kaldığını çok iyi biliyorum…

Hitabımı paylaştıktan sonra salonun fuayesine çıktım. Etrafımı saran kardeşlerimizle koyu bir sohbete tutuştuk. Milliyetçi Hareket Partisi Milletvekili olmam sebebiyle olsa gerek, beni geriye salona göndermediler. Benimle sohbet etmek ihtiyacında olduklarını hissettim. Çok üzgün ve donuk bir görünümleri vardı. O ana kadar Gence’de çok sıklıkla duyduğum, ne olduğunu bilmediğim ve sorma cesaretini de gösteremediğim “KELBECER”in ne olduğunu masamdaki üzgün insanlara sordum. Üzüntülerini daha da katlamıştım. Onlar, düşmanlar tarafından yakılıp yıkılan, sayısız şehit ve gazinin verildiği, şu anda tamamıyla düşman işgali ve zulmü altında olan KELBECER’in bahtsız, üzgün ama gururlu, şanlı ve şerefli gazileriydiler. Karabağ’ı, Nahçıvan’ı duymuştuk ama, KELBECER’i ilk defa duyuyordum.

Kültür sarayını daha derinine incelediğimde, KELBECER’in resimlerinin bulunduğu bir köşeyi buldum. İşgalden önce, işgal esnası ve işgalden sonra çekilmiş resimler. İşgal öncesi sanki bir cennet köşesi, işgal esnası ve sonrası ise adeta bir Cehennem. O güzelim belde yakılmış, yıkılmış, ateşe verilmiş, şehitlerimizin kanları sel olup akmış. Son bir gayretle kurtulabilenler, canını dişine takarak kendilerini Gence gibi daha güvenli yerleşim yerlerine atmışlar.

Vatanından zorla sürülüp çıkarılan, en yakınları şehit edilen, aşından ekmeğinden olan, yurdundan zorla sürülen insanların olumsuz psikolojilerini, yanımda oturan ve benimle dertlerini paylaşan soydaşlarımızın üzerinde en iyi görebilen bendim. Yiğit insanlar KELBECER ile yatıp KELBECER ile kalkıyorlardı. Günün birinde KELBECER’e geri döneceklerine inançları sonsuzdu. Ancak bunun nasıl gerçekleşeceğine dair tedirginlikleri de yüzlerinden okunmuyor değildi.

Onlarla birlikte üzüldüm, ağladım, çaresizliğime kahrettim. Dertlerine ortak olma konusunda; herkese yardımcı olmaya çalışan bir “kaliteli yaşam uzmanı” olarak, ilk defa sorun çözme konusunda yetersiz kaldığımı hissettim. Genel anlamda vereceğim tavsiye ve yol göstermelerimin onlara yavan geleceğini çok iyi biliyordum. Susarak ve yutkunarak beden dilimle onlara çare olmaya çalıştım ama başarılı olabildiğimi zannetmiyorum.  Zira, sorun uluslararası boyutta ve çok hassastı.

Programda söylenen türküler, okunan şiirler, sunulan hitaplar ve işlenen konuların tamamı duygu yüklü, vatan özlemi dolu, coşku ve heyecan yüklü, milli mücadele ruhunu okşayan özellikler taşıyordu.

Bir vatandaşımız yanıma yanaşarak bir ricasının olduğunu söyledi. Memnuniyetle diyerek daha özel ve duyarlı olarak kardeşimizi dinledim. 55 yaşlarında bir erkekti. “Sayın milletvekilimiz Ganire Hanım’a bir mektubunun olduğunu, benim mektubu ona verip veremeyeceğimi sordu.” Elbette veririm, ama “kendin niçin vermiyorsun” dedim. Aklıma burada da vekillere ulaşmak zor mu acaba diye geldi… aldığım cevap beni rahatlatmıştı. “Şu anda çok yoğun, vaktini almak istemiyorum” dedi.

Söz verdiğim gibi vatandaşımızın mektubunu mevkidaşıma verdim. Hemen açtı okudu ve tebessüm etti. Beden dilinden yardımcı olacağına dair işareti almanın mutluluğunu yaşadım. Mektubu okumadığım için, talebin ne olduğunu bilmiyorum. Program çıkışı, o kalabalığa rağmen, ciğeri yanık mektup sahibi vatandaşımız beni yine buldu. Mektubu verip veremediğimi sordu. Eğer, unutsaydım veya veremeseydim çok mahçup olacakmışım.

Arabalarımıza binerek küçük bir şehir turu eşliğinde akşam yemeğine geçtik. Duygulu, heyecanlı, coşkulu, sohbetli ve samimiyetlerin ilerlediği uzunca süren akşam yemeğinin ardından 70 km. mesafedeki TOVUZ’a hareket ettik.  Cepheye daha da yaklaşıyorduk…

Üçüncü yazımda da son günümüzü, Tovuz’u ve kahraman askerlerimizle geçirdiğimiz yüksek kaliteli anları anlatacağım İNŞALLAH…

SELAM SEVGİ VE DUALARIMLA…  ALLAH’A EMANET OLUNUZ…