Aydın Paradoksu (2)

117

 

Öncelikle Aydın Paradoksu(1) yazımda tariflenen Aydın ve Entelektüel tariflerine  oturtabileceğimiz kişiler var mı? diye bir düşünelim. Türk aydınını bir aydın diye mi niteleyeceğiz yoksa modern bir entelektüel diye mi niteleyeceğiz.

Modernlik kavramımız eğer “Geleneksel olmayan” olarak algılarsak modern olmayana da “geleneksel” tanımını yaparız ki hiç de hoş bir tanım olmaz. Modernlik ve modernizmin aşınmaya başladı onun için post modernizmin üzerine duruluyor günümüzde.

Bilgi sosyolojisinin kurucusu Karl Mannheim “Düşüncenin dayandığı bu kategorik boyut dikkate alınmadan entelektüel değişim açıklanamaz.” der.  Bu açıdan bakıldığında bazen terimlerin aynı kaldıkları halde anlattıkları kavramların değiştiği görülür.

Bu bağlamda; Modernleşmeyi şu şekilde algılamak gerekir “doğrudan geleneğin terki yerine onun kökten dönüştürülmesi “.

Post modernlik ise kendine bir geleneksellik kazanmış modernliğin terk etmek yerine onu dönüştürerek geleneğe dönüştüreceği bir süreci içerir.

Cumhuriyet dönemi aydınının; reddi-miras yapması veya yaptırılmasına rağmen, Osmanlı aydınının yapısal anlamda (zihinsel, kurgusal tahayyülü, olaylara bakış açıları, pratik uygulamaları) Osmanlı aydınının bir devamı olduğunu bize göstermektedir.

Türk aydınlarının gelenekselci bir duruşa sahip olmalarının altında mazisinin tarihi ve kültür yapısı olduğu ileri sürülebilir.

Bir aydının ayırt edici niteliği, onun siyasal iktidardan, bulunduğu gurubun ve siyasal yapısını gurubun ideolojisini  beslemek yerine her türlü durumlardan kendisini bağımsız kılmaktır. Buda yetmez gerekirse ve haklı nedenleri varsa, muhalif ve eleştirel bir tavır takınmasıdır.

Batıda bilim-iktidar ilişkileri entelektüel-iktidar birliktelikleri görülmemiştir. Son dönmelerde bazı birliktelikler gözükmektedir. Bu ayrım bilimde üretimi doğurmuştur. Aslında siyasal erk elindeki gücü sürdürebilir yapabilmesi, halkında bu meşruiyeti kabul edebilmesinin en önemli etkeni bence bilgiyi üretecek aydınlar yoluyla olmuştur. Onun için üretim ancak bağımsız düşünebilen aydın ve entelektüeller tarafından yapılır.

Bugün batıda bağımsız bir entellektüelin, hem devlet memuru olmasına hem de bağımsızlığını korumasına imkan yoktur.

Aydınlar hiçbir ülkede bağımsız bir sınıf olmamışlardır. Ancak  her zaman ideolojik ve kültürel hegemonyanın kurulmasında öncü rolü üstlenmişlerdir.

Bizim batıdan farkımız; Türk siyaset kurumu,  kendi organik aydınını oluşturmuştur. Gerek Osmanlıda gerek Cumhuriyet döneminde aydınlar bizzat devlet eliyle oluşturulmuşlardır. Bu sebebiyle, devlete bağlı memurlar konumundan öteye gidememişlerdir.

Batıda aydınlar, aristokrat ile köylü toplumu arasında orta bir sınıf olarak burjuva üzerinde ortaya çıkmıştır.

Osmanlıda ise, aydınlar ikili yapı arsından çıkmıştır 1. Yapı (Taşrada, “esnaf, ayan ve tarikat karışımından oluşan iktidar yanlısı bir ekip”) 2. Yapı (merkezde , “kaftanlı ve kürklü; apoletli, kordon ve sırma işlemeli ve nihayet redingotlu bürokratların oluşturduğu ekip”). Taşrada yükselmelere asalet soy v.b. Merkezde ise göze girme anlayışı hakimdi. Bu iki sınıfın arasından sıyrılıp bir aydın veya aydınlar çıkamamıştır.

Buna rağmen Osmanlıda iki aydın tipinden bahsedilir. Bağımlı aydınlar ve özgür aydınlar. Bunlar kimlerdir diye baktığımızda Bağımlı Aydınlar; Devletin eyaletlere gönderdiği kadılar ve benzer bürokratlar. Özgür Aydınlar; Devlete bağlı olmayan kendilerinin oluşturduğu mekanlarda genellikle(tarikatlarda) bilgiyi araştıranlardan bahsedilebilinir.

Şimdi AYDIN PARADOKSU(1) yazıma çok ciddi şerhler yazıldı çok farklı kesimlerden çok farklı yazılı ve sözlü dönüşler oldu. Arkadaşlarımın konuya ciddi katkıları oldu.  Yazımı burada kesip Ali Vasfi KURT hocamın Konuya ilişkin yazdıklarını sizinle paylaşmak istiyorum. Çünkü doğruyu söyleyen insanları hem bu coğrafyada hem de diğer coğrafyalarda 9 köyden kovmuşlar. Sizce 10. Köy var mıdır.?  Kovulmayacakları.. Entelektüeller neden ortaya çıkmaz konusuna da ayrıca parmak basıyor. Değerlendirmeleri aşağıdaki gibidir.

1-İslâm Târihi’nde, farklı düşüncelerini ifâde eden âlimler ya da günümüzün tabiriyle münevverler-aydınlar hakkında, tabi ki karşı çıkmak ve eleştirmek için kullanılan ve darb-ı mesel olmuş olan bir deyim vardır: “ilmuhûekseruminaklihî-bilgisi aklından daha çok” şeklinde.

Bilebildiğim kadarıyla bu tabir, tahmin edileceği gibi, İbnTeymiye (ö. 728/1328) hakkında kullanılmıştır. (Bak: Hâfız Veliyyu’d-Dîn el-İrâkî, el-Ecvibetu’l-Murdiyyeani’l-Es’ileti’l-Mekkiyye, thk. Muhammed Tâmir, s. 92-93) Ondan önce  Şihâbuddîn-i Sühreverdî el-Maktûl (ö. 587/1191) hakkında kullanılmıştı.

Ne yazık ki bu söz, en insaflı olanıdır. Ve kızgınlığın en az belirtisidir.

Bu sözlerin daha ilerileri ise, sırasıyla bid’atçılık, fâsıklık, sapıklık ve kâfirlik suçlamalarıdır.

Böyle bir ortamda aydın ortaya çıkar mı?

Bunlardan Nûr Heykelleri’ni ve İşrâk (aydınlanma) Felsefesi (Hikmetu’l-İşrâk) adlı eserin yazarını, sırf fikirlerinden dolayı, muhteşem Salâhduddîn-i Eyyûbî öldürttüğünden, ismi tarihe, Öldürülmüş Sühreverdî olarak geçti. (Bak: İbnEbîUsaybi’a, Uyûnu’l-Enbâ fî Tabakâtı’l-Etıbbâ, s. 641-646; İbnHalligân, Vefeyâtu’l-A’yân, VI/268-274; İbnİmâd, Şezerâtu’z-Zeheb, VI/476-479; İbnŞeddâd, en-Nevâdiru’s-Sultâniyye, s. 37-38)

Bunların içerisinde Şeyh-i Ekber Muhyiddîn-i Arabî’ye düşen pay ise, “şeyh-i ekfer” yani “en kâfir şeyh” suçlamasıdır.

İslâm Târihi’nde zındıklıkla suçlanarak öldürülenlerin sayısını ise burada sayamam.

Devlet destekli aydın avı, başlangıçtan beri vardır. Zunnûn-i Mısrî’nin (ö. 245/860) ölümünden bir yıl önce zındık suçlamasıyla, ayaklarına demir halkalar geçirilerek Mısır’dan Bağdat’a asmak için gönderilişi, Mısır’da Mâlikî kadı olan İbn Abdi’l-Hakem’in (ö. 214/830) başlattığı bir hareketin bir sonucuydu. (Bak: İbnu’l-Cevzî, Telbîsuİblîs, s. 161; İbnAsâkir, TârîhuDimaşk, XVII/400-401)

2-İster “aydın”, ister “entellektüel” kavramı olsun, bu ve benzeri kavramların batıdaki saiklerinden ayrı olarak, bizim tabirimizle “halk için ama halka rağmen” olmadan, “kendisini halkın karşısında özellikli ve ayrıcalıklı” görmeden ve de jakobenleşmeden kendi aydınlanmasını ve modernleşme sürecini nasıl gerçekleştirbilecekti ki?

3-Aynı soruyu ben de sorayım:  Devlet memurundan veya bir guruba angaje olmuş kişilerden “Aydın” veya “Entelektüel” olur mu?

4-Gelenekçiler de Libareller de kendilerini taklitçi olmaktan kurtaramadıklarına göre, bunun bizim kültürümüzde karşılığı ne olabilir.

Ben bu soruların cevabının, kendi kültürümüzün tarihsel gelişimini ve o çağlardaki tüm şartları ve olanakları göz önünden kaydırmaksızın izlemekte bulunabileceğini düşünmekteyim.

Başı kopuk hareketlerin, ya radikal ya da layt bir islâm ürettiği, ortada olanları “ümmetenvasaten” çok ürküttüğü için, sağlıklı ve huzurlu toplumsal bir harekete dönüşemediği görülmektedir. Hz. Peygamber bu ümmeti, acınası ümmet (ümmetenmerhûmeten) olarak tanımlamıştır. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV/408, 410, 418, h. 19548, 19566, 19640) İşte bu acıları dünya sıkıntısı olarak görsek bile, bunu bir kader ve alın yazısı olarak görmemek gerekir. Tüm dileğimiz, hem dünyamızı, hem de âhiretimizi güzel hale getirmek gibi bir görev hepimizi beklemektedir.”