Yıl 1944, 3 Mayıs, yine böyle bir bahar sabahı, milli mücadelenin kara bağrında Ankara’da bir kıyamet koptu. Bu kıyamet, hayra alametti ama şer gibi gösterildi.
Türkçü yazarımız, Atsız’ın Orhun Dergisi’nde devrim başbakanını, komünizmin gelişmesi karşısında ikaz etmek için yazdığı açık mektup, büyük hadiselerin başlangıç noktası oldu.
Böyle bir bahar sabahı, bu topraklar için toprağa düşenlerin çocukları vatansızlara, imansızlara karşı dik durdular. Yeni nesilleri ilkokuldan başlayarak üniversiteye kadar, Allahsız, ahlaksız, ruhsuz bir felsefe ile yetiştirmek isteyenleri bu görüşün temsilcilerini protesto ettiler.
3 Mayıs 1944 bir bahar sabahı, milli destanların söylendiği, meçhul şehidin yükseldiği, meydanları kendi maksatları için kullanarak, iman kalelerini devirmek, ulus meydanını kızıl meydana çevirmek isteyenlere karşı geldiler.
Senelerdir, milli mücadeleyi yapan ruh, Kuvay-ı Milliye ruhu, bu meydanlarda yok edilmiş, Mehmetçiğin ve adsız kahramanların hakkı, yüksek makam, bol harcırah milliyetçileri tarafından “Biz yaptık, biz yarattık, etrafında sımsıkıyız” gibi beylik nutuklarla bu meydanları gasp etmişlerdi.
3 Mayıs 1944, bir bahar sabahı, genç Kuvay-ı Milliyeciler, ezilenlere hakkını vermek, ezenlere haddini bildirmek için harekete geçtiler. Bu harekete karşı, kendi menfaatlerinden başka, bir şey düşünmeyenler, vatanları oturdukları sandalye kadar dar olan Türklüğe değil, Türk olmayanlara yar olanlar bu yerli ve milli hareketi hazmedemediler. O tarihte Türkçüyüm, türküm demek bile suç sayılıyordu.
Çankaya ile Emniyet Müdürlüğü arasında mekik dokuyan yüksek isimler, alçak seciyeliler, karayı ak, akı kara gösteren hokkabazlar kendilerine karşı yapılan bu hareketi, devletin, kanun hatta vatanın aleyhine bir hareketmiş gibi gösterdiler. İlhamlarını Allah-Millet-Vatan sevgisinden alan bu insanlara çamur attılar. Faşist dediler. Kendilerine karşı yapılan bu hareketi vatana ihanet gibi gösterdiler.
Türk Milliyetçilerini, devlete, kanuna karşı gelmekle suçlayan bu adamlar bizzat kendileri kanuna aykırı konuşarak mahkemelerden evvel hüküm vererek kanunları vicdansızca çiğnediler. Bu adamlar bununla da kalmadılar, yabancı deyince tüyleri diken diken olan Türk milliyetçilerini “Yabancı Parmağı” ile harekete geçen insanlar olarak gösterdiler. Vatan Hainliği ile suçladılar.
Okul sıralarında iken komünizme karşı kendini helak edercesine vatan için, millet için mücadele eden gençleri, fakültelerden anarşist diye kovdular. Adaleti politikanın kendi eline teslim ettiler. Vatanın kara sevdalılarını yalın kılıç, meydana atılan Türk Milliyetçilerini zincirlere vurdular. Divan-ı harbe verdiler. Zindanlara attılar, tabutluklara koydular. 1500 mumluk ampullerin altında ecel terleri döktürdüler.
1944’den sonra Türk diline yeni bir kelime girdi. TABUTLUK! Milliyetçiliğe gösterilen düşmanlığı Milliyetçilere yapılan engizisyon işkencelerini ve bunların kapsadığı geniş ve derin manaları anlayıp ve ifade eden bir kelime o devrin sembolü olmuştur. Tarih boyunca onların bahsi geçtikçe tabutluk anıldıkça onlar hatırlanacaklardır.
Türkeş ve arkadaşları için yerel mahkemenin verdiği mahkûmiyet kararını askeri Yargıtay bozdu. Bozma kararında sonra Türkeş ve arkadaşları beraat ettiler. Ancak bu işkenceleri yapanlardan hiçbir zaman hesap sorulmadı.
Bu dava ile ilgili olarak rahmetli başbuğumdan dinlediğim bir anıyı sizlerle paylaşmak istiyorum;
Başbuğ Türkeş, bu dava sebebiyle Tophane Cezaevinde tutukluydu. Yargılama esnasında rahatsızlanır ve Haydarpaşa GATA’ya kaldırılır. GATA’da yanında iki asker ile muayene sırasını beklerken Prof. Dr. Tuğgeneral kendisini görür ve sorar; “Suçunuz nedir?” Türkeş cevap verir; “Ben üsteğmenim, Türkçülük yaptığım iddiasıyla tutuklandım. Hastalanınca beni buraya gönderdiler.”
Komutan doktor, askerlere odasını gösterir ve “bunu benim odama götürün, siz dışarıda bekleyin” der. Askerler, Türkeş’i komutanın odasına alırlar. Bir müddet sonra komutan odaya girer, Türkeş ayağa kalkar, komutanın karşısında hazır ol vaziyetine geçer. Komutan elini Türkeş’in omzuna koyarak; “Otur evladım” der ve kendisine “Hiç üzülme, senin çocuklarına bırakacağın en önemli miras budur, Türk Milliyetçiliğidir” der.
Türkeş’e “Seni burada tedavi edeceğim, bir daha cezaevine göndermeyeceğim, sadece duruşmalara gidip tekrar buraya geleceksin” der. Türkeş komutana teşekkür ederek şöyle der; “Komutanım, beni tedavi edin ve tekrar cezaevine gönderin, çünkü benimle beraber olan arkadaşlarıma ihanet etmiş olurum, onlar da “Türkeş bizi sattı” diye düşünürler. Komutan Türkeş’i alnından öperek; “İşte beklediğim cevap buydu, sen gerçek bir Türk Milliyetçisisin” der.
3 Mayıs bunun için çok önemlidir ve Türkçülerin bayramıdır.
Türkçülerin 3 Mayıs Bayramı Kutlu Olsun.