Kendi kendime hep şu suali soruyorum; Biz kimiz? Nereden geldik, nereye gidiyoruz?
Millet olarak, Türk olarak, kendi öz varlığımız üzerinde durmak istiyorum;
Öteden beri, insanların bir türlü vazgeçemedikleri bir şey var; Bu da kök telakkisi, mazi fikri ve tarih şuurudur. Bir millet, kendisini ne kadar köklü ne kadar eski bilirse o kadar şerefli sayıyor. Biz Türkler, bu bakımdan da bahtiyar kişileriz. Varlığımızın tarih ve coğrafya içerisindeki yeri hiçbir milletle mukayese edilemeyecek kadar büyüktür. Tam 36 devlet kurmuş bir ırkın çocuklarıyız.
Bu devletlerden bizim en çok ilgilendiren şüphesiz Anadolu Selçuklu Devleti ve Osmanlı İmparatorluğu’dur. Medeniyetimiz ve Manevi varlığımız bu iki devletin kıymetleri, eserleri üzerinde yükseliyor. Onun için biz Türk Deyince aynı şuurla İslam diyoruz.
Türkçülüğümüz Taşkentleri, Buharaları, Semerkantları, İslam-Türk Merkezlerinde yükselen büyük medeniyetleri hatırlıyoruz.
1071 tarihinde Malazgirt Meydan Muharebesi ile Anadolu’ya ayak basan Alparslan, Diyar-ı Rum’un kapılarını Türk-İslam akınlarına açmış oldu. Bu akınlar, Anadolu’ya yeni bir ruh, yen, bir iman ve bu imanın telkin ettiği müesseseleştirdiği yepyeni bir nizam getirmiştir. Konya’da merkezileşen Anadolu Selçukluları, köhnemiş, bozulmuş eski medeniyetlerin enkazı üzerine yepyeni bir medeniyet kurmuşlardır.
Battalgazi gibi, idealist, hamleci, halk kahramanlarının hareketleri, Mevlana ve Yunus emre gibi büyük düşünürlerin geniş görüşleri kültür ve eserleri sayesinde Anadolu az zaman içerisinde İslamlaşmıştır. O zaman Anadolu birçok beyliklere ayrılmış bulunuyordu. Bu beylikler içinde Osmanlı beyliğinin yıldızı kısa zamanda parladı. Bizans’ı tehdit eden bir kuvvet haline gelmişlerdi.
Osmangaziler, Orhangaziler ve Sultan Muratlar artık tam manasıyla Türk-İslam karakterlerini taşıyan Osmanlı başbuğları olmuşlardı. Bunlar Bizanslılardan yeşil Bursa’yı aldılar ve orada yemyeşil bir medeniyet yarattılar. Bu akıncı Türkler, bu Allah’ın ve Resulünün emirlerini bütün dünyaya hakim kılmak isteyen imanlı cesur Müslümanlar Bursa ve Havalisi ile yetinmiyorlar, onların gözü çok ilerde. İstanbul ufuklarındaydı. Rumeli’nde ve Balkanlarda geniş ülkeler fethediyorlardı.
Fatih Sultan Mehmet 1453’te Peygamberimizin methettiği kumandan olarak İstanbul’u fethetmiş ve Fatih unvanını almıştır. Ortaçağı kapatıp yeniçağı açmıştır.
İşte bu millet Türk Milleti köklü bir tarihe sahip olmakla ne kadar gurur duyarsa hakkıdır. Beş bin yıllık bilinen tarihte hep var olmuş bundan sonra da var olacaktır.